“Tartışmalı” İslami Kavramların Analizi
Bilhassa çoğunluğu Müslümanların oluşturmadığı ülkelerde İslami kavramlar siyasi ve toplumsal tartışmalar içerisinde anlamlarını kaybedebiliyor ve kendilerine yeni anlamlar yüklenebiliyor. Bazı tartışmalı kavramların etimolojik ve ıstılahi karşılıklarını medyada sunulan biçimleriyle birlikte derledik.

Allahu Ekber
Tekbir olarak da isimlendirilen bu söz öbeği, Arapça “Allah” ve “ekber” kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşmuştur. İslam dininde Allah keli- mesi, yaratıcının bütün kemal sıfatlarını içerisinde toplayan özel ismi olarak geçmektedir. “Kebure” (Tr. “büyümek”) fiilinin ismi tafdili olan ekber ise “daha büyük, en büyük” anlamlarına gelmektedir. Tekbir, Allah’ı yüceltmek ve yüceliğini tasdik etmek için kullanılır.
“Allahu ekber” sözü birçok terörist tarafından terör eylemleri öncesinde veya esnasında kullanıldığı için medyada bir şiddet sloganı olarak yer edinmiştir. Bunun sonucu olarak bir şiddet olayında failin tekbir getirmesi, onun motifi veya dinsel kimliğine yönelik ilk işaret olarak referans alınmaktadır. Tekbirin böyle olumsuz bir çağrışıma sahip olması, bütün Müslümanların terör ile özdeşleştirilmesine yol açmaktadır.
Cihat
Cihat, Arapça “câhede” (Tr. “çok çabalamak, gayret etmek”) fiilinin mastarıdır. Kişinin sözlü ve fiilî, maddi ve manevi olmak üzere bütün kuvvetini harcayarak bir hedefe ulaşması için çabalaması anlamına gelir. Cihat, insanın dış dünyasına yönelik olan küçük cihat ve iç dünyasına yönelik olan büyük cihat olarak ikiye ayrılır. Böylece cihat, insanın kendi nefsi ile mücadelesinden başlayarak, haksızlığa karşı çıkmayı içeren geniş bir anlam yelpazesine sahip olur.
Medyada cihat denilince “kıtâl” (Tr. “silahlı savaş”) kavramı ilk ve tek anlam olarak algılanmakta ve cihat, Müslümanların gayrimüslimlere karşı yürüttüğü silahlı savaş olarak yansıtılmaktadır. Son yıllarda DAEŞ/IŞİD gibi terör örgütle- rinin genel algıda oluşturduğu cihat anlayışı ise hem gayri- müslimlere hem de tek doğru olarak gördükleri kendi yollarında onlara destek olmayan Müslümanlara yönelik savaşı kapsamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm
Arapça “karae” (Tr. “okumak”) fiilinden türeyen Kur’an kelimesi Allah’ın kelamını niteler. Yazılı olarak iki el arasında tutulabilen kitap şeklindeki hâline ise “mushaf” denir. İlk etapta sadece hıfz olarak ve kısmen yazılı olarak canlı tutulan Kur’an, Hz. Osman’ın hilafet döneminde mushaf hâline getirilmiştir. Kur’an, Müslümanlar tara- fından okunması, dinlenilmesi ve onların hayatlarına yön vermesi açısından merkezî bir önem arz etmektedir. Kur’an’ın anlaşılmasındaki en önemli unsur Hz. Peygamber’in açıklamaları, davranışları ve genel olarak yaşantısı, yani sünnetidir. Bunların Müslümanlara yön verecek şekilde anlaşılıp aktarılması da İslami ilimlerde mütehassıs olan âlimlerin görev alanıdır.
Medyada ve toplumun bir kesiminde Kur’an bu mahiyetinden ziyade sıkı kurallar içeren, ilgili ülkelerin anaya- salarına mukabil bir kanun kitabı olarak algılanır. Bu algı neticesinde medyada ve toplumda Müslümanların yaşadıkları ülkelerin anaya- sasından daha çok Kur’an’a değer verdikleri varsayımı ortaya atılarak Kur’an bir problem konusu hâline getirilir. 7. yüzyılda “yazılan” kurallara ve değerlere uyan bu Müslümanlar “gerici” olarak itham edilir.
Şeriat
“Su kaynağına giden yol” anlamına gelen şeriat, Allah tarafından insanı saadete ve refaha götüren “ilahî hükümler bütünü” olarak tanımlanır. Bunun içerisine itikadi, fıkhi ve ahlaki hükümler girer. İslam âlimleri saydığımız bu üç boyutta şeriatı Allah’ın muradına en uygun şekilde anlamaya çalışarak farklı disiplinler geliştirmişlerdir. Sıkça din ile eş anlamlı kullanılan şeriat, kendisine uyan insanlar için belirli hükümler ile bir yaşam ve anlam çerçevesi oluşturur. Böylelikle şeriat bir hukuk düzeninden çok daha fazlasını teşkil etmektedir.
Medyada ise şeriat bir hukuk düzeni, bir kurallar kodeksi, hatta bir kanun kitabı olarak algılanır. İçeriği de el kesmek, taşlamak, kırbaçlamak gibi had cezalarına indirgenir. Bunun sonucunda şeriat medyada oldukça olumsuz çağrışıma sahip bir kavram olarak ortaya çıkar.
Hicab (Tr. “Örtü”)
Hicab, Arapça “hacebe” (Tr. “gizlemek, kapatmak, örtmek”) fiilinden türemiştir. Müslüman kadınların dinî vecibeleri gereğince üzerlerine aldıkları örtü, kumaşına ve bağla- ma şekline göre farklı şekillerde isimlendirilmiştir. Türkçede başörtüsü, tülbent, türban, şal, çarşaf gibi isimler verilirken; Arapçada hicab, nikab, çador ve burka isimleri kullanılmaktadır.
Bu kavramlar Batı dillerinde hicab ve başörtüsü kavramları ile (Örn. Alm. “Kopftuch”, İng. “headscarf” gibi) eş anlamlı olarak kul- lanılırken, diğer Arapça kavramlar, örneğin burka, olduğu gibi kullanılmakta ve sıkça da gündeme gelmektedir. Hicab, Müslüman kadını, Müslüman kadının özgür olmayışını ve baskı altında başını örtmesini temsil eden bir siyasi sembol hâline gelmiştir. Bir kadının kendi iradesiyle başını örtmesine genel algı- da ihtimal verilmemektedir. Hicab, özellikle öğretmenlik ve hâkimlik gibi kamusal alan- daki mesleklerde sorun hâline getirilmekte, kamusal alanda da kendisine genel yasak getirme tartışmaları sürmektedir.
Cami
Türkçede cami olarak kullandığımız kavram Arapça “secde edilen yer” anlamına gelen “mescit” kavramına dayanmaktadır. Önceki asırlarda cuma namazları belirli mescitlerde kılınır, bunlara “toplayan” anlamına gelen cami ismi verilirdi. Günümüzde neredeyse her mescitte cuma namazı kılınır ve belirli bir yapıya sahip olan bütün mescitlere cami denir.
Avrupa’da daha merkezî ve görünür hâle gelen camiler hakkında sosyopolitik tartışmalar da giderek artmaktadır. Bilhassa medyada camiler radikalleşmenin gerçekleştiği ve toplumsal uyumun zedelendiği mekânlar olarak yansıtılmaktadır. Özellikle 11 Eylül’den bu yana camiler birer güvenlik problemi olarak algılanmış, dergilerin ve gazetelerin manşetlerindeki fotoğraflarda camiler silah, patlayıcı madde, çarşaflı kadınlar veya uzun sakallı adamlar ile birlikte sunulur hâle gelmiştir.
Minare
Arapça “menare” kelimesinden türeyen minare ışık yakılan yer, fener kulesi anlamına gelmektedir. Yakın bir zamana kadar müezzinler ezan okumak amacıyla minarelere çıkarken, günümüzde minarelerde hoparlör bulunmakta olup müezzinler mikrofon ile seslerini minareye yükseltmektedirler. Camilerin bitişiğinde veya çok yakınında bir, iki, dört veya daha fazla minare örnekleri bulunabilir. Minare, zamana ve mekâna göre farklı biçimlerde inşa edilmiş, tarih içerisinde cami mimarisinin önemli bir unsuru olmuştur.
Medyada minare İslam’ı kamusal alanda temsil eden bir sembol olarak algılanmakta ve minareli camilerin inşa edilmesi “İslamlaşma”nın apaçık bir belirtisi olarak görülmektedir. Böylelikle minare kavramı olumsuz bir çağrışıma sahip olmuş ve minare yapımı zorlaştırılmış, İsviçre’de ise referandum yoluyla yasaklanmıştır.
İmam
İmam kelimesi “gitmek, yönelmek” anlamlarına gelen Arapça “emme” fiiline dayanır. Önder, lider, rehber ve örnek gibi anlamlara sahiptir. İmam kelimesinden, bir imamın görevini temsil eden “imamet” kavramı türemiştir. İmamet, İslam’ın ilk dönemlerinde halifeliğe, imam ise halifeye verilen isimdir. Halife bu manada toplumun hem idari hem dinî meselelerinden sorumluydu. Şiilikte imam kavramı önce Hz. Ali’ye, sonra onun ardından gelen ve Şiilerce ilahî önderlik ile vasıflandırılan imamlara tahsis edilmiştir. Günümüzdeyse imamlık başlı başına bir meslek hâline gelmiş ve bu kavramla, cemaate namaz kıldırmakla ve onlara dinî konularda hitap etmekle mükellef olan kişiler kastedilmiştir.
Avrupa’da, bilhassa Avusturya ve Almanya’da son yıllarda imamlar sıkça tartışma konusu hâline gelmektedir. Özellikle Türkiye gibi, göçmen ve göçmen kökenlilerin köken ülkeleri tarafından yetiştirilen ve finanse edilen imamlar üzerinden politikalar yürütülmektedir. Bunun son örneğini ise Almanya’da tartışılan yurt dışından gelen din görevlilerine Almanca dil şartı koşulması uygulaması oluşturmaktadır.
Müçtehit – Mücahit
Cihat ile aynı kökten gelen, Kur’an ve sünnetten akıl yoluyla dinî hükümlere ulaşma çabasını tarif eden, “içtihat” kelimesi oluşur. İçtihat eden kişiye “müçtehit” denir. Müçtehit, İslam’ın kaynaklarından hüküm çıkarma yetki ve yetkinliğine sahiptir. Yine “câhede” kökünden oluşan “mücahit” kelimesi, çaba sarf eden, cihat eden kimse anlamına gelir. Bu anlam, geniş çerçevede cihat kavramının anlam yelpazesine yansıtılabilir.
Mücahit kavramıysa özellikle 1979-1989 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesine karşı savaşan, “Mücâhidîn” olarak isimlendirilen, “mücahitler” üzerinden tanınmıştır. Sovyetler Birliği’nin karşısında duran bu mücahitleri destekleyenler arasında Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık da bulunmaktaydı. Bu destekler medyada konu edildiğinde “mücahit” kavramı daha çok “direnişçi” ve “bağımsızlık savaşçısı” gibi kavramlarla çevrilmiştir. Mücâhidîn kavramı günümüzde kullanımdan kalkmış, yerine İslam adına hareket etme iddiasındaki teröristleri tarif eden “cihadist” yani “cihatçı” kavramı gelmiştir. İlginç olan, aynı kökten gelen ve semantik açıdan pek fark arz etmeyen “mücahit” ve “cihatçı” kavramlarının medya tarafından zamanla tamamen ters yönde algılanmış ve yorumlanmış olmasıdır.