'Dosya: "Avrupa'da İslami Temsil Kurumları"'

İslami Çatı ve Temsil Kurumlarının Çıkmazları, Avantajları ve Geleceği

Avrupa’da İslami temsil kurumları, sosyolojik açıdan incelemeye değer organizasyonlar. Bu kurumların avantajları, çıkmazları ve bu çıkmazlardan çözüm yolları, aynı zamanda Batı Avrupa’da Müslümanların geleceğini tartışmak demek.

Hollanda Venlo Camisi | Fotoğraf: AlexAndMartin/shutterstock.com

Avrupa’da Müslüman cemaatin devletle ilişkileri ve Müslümanların bu ülkelerde görece “yeni” mevcudiyeti neticesinde düzenlenmesi gereken toplumsal ve dinî alanlar birçok ülkenin gündeminde. Müslüman mezar alanlarından üniversitelerde İslam ilahiyatlarına, yerinde imam eğitiminden cami inşaatlarına kadar birçok soru ve sorun masada çözülmeyi bekliyor. Bunun yanında yükselen aşırı sağcı damarın kurguladığı bir “öteki” olarak Müslümanların sıkça tartışıldığı başörtüsü, sünnet, entegrasyon ve göç gibi konular da sistematik bir diyaloğu elzem kılıyor.

Bu diyaloğun kurumsal bir zeminde gerçekleşmesi için birçok ülkede dernek, vakıf ya da tüzel kişiliğe sahip olmayan inisiyatifler gibi farklı hukuki formlarda Müslüman kuruluşlar faaliyet gösteriyor. Batı Avrupa’daki Müslüman cemaat açısından son 20 sene ise, bu ülkelerde ortak ve güçlü bir sese sahip olmak için çatı/şemsiye kurumların tesis edilmesiyle dikkat çekti. Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyi (KRM), Fransa İslam Konseyi (CFCM), Hollanda’da Müslümanlar ve Devlet Arasında İletişim Organı (CMO), İsviçre İslam Kuruluşları Federasyonu (FIDS), Avusturya İslam Toplumu (IGGÖ) ve Belçika İslam temsil kurumu Exekutif bu kurumlara örnek. Bunlardan bazıları doğrudan ilgili ülkelerdeki hükûmetlerin girişimleriyle, “Müslümanlar arasından resmî bir muhatap oluşturmak” amacıyla yukarıdan aşağıya bir anlayışla yapılandırılırken; bir kısmı ise tabandan yukarıya bir yaklaşımla doğrudan Müslümanların ihtiyaçlarının bir sonucu olarak kuruldu. 

Müslüman Temsil Kurumları Niçin Var?

Anayasal din hukuku ve din-devlet ilişkileri konusunda farklı geleneklerle hukuki düzenlemelere sahip olan Batı Avrupa ülkelerinde Müslüman temsil kurumlarının amacının aslında ortak olduğunu söyleyebiliriz: Müslümanların dinî yaşantısının kanunlar çerçevesinde icra edilebilmesi için devlete karşı Müslümanların menfaatini ve ilgilerini savunmak. Bu konuda Müslüman cemaatin talep ve ihtiyaçlarını dillendiren bu kuruluşlar, bazı ülkelerin zannettiği gibi “lobi” kuruluşları değil, “temsil” kuruluşları. Dolayısıyla ideal durum da, bu kuruluşların “lobi” mantığıyla değil, temel vatandaşlık sorumluluğunun bir yansıması olarak varlık göstermesi. 

Bu kuruluşlar, aynı zamanda Müslümanların kendi meselelerinde “özne olma” isteğinin ve özerkleşmelerinin de bir yansıması. Bu özneleşmenin gerçekleştiği zeminde Avrupa’daki Müslüman temsil kurumları bir şemsiye işlevi görüyorlar. Bu şemsiye, kendi çatısı altında bulunan yapıları bir arada tutuyor ve farklı fikirlerin süzgeçten geçirilerek enine boyuna düşünülmüş rafine pozisyonların oluşmasını mümkün kılıyor. 

Peki Müslüman temsil kurumlarının içerisinde yer almak bir zorunluluk mu? Bu sorunun cevabı elbette açık: “Dışarıda kalmak” meşru bir tercih. Fakat bir kurum için “Müslümanları ilgilendiren meselelerde devletle iletişimde ortak sese dâhil olmayacağım” demek, belirli düzenlemelerde de saf dışı kalmak ve söz sahibi olmamak demek. Aynı zamanda dışarıda kalmak, Müslüman kurumların kendi tabanına karşı sorumluluğunu da ihmal etmesi anlamına gelebilir.

  

Müslüman Temsil Kurumlarına Yaklaşımda Sorunlar

Ülkelerde Müslüman cemaati “temsil” iddiasıyla yola çıkan kurumların karşılaştığı ilk zorluklardan biri, bu iddianın karşılık bulup bulmayışıyla ilgili. Devletlerin alışık olduğu dinî organizasyon biçimlerinin kiliseler olduğu ülkelerde, merkezî bir dinî otoritenin bulunmadığı, daha yatay bir organizasyon yapısının benimsendiği Müslüman kurumlar, hem kuruluş tarihleri, hem de bu yapıları ve muhatabın zihnindeki beklentilerdeki uyuşmazlık nedeniyle bir kabul sorunuyla karşı karşıya. Hangi Müslümanların ne kadar temsil edildiği sorusu, genelde temsil kurumlarının yüzleştiği en büyük sorulardan biri. Bu kabul sorununu, hükûmetlerin bu kurumları kendi beklenti ve siyasi mülahazalarına göre şekillendirme arzusu izliyor. Müslümanların yeni çatı yapılanmaları, devletle bir irtibat partneri olarak karşı karşıya geldiğinde, bu beklenti içerisinde daha “progresif/ilerlemeci”, “modern”, “liberal” gibi etiketlerle dolu bir beklenti havuzuyla karşı karşıya kalabiliyorlar. 

Şu çok açık ki; Avrupa’daki hâkim siyasi yönelim, iktidarların ve zamanın ruhunun şekillendirdiği bir İslam oluşturmak arzusunda. Birçok ülkede bir çatı altında toplanmak, Müslüman cemaati devletin “Avrupa İslam’ı” beklentisi karşısında dokunulmaz yapmıyor. Devletler, –Fransa’da son aylarda görüldüğü gibi– taleplerini yerine getirmeyen ve duruşunu tabiri caizse “devletleştirmeyen” Müslüman kurumları iç güvenlik için potansiyel bir tehdit olarak görmeye meyledebiliyor. Bu durumda köken ülkelerle her türlü ilişkinin kriminalize edildiği bir ortam, bu durumu daha da zorlaştırıyor. Tüm bunlar, bir yandan devletlerin Müslümanlara güvensiz bir çerçeveden bakışını resmederken, diğer yandan Müslümanların devlete güvenini de zedeliyor. 

Müslümanların yerlileşmesi ve kurumsallaşması sürecinde Müslüman temsil kurumlarının bu anlamda türbülanslı zamanlardan geçtiği açık. Bu türbülans, Müslümanların “buralı” oluşunun getirdiği ihtiyaçlarla yakından alakalı. Dolayısıyla devlet ve Müslümanlar arasındaki iletişim, birçok konunun ilk defa konuşulması ve aynı zamanda taraflar arasındaki tanışıklığın görece yeni olmasının getirdiği güvensizliğin gölgesinde şekilleniyor.

Müslüman Temsil Kurumlarının İç Meseleleri

Devletin bu temsil kurumlarından beklentilerini bir yana bırakalım. Zira ortada “işleyen/mükemmel çatı kurumları” ve “kötücül beklentilere sahip devlet” gibi keskin bir hat da yok. Farklı dönemlerde farklı dalgalanmalarla şekillenen ve zikzaklı bir gelişim seyreden bu iletişimde Müslüman çatı kurumların çuvaldızı kendisine batırmasında da fayda var.

Müslümanların menfaatleri için bir araya gelmek birçok ülkede farklı etnik, geleneksel ve mezhepsel aidiyetlere sahip Müslümanlar açısından da başlı başına bir zorluk. Her ne kadar çatı kurumlarının ortak kimliği “Müslümanlık” olsa da, bu ortak kimlik, çoğu zaman etnik farklılıklar tarafından gölgelenebiliyor. Avrupa’daki ülkelerdeki Müslüman cemaat, çok farklı kökenlerden gelen, farklı tarihsel tecrübelere sahip olan heterojen bir yapıya sahip. Bu durum, olaylara bakışta siyasi görüş, üslup, yöntem gibi noktalarda çok derin farklılıklar oluşturabiliyor. Ayırt edici hususlardan biri de çatı kurumları bünyesindeki üye dernekler arasındaki yapı farklılıkları. Kimi üyeler bir cemaati güçlü temsil yapısına sahipken, kimileri bünyesinde çok daha az cami cemiyetini barındırıyor ya da temsil iddiası daha düşük. 

İmtiyaz Devri Bir Sorun Mu?

Ortaya çıkan bir diğer sorun, Müslüman ya da değil, bütün çatı kurumlarda görülen “yetkileri bir üst kuruma devretmek ve üye kurumun kısmen silikleşmesi” sorunu. Özellikle güçlü bir yapılanmaya ve geniş bir tabana sahip olan Müslüman dernekler, bir çatı kurumun bünyesinde yer aldığında kendi kurumsal gücünü ve bazı konularda kamuoyuna kendi sesiyle konuşma imtiyazını bir üst kuruma devretmek zorunda kalıyor. Fakat bazı imtiyazların çatı kuruma devredilmesi meselesi, sadece olumsuz bir durum değil. Bunu daha ziyade bir alışveriş olarak görmek daha isabetli olur.

Ortak karar yapılarına dâhil olan her Müslüman kurum, kendi kurum yapısını daha üst bir hiyerarşinin altında konumlandırması karşılığında, tartışma kültürü ve artıları/eksileriyle birlikte hareket etme tecrübesini kazanıyor. Ayrıca diyaloğa açık olmak, Müslümanları ilgilendiren meselelerde organizasyonel farklılıkları göz ardı edebilmek gibi meziyetler de bu sürecin artıları arasında. Dolayısıyla temsil kurumlarına dâhil olma ya da olmama tercihi, farklı kazanım ve kayıpları da beraberinde getiriyor. Çözüm; her kurumun kendi rengini kaybetmeden ama diğerlerinin rengini de silikleştirme hevesine sahip olmadan uzlaşıya açık olmasında yatıyor.

Her şeye rağmen Müslüman bir kurum için bir çatı kurumun altında diğer Müslüman kurumlarla bir masa etrafında oturmak demek, en baştan bu platformun bir müzakere alanı olduğunu, tartışmak ve bazen de çatışmanın bu ortamın tabii özelliği olduğunu kabul etmek demek. Bu ön kabule sahip olma erdemini gösteremeyen kurumlar açısından temsil kurumları, daimi bir çatışma ve güç gösterisini sergileme alanı hâline gelebiliyor. Uzlaşı kültürü ve gönüllü imtiyaz devri karşılığında bu yapıların demokratik karar alma süreçleri şu an için en ideal yapılar olarak görülebilir. Müslümanlar için tek ideal organize biçimi elbette çatı kurumlar oluşturmak değil; fakat tüm zorluklara rağmen bu yapıların sağladığı değerleri de gözden kaçırmamak gerek.

Müslüman Temsil Kurumlarının Geleceği

Bu yapıların bir diğer avantajı ise, köken ülkelerdeki yapılarla çok derin ilişkileri olan kurumların, artık istişare ağırlığını “buraya” çekmesi. Müslüman kurumlar “buralı” istişare mekanizmalarını tercih ediyor ve böylece yerel, fakat dinamik ve çağın zorluklarına cevap verebilen bir Müslüman kimliğin peşine düşmüş oluyorlar. Bu durum, Müslümanların bulundukları ülkelere kök salma sürecini de destekleyen bir süreç.

Bütün gerilim hatlarına rağmen; yani devletin Müslüman kurumları –tabiri caizse- şekillendirme arzusuna, kurumlarda bitmek bilmeyen iç tartışmalara ve iletişimin kısmen zorlu bir çizgi üzerinde cereyan etmesine rağmen, bu temsil kurullarının gerekliliğini tartışmak hatalı olur. Bugün Batı Avrupa’daki hâkim kamuoyunun, Müslümanların sadakatinden şüphe üzerinde şekillendiği bilinen bir gerçek. Güncel gelişmeler, zaten kurumsal haklar konusunda nihai entegrasyonu gerçekleşmemiş Müslüman toplum açısından zemini daha da sallantılı hâle getiriyor. Bütün bunları iyi okuyup, Müslüman cemaatin içerisindeki çeşitlilik ve potansiyeli, hayra sevketmeye hazır olmak, tutturulabilecek en isabetli yollardan biri. 

Almanya’da dinî cemaatlerle devlet arasında işbirliğine dayalı bir ilişki varken, Fransa’da son zamanlarda daha ofansif bir laiklik söz konusu. Ülkeler arasındaki fark kadar, ülkelerin kendi içinde de dinamik bir gelişim seyri var. Bu kadar değişiklik içinde, Müslümanların ve devletin birbirine güvenerek iletişimi sürdürmesi bir zorunluluk.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler