Hasta Bakımevi Hizmetleri: Avrupa’da Hospis Çalışmaları
Hospis, yani ölüm döşeğindeki hastalara yönelik bakımevi çalışmaları 60’lı yıllarda ilk olarak Avrupa’da ortaya çıktı. Bu hareket, herkes için nihai son olan ölüme farklı bir bakış getirmeyi hedefliyor.
Türkçeye “ağır hastalar için bakımevi” olarak çevrilebilecek “hospis”, iyileşemeyecek derecede hasta olup ölüm döşeğinde bulunan insanlara hayatlarının son evresinde refakat ve bakım desteği veren kurumlara deniliyor. Terminal dönemdeki insanlara “palyatif bakım” hizmeti verilir. Palyatif bakım hizmeti, bu hastaların acılarını dindirecek ve yaşam kalitesini son nefesine kadar mümkün olan en iyi seviyede sürdürecek tedbirlerin alınmasıdır. Bu noktada hospislerde verilen hizmetin amacı, artık insanları ne pahasına olursa olsun hayatta tutmak değil; daha ziyade ölümün kapıda beklediğini bilerek kişinin ömrünün son demlerini mümkün olduğunca iyi bir şekilde geçirmesine olanak sağlamak ve acılarını dindirmektir. Ölmek üzere olan insanların hastalık durumu gittikçe ağırlaştığı ve iyileşme ihtimali olmadığı için bu amacın farkında olmak bilhassa önemlidir.
Modern Hospis Hareketinin Kuruluşu: Dr. Cicely Saunders
Hospis çalışmasının dört ayağı bulunur. Palyatif bakım hizmeti bunlardan ilki olup ilgili kişilere yoğun ve özel bakım sunar. İkinci olarak palyatif tıbbi bakım hizmeti, ağrıların azaltılmasına ve yaşam kalitesinin korunmasına odaklanır. Üçüncü olarak psiko-sosyal bakım, hastanın bilgilendirilmesi ve emniyetini kapsayan duygusal destek hizmetidir. Sonuncu, ama bir o kadar da önemli olan “manevi bakım/rehberlik” ise yaşamın son evresinde etkili olan anlam arayışına yardımcı olma amacını taşır. Hospis çalışmasında verilen dört hizmet çeşidine dikkat edildiğinde hasta insanların, onların gereksinimlerinin ve aynı zamanda hasta yakınlarının bakımevinde verilen hizmetin merkezinde yer aldığı görülür. Palyatif tıbbın ve Avrupa’daki modern hospis hareketinin kurucusu ve öncüsü olarak görülen Dr. Cicely Saunders, bu hizmetlerin özünü tek bir cümle ile güzelce özetlemektedir: “Kişinin ömrüne gün ekleyemeyiz, ancak günlerine ömür katabiliriz.”
İngiltere’de doğup büyüyen Saunders’i bu düşünceye iten olay, hemşire olarak görev yaptığı sırada karşılaştığı ölüm döşeğindeki bir hasta olmuştur. 40 yaşında ölen David Tasma isimli bu hasta ile Saunders, “acı kontrolü” ve yaklaşmakta olan ölüme hazırlık konularında sıkça konuşmuşlar ve sadece ölmekte olanlara yönelik bir “hasta istasyonu” kurma fikrinde buluşmuşlardı. Daha sonra yıllara yayılan bir çalışmayla birlikte Saunders, 1967 yılında Londra’da St. Christopher Hospisi’ni kurdu. Modern hospis hareketi de bu şekilde dünyanın diğer ülkelerine yayıldı. Almanya’da hospis hareketi ise 80’li yıllarda yeşermeye başladı. Bugün Almanya’da Alman Hospis ve Palyatif Derneği bünyesinde 120.000 kişinin tam zamanlı ya da gönüllü olarak aktif olduğu ve ölüm döşeğindeki insanlarla ailelerine destek sunduğu biliniyor. Güncel olarak Birleşik Krallık’ta 220, dünya genelinde ise 8.000 hospis kurumu var.
Modern Kurumlarda Ölüm Öncesi Bakım
Latince “hospitium” kavramı altında kilise ya da manastırlar hacıları, hastaları, yaşlıları ya da güçsüz insanları barındırmış ve korumuştur. Modern hospis hareketine yön veren fikir de bu “barınma sunma” yaklaşımının bir uzantısıdır. Saunders’in 1967’deki kurumsallaşmasının ardından bugünkü hâliyle tam zamanlı profesyonel hospisler yerleşik hâle gelirken bakım hizmetleri de çoğunlukla gönüllülük esasıyla verilmiştir. İnsanları bu sorumluluğu üstlenmeye iten birincil neden, hasta ve ölmek üzere olan insanların ağır ve kötü durumlarının, özellikle de hastaneler gibi modern kurumlarda tabulaştırılması olmuştur. O dönem bu tip modern kurumlar uygun bakım hizmeti ve desteği maalesef sağlamıyordu.
Modern hospis hareketinin temelindeki düşünce, ölümün kutsanması ya da daha abartılı bir tabirle ötanazinin desteklenmesinden çok daha başkadır. Bu anlamda Saunders, ötanaziye karşı düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Ötanazi, yardıma muhtaç insanları o kadar yaralıyor ki, kendilerinin diğerleri için bir yük olduğuna inanıyorlar. Oysa doğru cevap, ölmekte olan insanlara daha iyi bir bakım sunulmasıdır ve onların, hâlâ toplumumuzun önemli birer parçası olduğuna onları ikna etmektir.”
İslam’da Ölüm Düşüncesi
Hospis hareketi Avrupa merkezli bir yaklaşıma dayansa da ölüm gerçeği ve ölmekte olan insanlara muamele, dünya üzerindeki bütün coğrafyaların temel meselelerinden biri. Dolayısıyla “ölüm döşeğindeki hastaya manevi rehberlik” henüz geçtiğimiz yüzyıl kurumsallaşmış olsa da bu kurumsallaşma olmadan önce de bu fenomenin insanların hayatında yer aldığı bir gerçek.
Ölüm, öte taraf ve ölümden sonraki yaşam gibi konular İslam öğretisinde büyük yer kaplar. Zira yaşam, ibadetler, ameller ve ölümden sonraki durum doğrudan bunlarla alakalıdır. Arapçada ölüm; mevt, vefat gibi kavramlarla ifade edilir. “Yolunu değiştirmek”, “vefat etmek” ya da “ölmek” bu kavramların anlamlarından bazılarıdır.
İslam’da ölüm, yaşamın ya da canlı olmanın tersi olarak görülür. Ölüm Kur’an’a göre her canlının muhakkak yaşayacağı bir süreçtir. “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma suresi 62:8) Ancak İslam inancına göre ölüm bir son değildir. Tam aksine ölüm, bu taraftan diğer tarafa geçişi ya da Allah’a dönüşü temsil eder. Temelde ölüm süreci diğer tarafa hem zamansal hem de mekânsal bir geçiştir. Bu sebeple İslam tasavvurunda diğer taraf yeni bir hayatın başlangıcı demektir.
“En Sevgili” İle Buluşma Anı
Kur’an’ın pek çok yerinde yaşamın zıddını ifade eden kelimeler bulunur. Bu ifadelerin yanında Kur’an, ölümün gerçekleştirilmesinden görevli meleklerden bahseder. Kur’an’ın birçok yerinde Allah’ın yaşatan ve öldüren olduğu vurgulanır. Bu sebeple ölüm, insan iradesinin dışında gerçekleşen bir olaydır. Kur’an’a göre ölüm imanın mütemmim bir cüzü olsa da insanın yaradılış sebebi değildir.
İnsan sonsuz yaşam için yaratılmıştır. Kur’an’a göre hayat iki kısımdan oluşur. İlki bir tür imtihan olup ikincisi ilk kısımdaki imtihanın sonucuna bağlıdır. Bunun bir sonucu olarak ölüm aslında hayatın iki kısmını birbirine bağlamakta ve insana sonsuz yaşamı kazanması için fırsat tanımaktadır. Ölüm de Allah ile buluşmak olarak görülmüş, bu fikir farklı mutasavvıflar tarafından benimsenmiş ve farklı şekillerde yorumlanmıştır. Örneğin Mevlânâ ölümü olumsuz bir şey olarak değil, tam tersine bir özgürleşme, “En Sevgili” ile buluşma ve “hakiki olan”a geri dönüş şeklinde yorumlamış; ölümü doğum gününe eş değer olarak görmüştür. Yakınlarına ölümünden sonra üzülmemelerini bilhassa tembih etmiştir. Bu sebeple İslam kültürlerinde ölüme yaklaşım ve ölümle kurulan ilişki de bambaşka olmuştur.
İslam’da Hospis Geleneği Var Mı?
Peki ölümle bu kadar sahici bir ilişki kuran İslam geleneğinde, ölüm döşeğindeki hastalara refakat etmek için özel bir kurum ya da modeller ortaya çıkmış mıdır?
İslam tarihinde yukarıda anlatıldığı gibi modern anlamda kurumsallaşmış, hasta yakınının dışında, üçüncü kişilere devredilmiş hospis hizmetleri ya da hospis desteği yoktur. Ancak İslam’ın erken dönemlerinden başlayarak hastaya ya da ölüm döşeğinde olan kişiye refakat edilmesi büyük önem taşımıştır. Bu nedenle (ağır) hastalara refakat edilmesi, (ağır) hastaların son isteklerinin yerine getirilmesi ya da son saatlerini daha iyi geçirmelerinin sağlanması hiçbir zaman yabancı bir konu olmamıştır. Tam tersine İslam tarihinde bu konu çok erken bir dönemde gelenek hâline gelmiştir.
Ölüm döşeğinde olan insanlara manevi açıdan destek sunulması Müslüman’ın görevi olarak görülmektedir. Her Müslüman’ın görevlerinden biri olduğu için de bu iş belirli kişilere mahsus bir iş olarak düşünülmemiş, bu yönde bir “kurumsallaşma” ihtiyacı ortaya çıkmamıştır. Ebû Hureyre’nin bildirdiği bir hadîs-i şerife göre (ölüm döşeğindekiler de dâhil olmak üzere) hasta ziyareti, dinî bir vecibe olarak ifade edilmiştir: “Allah (c.c.) kıyamet günü, ‘Ey Âdemoğlu! Hasta oldum da beni ziyaret etmedin.’ der. O da, ‘Ey Rabbim! Ben sana nasıl hasta ziyaretinde bulunayım? Sen ki, âlemlerin Rabbisin.’ der. (Yüce Allah) şöyle buyurur: ‘Bilmiyor musun falan kulum hasta oldu sen onu ziyaret etmedin. Şayet onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun.’” (Müslim, Birr, 43)
Son Durakta Uzatılan Yardım Eli
İnsan sağlığında, hastalığında ve dahi ölümünde ve öldükten sonra da değerlidir. Bu nedenle ölümden hemen öncesinden mezara konulana kadar da dâhil olmak üzere yaşamın tüm evrelerinde insana refakat etmek, onu desteklemek ve ona yardım etmek İslam ahlakının bir parçasıdır. Hastaları yalnız ve yardıma muhtaç bir şekilde bırakmak yasaklanmıştır. Hastaya “refakat” ise, sadece hasta ziyareti ile sınırlı olmayıp bundan daha fazlasını kapsamaktadır.
Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde oldukça yoğun bir Müslüman nüfus var. Bilhassa 60’lı yıllarda başlayan iş gücü göçü dikkate alındığında, ilk neslin yaşlandığı ve palyatif bakım hizmetlerine ihtiyaç duyan Müslümanların sayısının da arttığı bir gerçek. Yaşlı nüfusun yanı sıra, tedavisi mümkün olmayan hastalıklarla mücadele eden genç Müslümanların, senelerce tedavisi mümkün olmayan hastalıklarla mücadele eden çocukların da varlığı biliniyor. Hayatın en zorlu kısmı olan “ölüm” döneminde, Müslümanların ihtiyaçlarını bilen, aynı inanç havzasından gelerek onlara bu dönemde rehberlik eden refakatçilerin olması, Avrupa’nın birçok ülkesinde hospis kurumlarında belki kimsesiz kalmış olan Müslümanların ziyaret edilmesi ve onlara eşlik edilmesi Müslümanlar açısından bir zorunluluk. Bütün bunlar için önce “ölüm” denilen hakikatin, hepimizin başına gelecek kaçınılmaz durak olduğunu bilmek ve ölmekte olan insanlara dair bakışımızı gözden geçirmek gerekiyor. Bu durakta, belki endişe ve korku içerisine düşen ve ne yapacağını, nasıl hissedeceğini bilemeyen hasta ve yakınlarına el uzatmak için ölümü yeniden düşünmek bir zorunluluk.