Ölüme Ramak Kala: “Yalnız Ölen Müslümanların Sayısı Artıyor”
Hospis çalışması büyük oranda gönüllülüğe dayanıyor. Almanya’da ölüm döşeğindeki insanlara manevi destek sunan 2 gönüllü ile ölüm öncesi sürecin bilinmeyen yönlerini konuştuk.
Suriyeli Ali, Türkiye’den Almanya’ya yürüyerek geldiğinde sadece 25 yaşındaydı. Hiç durmadan ve uyumadan yürümüş olsaydı, beş ülkeden geçen 2000 kilometrelik bu yolu ancak 17 günde tamamlayabilirdi. Molalarla birlikte hesap edildiğinde Ali, Edirne’den Hannover’e doğru yaklaşık bir ay boyunca yürüdü. Savaştan Türkiye’ye kaçmış ailesini arkasında bırakarak, yeni bir yaşam ışığı bulma umuduyla yürüdü.
“Gurbetçiler” Almanya’dan Türkiye’ye kara yoluyla izne giderken, yolda tam tersi istikamette ilerleyen yaya mültecilerle yol azıklarını paylaştılar. Belki içlerinden bazıları Ali ile yolda karşılaştı. Ali yolda aç kaldı, yorgun düştü. Belki yağmurun altında, ıslak toprağın üstünde uyudu. Belki ayakkabıları parçalandı. Haftalarca banyo yapmadan, dinlenmeden, sıcak bir yatak yüzü görmeden yürüdü. Sonunda 2016 yılında Almanya’ya ulaştı. Bu zafer yürüyüşünün sonunda onu acı bir sürpriz bekliyordu: 25 yaşındaki Ali, kansere yakalanmıştı. Hastalığı ilerlemiş, tedavi edilemez noktaya gelmişti. Yol yorgunu Ali, Hannover’deki bir hospiste sıcak bir yatağa kavuştu. Yaşamının son birkaç ayını bu hospiste ölümü bekler hâlde geçirecek, uğruna kilometreler teptiği Almanya’yı, ölüm döşeğinde hastaları misafir eden bir bakımevinin penceresinden seyredebilecekti.
Yaşamının Son Demlerinde Bir İnsana Nasıl Destek Olunur?
Ali’nin son günlerinin en yakın tanıklarından birisi olan Bingüzel Korkmaz, Ali’yi şöyle anlatıyor: “Burada hiç kimsesi olmayan bir gençti. Öleceğini biliyordu. Ölmeden önce Türkiye’de bıraktığı annesini görmek istiyordu. Annesine vize almak için Yabancılar Dairesi’ne başvuracaktım. Ben evrakları gönderemeden Ali vefat etti. Cenaze firması ayarladık. Cami cemaati, hiç tanımadıkları bu gencin cenaze namazını kıldı ve Ali Türkiye’ye, annesinin yanına geri gönderildi. Yürüyerek çıktığı ülkeye bu kez uçakla, ama bir tabutun içinde geri döndü.”
48 yaşındaki Bingüzel Korkmaz, 5 yaşından beri Almanya’da yaşıyor. Aslen aile danışmanlığı yapan Korkmaz ile Ali’nin hayatını kesiştiren şey, Korkmaz’ın Hospis ve Palyatif Yeterlilik Kursu’na katılması olmuş. Fudul Sosyal Hizmetler Derneği tarafından 2017 yılında verilen kursa katılan Korkmaz, hospislerde ya da evlerde ölüm döşeğindeki hastalara manevi rehberlik yapmaya başlamış. Ali de Bingüzel Korkmaz’ın şimdiye kadar destek sağladığı üç hastadan biri olmuş.
Bu gönüllü işe nasıl başladığını şöyle anlatıyor Korkmaz: “Biz Müslümanlar, hasta ve yaşlılara çocuklarının ya da akrabalarının bakmasına alışkınız. O yüzden kimsesiz insanların olabileceğine inanmıyoruz. Oysa kimsesi olmayan ya da akrabalarıyla bağını koparmış insanlar var. Öldüğünde cenazesi yakılan Müslümanlar var. Bu insanları düşünüp Hospis ve Palyatif Yeterlik Kursu’na kaydoldum. Eğitimden önce de ölüm döşeğinde olan birilerinin yanında bulunmuştum. Ama eğitimden sonra, yaşamının son demlerinde bir insana nasıl destek olunur öğrendim.”
“Öleceğini Bilmeyen Kişi, Bu Dünyadaki Hesaplarını Da Kapatamıyor”
Alman Hospis ve Palyatif Derneği’nin güncel verilerine göre Almanya’da 230 hospis kurumu var. Bunun dışında yaklaşık 1.500 gezici hospis, evlerinde son zamanlarını yaşayan insanlara hizmet veriyor. Sadece çocuk ve gençler için 17 hospis kurumu, genç yaşta amansız hastalığa yakalanmış olanları ağırlıyor. Bunun dışında ülke genelinde hastanelerin bünyesinde de 330 tane palyatif bölümü var.
Her sene yaklaşık 30.000 insan, sadece hospis kurumlarında bu dünyaya veda ediyor. Yaklaşık 120.000 kişi de ağır hasta ve ölmek üzere olan insanlara gönüllü ya da tam zamanlı destek sunuyor. Bu desteğin içerisinde ölüm döşeğinde olan insanlara yardım etmek, onlara sevgi ve destek sunmak var.
Ölüm, din ya da vatandaşlık ayırt etmeden herkesin başına gelen bir son. Korkmaz, Almanya’da ölüm döşeğindeki Müslümanların, palyatif tıpta kültürlerarası yeterlilik ihtiyacını da gün yüzüne çıkarttığı görüşünde. Korkmaz’a göre hospis gönüllüleri, aynı zamanda kültürel farklılıklar konusunda sağlık personeliyle hastalar arasında aracılık da yapıyor. Özellikle Müslümanların yoğun olmadığı bölgelerde sağlık personeli, Müslümanların yas kültürleri ve cenaze ritüelleri hakkında bilgisizler. Korkmaz bu durumu şöyle örneklendiriyor: “Bir hastanede hemşireler, Müslümanların ölünün üzerine neden bıçak koyduklarını sormuştu. Aileye destek verirken, gerektiği durumlarda vefat gelenekleri ve yas kültürü konusunda sağlık personelinin sorularını da cevaplıyoruz.”
“Ölüm Döşeğindeki Hasta İçin Ziyaretçi Keşmekeşi Çok Ağır Bir Şey”
Korkmaz, Türklerin yakın ilişkilerinin ölüm döşeğindeki hasta için olumlu yanlarının yanında eziyete dönüşebileceğini de söylüyor. Bunun için hastanede ölmek üzere olan bir Türk hastayı hatırlıyor: “Bir hastamızın tanıdıkları kalabalık bir şekilde hastaneye akın etmiş, son defa görmek için odasında toplanmışlardı. Oysa ölüm sürecindeki kişi sadece en yakınlarıyla olmak ister. Sakin ve huzurlu bir ortama ihtiyaç duyar. Komşusunun, uzak arkadaşlarının, tanıdıklarının değil; çocuklarının, eşinin ya da anne-babasının elini tutmak ister. Bizim toplumumuzda hastanın müsaadesi alınmadan herkes yanına giriyor. Hasta için o keşmekeş çok ağır. Hasta yakınları da insanları kırmamak için bir şey söyleyemiyor. Biz hospis ve palyatif gönüllüleri olarak bu gibi durumlarda eğer ailenin de müsaadesi olursa kalabalığı dağıtıp, insanları empatiye davet ediyoruz.”
Özellikle korona döneminde ölüm döşeğindeki hastaları ziyaret etmek çok daha zor. Korkmaz, bu dönemde hospis gönüllülerinin daha da önem kazandığı görüşünde. Son günlerinde Kur’an dinlemek isteyen hastaların bu isteğini gerçekleştiriyor. Hacca gitmek isteyen hastaları yönlendiriyor. Bütün bunları yapmasında ise tek motivasyon var: “Çaresiz bir hastalığa düçar olmuş, vefat edeceğini bilen bir kişi ve ailesi için bu durum çok zor. Onlara destek olmak, sıkıntılarını bir nebze de olsa hafifletmek hem size hem onlara iyi geliyor.”
Ölüm döşeğindeki insanların yakınları, çoğu zaman bu durumu hastalara söylemiyorlar. Özellikle Müslüman hasta yakınlarının, ölümcül hastalıkları kabullenmekte zorlandığına değiniyor Korkmaz: “Bu dünyada 3-5 günü kalmış olan hastaya yakınları bu durumu söylemiyor. Oysa bu durumu bilmek o kişinin hakkı. Belki son bir arzusu var. Belki sakladığı bir bilgi ya da eşya var. Belki birine borcu var. Kişi öleceğini bilmediğinde, bu dünyadaki hesaplarını da kapatma şansına sahip olmuyor.”
“Ayağa Kalkamayan Bir Hastanın Elinden Birinin Tutması Gerek”
28 yaşındaki Haydar Kara, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Dortmund’da hospis ve palyatif gönüllüsü olarak hizmet veren Kara, bu konuya ilgisinin nasıl başladığını anlatıyor: “Dedem kanser hastasıydı. Bu süreç aile içerisinde manen yıpratıcı bir döneme dönüşmüştü. O zaman kendime şu soruyu sormuştum: Acaba biz hasta ile 24 saat ilgilenirken, başka birisi de bize destek olsaydı nasıl olurdu? Bu düşünceyle Hospis ve Palyatif Yeterlik Kursu açıldığında hemen kaydoldum.”
Bir dönem imamlık da yapan Kara, hospis gönüllüsünün görevlerini anlatıyor: “Yıllardır yatalak olan ve kendi başına dışarıya çıkamayan bir hastayı alıp dışarı çıkartıyor ya da dondurmayı seven bir hastaya dondurma alıyoruz. Müslümanlara Kur’an, gayrimüslimlere kitap okuyoruz. ‘Bana şarkı söyle’ diyen hastam da oldu, ‘Bana bir hadis oku’ diyen de…”
Peki hospis gönüllüleri ile nasıl iletişime geçiliyor? Kara yeni bir hastayla nasıl iletişime geçtiğini şöyle anlatıyor: “Hastane, hospis ya da sizi tanıyan palyatif bakım kurumları var. Bu kurumlar sizi arayıp, hasta hakkında bilgi veriyor ve bu hastaya destek olup olamayacağınızı soruyor. Hastayı reddetme hakkınız var, ama kimse bunu yapmıyor. Kimi zaman hasta ile görüşebiliyorsunuz, kimi zaman da sadece hasta yakınları işlerinin giderilmesi, örneğin eczaneden ilaç almak gibi taleplerde bulunuyor. Bir keresinde ‘Köpeğimi gezdirirsen, ben de babamı ziyaret edebilirim’ diyen bir hasta yakını vardı. O babasıyla görüşürken ben de köpeğini gezdirmiştim.”
“Hospislerdeki İnsanlarla İlgilenecek Kişi Sayısı Kısıtlı”
Hastanın yanında kalma süresi ise tamamen talebe bağlı. Yarım saatlik görüşmenin ardından dinlenmek isteyen hasta da var, birkaç saat konuşmak isteyen de. “Hasta size kendini açıyor mu, aranızda yakınlık var mı, bunlar belirleyici.” diyen Kara, şimdiye kadar aynı dönemde en fazla iki, toplamda ise dokuz hastaya refakat etmiş.
Almanya’da İslami cemaatlerin kurumsal olarak mevcut sisteme entegre olmayışı, Müslüman hastaların gönüllülere erişiminde de zorluk doğuruyor. Kara bu durumu şöyle anlatıyor: “Almanya’daki İslami kurumlar hospis ve palyatif bakım ağının içinde değiller. Ancak sizi hastane çalışanları tanıyorsa, Müslüman bir hastanın ihtiyaç duyması durumunda sizi çağırabiliyorlar.” Kara bu nedenle “hospis mentörü” olarak da çalışıyor. Yani hospis çalışmasındaki kişilerle ağ oluşturup tanışıklık kurmaya çalışıyor ve Müslüman camiada hospis ve palyatif bakım gönüllülerinin artması için emek veriyor. Çünkü ona göre Almanya’da özellikle Müslümanların bu konudaki ihtiyacı büyük: “Sadece benim yaşadığım Dortmund’da 600 bin kişi var. Benim mentör olduğum bölgede 4 milyon insan yaşıyor. Her gün birçok insan hospislere yatıyor, ama ilgilenecek insan kısıtlı. Tedavisi mümkün olmayan her hasta yatalak değil. Camdan bakıp dışarıya çıkamayan bir hastanın elinden birinin tutması gerek. Bazen insanlar saatlerce konuşmak istiyorlar. Bir hemşire ya da doktorla bu ihtiyacını gidermesi mümkün değil.”
“Müslümanlar Ölüm İle Yüzleşme Konusunda Zorluk Çekiyor”
Kara, imamlık yaptığı dönem kendi cemaatinden birinin vefat sürecini hatırlıyor: “Bir amcamız hastalığının son evrelerini evde yaşıyordu. Yenge hanım ise, hacı amca yemek yemediği için üzülüyordu. Biz ona, fazla yemenin hacı amcaya yük olacağını söyledik. Amcamız son anlarını yaşıyordu, ama yenge hanım onu yemek konusunda hâlâ zorluyordu. O amcamız ve ailesini unutamadım. Bir yandan elinizden bir şey gelmiyor. Çünkü cümlelerinizle bir kitap dahi yazsanız hiçbir etkisi yok. 60 yıl birlikte geçirilmiş bir ömür… Hayat arkadaşı ölüm döşeğindeyken bile aç oluşunu dert edinen bir teyze. Yenge hanım, ‘Benim bey çok yemek yerdi, aç kalmıştır.’ diye tekrarlıyordu sürekli.”
Kara, her ne kadar ahiret inancı güçlü olsa da birçok Müslüman’ın ölümle yüzleşme konusunda zorluk yaşadığını gözlemlemiş: “Bazen ölümü tam anlamıyla kabullenemiyoruz. Son ana kadar bir mucize, bir iyileşme bekliyoruz. ‘Belki yine de ayağa kalkar” diye düşünüyoruz. Ölüm sürecine adapte olmamız zaman alıyor. İnancımız gereği ümitsizliğe tutunmuyoruz, ama bazen sonucun da kaçınılmaz olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.”
“Kendimi Yarın İçinde Bulabileceğim Değişimlere Hazırlıyorum”
Bütün bunların sonunda insanın aklına şu soru geliyor: Bir insan neden ölüm gibi kasvetli bir konuda gönüllü çalışmak ister? Kara bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Vefat eden insanla ve en mühimi de ailesiyle aranızda vazgeçilmez bir bağ oluşuyor. Bu işin bir boyutu. Ama bir boyutu daha var: Kimse yalnız ölmek istemez. Yaşlının, hastanın değersizleştiği, toplum dışına itildiği bir çağdayız. Merhamet seyrekleşiyor. ‘Bugün iyiyim ama bu cefa yarın benim başıma da gelir’ düşüncesi kimsede yok. Oysa hayatımız anlık değişime müsait. Hospis çalışması bu yüzden benim için bir anlama çabası. Kendimi yarın içinde bulabileceğim o ani değişimlere hazırlıyorum. Dünyada sadece iyi değil; kötü, muhtaç, âciz olabileceğim durumların da olacağını her seferinde yeniden anlıyorum.”
Kara, bütün bunlar ışığında hospis ve palyatif bakım konusundaki ihtiyaca yeniden değiniyor: “Şu an Almanya’da hospis ve palyatif bakım desteğine ihtiyaç duyan kaç Müslüman var, şimdiye kadar kaç kişiye hizmet edildi; böyle bir istatistik yok. Müslüman gönüllülere yönelik süpervizör çalışmaları da yok. Şu an birçok Müslüman kurum, kendi çabalarıyla bu çalışmaları yürütüyor. Benim katıldığım kurstan 60 hospis ve palyatif gönüllüsü çıktı. Almanya’da 2.000 şehir var. Her şehre bir Müslüman gönüllü bile azken, şu an Müslümanlara destek sunacak gönüllüler yok denecek kadar az. Bu konudaki fahri çalışmalar ve projeler teşvik edilmeli.”