'Ekonomi'

Türkiye Ekonomisine Neler Oluyor?

Döviz kurunun 2001 krizi sonrasının en yüksek seviyesinde olması, enflasyonun yüzde 20’lerde seyretmesi, piyasalarda gözle görülen bir daralmanın yaşanması ve siyasal karar vericilerin ekonominin yeniden yapılandırılması gerektiği yönündeki açıklamaları ekonomide ciddi bir sorunun olduğuna işaret ediyor.

@ Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

11 Mart’ta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018’in son çeyreğinde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) bir önceki yıla göre yüzde üç oranında küçüldüğünü açıkladı. Mevcut durumun gündemimize taşıdığı soru şu: Türkiye ekonomisi kısa sürede aşılacak bir resesyonla mı karşı karşıya yoksa daha uzun sürebilecek bir krizin mi içinde?

Kavramlar: Stagnasyon, Resesyon, Kriz

Önce konumuzla ilgili tanımlara göz atalım. Ekonominin reel hacminde görülen iniş çıkışlar, iktisadi literatürde konjonktürel dalgalanmalar ya da kısaca konjonktür olarak adlandırılmaktadır. Büyümenin yukarıya doğru yönlendiği zaman dilimleri sıçrama ya da boom, iniş dönemleri ise düşüş ya da depresyon olarak tanımlanmaktadır. Bundan başka iki farklı olguyu ve kavramı ayırmamız gerekmektedir. Stagnasyon (durgunluk) denince ekonomide büyüme hızının sıfıra düşmesi ya da yaklaşması anlaşılır. Örneğin bir ekonominin bir sonraki yıl yine aynı değerde ya da aynı değere yakın bir GSYH yaratması o ekonominin durgunluk içinde olduğunu gösterir. Burada sözünü ettiğimiz değer enflasyondan arındırılmış reel değerdir.

Resesyon (düşüş) ise bir ekonomide büyümenin eksiye düşmesi demektir. Buna genellikle işsizlik oranındaki artış eşlik eder. Resesyon, konjonktür dalgasının en düşük olduğu düzeydedir ve bu düzeyde GSYH, istihdam, talep vs. gibi makroekonomik göstergeler düşüş halindedir.

Bunlardan hangisinin kriz sayılacağı; süreye, büyüklüğe ve yarattığı etkiye göre değişir. Bazen bir ekonomide uzun süreli bir durgunluk dönemi kriz yaratmazken bazen ise kısa bir resesyon kriz yaratabilir. Bundan başka bir de mali sektör krizi ve reel sektör krizi ayrımı yapmamız gerekir. Mali sektörden kastedilen ise bankalar, sigorta, leasing, faktöring ve yatırım fonu yönetimi şirketleri gibi kuruluşların bulunduğu sektördür. Ekonomik kriz bu sektörden başlamışsa buna mali sektör krizi ya da finansal kriz adı veriliyor literatürde. Bu tür krizler borsalarda yaşanan büyük değer kayıplarıyla veya bankacılık sektöründeki paniklerle ya da dövize yönelişle doruk noktasına ulaşıyor. Sonrasında ise devletlerin veya kuruluşların borçlarını ödeyemez noktaya gelmesine kadar varabiliyor. Eğer ekonomik küçülme reel sektör şirketlerinin aldıkları kredileri geri ödeyememelerinden kaynaklanıyorsa, o zaman ortada bir reel sektör krizi var demektir.

Türkiye Krizin Neresinde?

Şimdi bu tanımlardan hareketle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ortaya çıkarmak için makro göstergelere göz atalım.

İK verilerine göre GSYH 2018 yılı üçüncü çeyreğinde bir önceki döneme kıyasla yüzde 1,8 oranında arttı, son çeyrekte is yüzde 3 oranında bir küçülme gerçekleşti. Bundan hareketle son dört çeyreğin ortalama büyüme oranı yüzde 2,6 olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bundan başka bu yaz hızlı bir yükselişe geçen Amerikan doları ve Euro Mart 2019 itibari ile 5 ve 6 Türk lirası civarında seyretmektedir. Bu tablo bize Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir düşüş dönemi içinde olduğunu göstermektedir. Burada GSYH’deki büyümenin 2017 son çeyreğinde yüzde 7,3, 2018 ilk çeyreğinde yüzde 7,4 ve 2018 ikinci çeyreğinde ise yüzde 5,3 olduğunu da hatırlayalım. Birde enflasyonun seyrini, güven endekslerindeki gerilemeyi ve sanayi üretimindeki (örneğin otomotiv üretimi vs.) daralmayı da düşündüğümüzde, 2019 yılı ilk çeyreğinde de eksi büyüme yaşanacağını tahmin etmek, yani resesyon öngörmek gerçekçi olacaktır.

Türkiye ekonomisinin ciddi bir daralma süreci içine girdiği ortada. Hatta bir slumpflasyon içinde olduğunu da eklememiz gerekiyor. Ekonomide küçülme yaşanırken fiyatlar yükseliyorsa bunun adı slumpflasyondur. 2019 yılı ilk çeyrek sonrası düşüş içinde olan büyümeye paralel olarak enflasyonda da ciddi bir artış gerçekleşti. Buradaki kritik soru ise bu süreçten çıkışın nasıl olacağı. Ancak bu soruya girmeden önce bu noktaya nasıl gelindiğini kısaca açıklayalım.

Krizin Nedenleri

Türkiye’de krizin nedenleri üç farklı başlık altında tartışılmaktadır:

  1. Siyasal açıklama: Bir grup yorumcuya göre krizin nedeni AKP hükümetinin uyguladığı yanlış ekonomi politikalarıdır. Hükümet başarısız bir kriz yönetimi sergilemiş, gereken tedbirleri zamanında alamamıştır. Bundan başka engel olamadığı siyasi istikrarsızlık, otoriterleşme eğilimleri ve demokrasiden uzaklaşılmasından Türkiye’deki yatırım ortamı zarar görmüş, doğrudan yabancı yatırımları ve sermaye akışı yavaşlamıştır. Bu açıklama daha çok muhalif çevrelerde dillendirilmektedir.
  2. Ekonomik açıklama: Bir başka görüşe göre ise krizin temel nedeni hükümetin 2001 ile 2008 yılları arasında uyguladığı İMF programından sapmış olması. Dolayısıyla yapılması gereken tekrar ortodoks bir iktisadi politikaya geri dönmek, merkez bankasının bağımsızlığını tahkim etmek ve iktisadi kurumların kurallara bağlılığını güçlendirmektir.
  3. Jeopolitik açıklama: Özellikle hükümet ve hükümete yakın çevrelerden dile getirilen temel açıklama ise krizin temelinde jeopolitik yaklaşım ve müdahalelerin yatması yönündedir. Bu noktada en azından Türkiye ile ABD ve AB arasındaki gerilimin krizi hızlandırıcı bir rol oynadığını, Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerdeki iç savaş ya da istikrarsızlığın da krize (ihracat gerilemesi kanalıyla) katkıda bulunduğunu teyit edebiliriz.

Ancak krizin bundan başka yapısal nedenleri olduğu da yadsınamaz. Bunlara değinmeden önce bir noktanın altını çizelim: Türkiye gelişmiş kapitalist ekonomilerin aksine dış finansal kaynak ile gelişmesini sağlayan bir ekonomiye sahip. Bu farklılık kendini dört noktada göstermektedir: a) Yüksek oranda dolarizasyon, yani birçok ticari işlemin Dolar ya da Euro üzerinden görülmesi; b) Yüksek oranda cari açık; c) Üretimin ithal ara mallara bağımlı olması; d) Gelişmenin büyük ölçüde sermaye girişine bağlı olması.

Türkiye 2001’deki krizden Kemal Derviş’in programıyla çıkmış, izleyen yıllarda yüksek büyüme rakamlarını yakalamıştı. Enflasyon kontrol altına alınmış, faizler gerilemiş, Türk Lirası’nın değeri yükselmiş, yatırımlar sonucu gelirler ve tüketim artmış, ülkeye yabancı sermaye girişi ve doğrudan yatırımlar hızla çoğalmıştır. Ancak bu gelişme içinde krizin nüvesini de taşıyordu aynı zamanda. 

Örneğin Türk Lirası’nın aşırı değer kazanması sonucu üreticiler ihracata yönlenmiş, ara malların üretimine ağırlık vermek yerine ara malı ihracatı yoluna gitmişlerdir. Bu da sanayileşme üzerinde olumsuz etkide bulunmuştur. İthal malların ucuzlaması ise ithalat ihracat dengesinin ilki lehine bozulmasını sağlamış, Liranın aşırı değer kazanması ise uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmayı artırmış, dış borçların artmasına yol açmıştır. 

Çıkış Nasıl Olacak

Krizlerin seyrinin birçok şekli var. Örneğin “U” harfi uzun süren bir yavaşlama/daralma sürecini, “V” harfi ise kısa süren ancak daha derin bir küçülme sürecini simgelemektedir. Bu açıklamadan sonra Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan bir ekonomi olduğunu hatırlatalım. Yani tüketim talebi doygunluğa ulaşmamış, öte yandan birçok yapısal zaafiyeti içeren bir ekonomi. Bundan dolayı Türkiye ekonomisinin karşılaşğı krizleri tasarruf açığı, kısa vadeli yabancı finansman açığı ve tüketim odaklı büyüme üçlüsü içinde değerlendirmemiz gerekiyor.

Sadece son dört çeyrekteki büyüme rakamlarına odaklandığımızda – büyüme yüzde 7’lerden eksi 3’e geriledi – Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu süreci “V” şekli olarak tanımlayabiliriz. Buradan hareketle krizden hızlı bir şekilde çıkılacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Ancak daha geniş bir tarihsel perspektif içinde değerlendirdiğimizde bir “U” şekli de görebiliriz. Örneğin geçtiğimiz yıllarda GSYH’deki büyüme Türkiye’nin uzmanlarca kabul edilen yüzde 5’lik potansiyel büyüme hızının altında kaldı. Ayrıca kişi başına düşen GSYH’deki büyüme de 2008 küresel kriz sonrasında ciddi bir artış göstermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası öngörülerine göre Türkiye ekonomisi 2021 yılı 3. çeyreğine kadar potansiyel altı büyüme gösterecek.

Bu durumda en doğrusu, Tuğrul Belli’nin işaret ettiği gibi Türkiye ekonomisinin “U” süreci içerisinde bir “V” süreci yaşadığını savunmak olacaktır. Dolayısıyla krizden çıkmak ve potansiyel büyüme hızına erişmek içi sadece akılcı ve doğru zamanlı müdahaleler yeterli olmayacaktır. Yapısal sorunlara – tasarruf eksiği, cari açık, dışa bağımlı üretim yapısı – çözüm bulmak, Türkiye’yi yabancı yatırımcılar için yeniden cazip kılmak ve bunun için gerekli ola insan kaynaklarının yaratılması için kapsamlı bir eğitim reformu gerçekleştirmek görevi siyasi karar vericilerin ve ekonomik aktörlerin önünde durmaktadır. Cari açığa çözüm bulmak içinse üretim yapısının değiştirilmesi, iç piyasada üretilen ara malların sayısının artırılması, yabancı yatırımcı ve sermaye girişlerinin teşvik edilmesi gerekmektedir. Kurumların düzeltilmesi, etkin hale getirilmesi ve merkez bankasının bağımsızlığına zarar verecek ya da gölge düşürecek yaklaşımlardan da kaçınılması gerekiyor. Hükümet yeni kredi imkanları dışındaki önlemleri göz önünde bulundurmalıdır. Örneğin bu önlemlerden biri de ücret artışlarını engellemekten imtina etmektir.

Yaşar Aydın

Göç araştırmaları ve Türkiye uzmanı olan Dr. Yaşar Aydın Protestan Yüksekokulu’nda görev yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler