"“Uygur için özgürlük”"

Çin, Uygurları Hapsetme ve Yok Etme Siyasetine Hız Verdi

Çin hükûmeti Doğu Türkistan’da bulunan Müslüman Uygur azınlığa karşı şiddeti giderek artan acımasız bir baskı uyguluyor. Benzeri olmayan bir hapsetme yöntemiyle yürütülen bu baskı, yerel bölge halkını korkutucu bir sessizliğe zorluyor.

Fotoğraf: Anadolu Images

Çin hükûmeti Uygurlarla çoğunluğu Türk ve Müslüman olan diğer azınlıklara, dinî ve siyasi “fanatizmi” yok etme ve “sosyal istikrarı muhafaza” kisvesi altında din ve etnisite temelli baskı siyasetinin şiddetini artırdı. Uygurları hedef alan hükûmet politikaları arasında zorla kaybetme, insanları keyfi bir şekilde sayıları yüzlerle ifade edilen yeniden eğitim kamplarına, gözaltı merkezlerine ve hapishanelere kapatmak bulunuyor. Ayrıca müdahaleci gözetim teknikleriyle dinî pratik ve kültüre getirilen sert sınırlamalar da bu politikaların bir parçası.

“Yeniden Eğitim” Kampları

Doğu Türkistan’da hapishane benzeri yapılarda herhangi bir resmî suçlama ve gözaltı süreci olmadan tutulan Uygur ve diğer Müslüman azınlıkların sayısının 1.8 milyon olduğu tahmin ediliyor. ABD merkezli Uygur Hareketi ise bu sayının 3 milyondan fazla olduğunu belirtiyor.

Çin 2014 yılından itibaren yeniden eğitim programlarının çoğunluğu Uygurlardan oluşan öğrencilerinin yerleştirilmesi için toplama kampları, gözaltı merkezleri ve hapishanelerden oluşan devasa bir ağ inşa etti ve bu yapıları 2017 yılından beri genişletiyor. Gözaltı kamplarının sayısı 2018 yılından 2019 yılına kadar bir yılda 3 kat arttı. Bugün 1000’den fazla gözaltı kampı bulunuyor.

Pekin yönetimi bu kampların varlığını 2018 yılına kadar reddetti. Bu yerlerin ülke içindeki terörizmi engellemeye yardımcı olan ve insanlara faydalı beceriler kazandıran yerler olduğunu söyleyerek buraları önce “yeniden eğitim” kampları sonra ise “çalışma merkezleri” olarak adlandırdı ve hapsedilme iddialarını yalanladı. Daha sonra resmî anlatıyı değiştirerek bu hapsetme uygulamasını “mecburi ya da zorunlu çalışma biçimleri” olarak adlandırdı.

Ne var ki Çin hükûmetinin muhaliflere, ifade ve hareket özgürlüğüne yönelik uyguladığı sert sınırlandırmalar kapsamında insanların buralarda kendi iradeleri dışında tutulduğuna ve kapsamlı bir siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldığına dair yeterince kanıt mevcut.

Uygulara Çalışma Kampları

Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındıktan sonra Uygur Hareketi’nde iletişim direktörü olarak çalışmaya başlayan Julie Millsap, “Diasporada bulunan ve hikâyesi basına yansımış veya yansımamış kimle konuşursanız konuşun herkesin muhakkak en az bir aile üyesi kayıp ve bu inanılmaz bir şey.” diyor. Uydu görüntülerinin ve daha önce kamplarda kalmış kişilerin anlatılarının yanı sıra, BM İnsan Hakları Komisyonunun, İnsan Hakları İzleme Örgütünün ve Uluslararası Af Örgütünün raporları da Uygur Müslümanlarının silahlı kuvvetler, duvarlar, güvenlik çitleri, gözetim sistemleri ve gözetleme kuleleriyle çevrili hapishanelerde tutulduğunu belirtiyor.

Zorla kaybedilip bu gözaltı merkezlerine getirilen Uygurlar, daha sonra siyasi bir beyin yıkamaya ve Komünist Parti’ye itaate tabi tutuluyor. Gardiyanlardan rutin bir şekilde kötü muamele gören -ki bunların arasında işkence de bulunuyor- ve kötü yemek verilen Uygurlar, ayrıca çok kalabalık hücrelerde hijyenik olmayan koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

Raporlarda ayrıca Uygurların doğum oranlarını düşürmek için uygulanan ve aralarında zorla kısırlaştırma ve diğer nüfus azaltma yöntemlerinin de bulunduğu mecburi doğum kontrol kampanyalarına dair kanıtlar da var.

Dahası, insanlar kapatıldıkları bu alanlardan zorunlu olarak çalıştırılmaya, çoğu gözaltı kamplarından doğruca Doğu Türkistan’ın dışında yer alan fabrikalara götürülüyor. Avustralya Stratejik Siyaset Enstitüsü (ASPI) raporunda 2017 ile 2019 yılları arasında 80 binden fazla Uygur’un, Çin’in başka yerlerine götürüldüğünü ve “zorla çalıştırmayı andıran” çalışma koşulları bulunan fabrikalarda çalıştırıldıklarını belirtti.

Rahile Davut 2017’den Beri Kayıp

Çin yönetimi ayrıca Uygur kültürel mirasını sistemli bir biçimde yok etmeye çalışıyor. Bu uygulamalar arasında onlarca caminin, mezarlığın ve kültürel alanın tahrip edilmesi veya zarara uğratılmasıyla İslami pratiklerin yok edilmesi yer alıyor.

Gözlemcilerin belirttiğine göre Pekin, Uygurlara zulmediyor ve onları Komünist ideolojiye ve hâkim Han Çinlisi kültürüne asimile etmek için onların kimliklerini gösteren şeylere saldırıyor. Hapsedilen Uygurlu bilim insanı Rahile Davut’un kızı Akida Pulat, Çin devletinin Uygur kimliğini bastırmak ve Doğu Türkistan’ı sıkı denetim altında tutmak için çok sayıda kişiyi kaçırıp hapsettiğini öne sürüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan genç kadın, “Çin’in amacı kültürümüzü yok etmek ve entelektüellerle diğer etkili kişilere işkence ederek toplumumuzu daha sıkı kontrol altında tutmak.” diyor.

Tanınmış bir profesör ve kanunlara saygılı bir vatandaş olan Davut, Çin hükûmeti tarafından 2017 yılının aralık ayında alıkonmuştu. O zamandan beri ne kızı kendisinden haber alabiliyor, ne de aile üyeleri kendisinin nerede olduğu hakkında bir fikre sahip. Uygurların mobil ve online iletişimlerinin her gün gözetim altında olması sebebiyle annesinin durumunu akrabalarına soramadığını belirten Pulat, “Annemle iletişimimi yitirdikten sonra nerede olduğunu aile üyelerimize defaatle sordum. Bana herhangi bir detay vermeden söyledikleri tek şey, uzak bir yerde işi olduğu ve ileride eve döneceği oldu.” diye anlatıyor. Pulat bugün hâlâ Pekin’deki yetkililerden Davut’un alıkonulmasıyla ve hangi suçla suçlandığıyla ilgili bilgi istiyor ve annesinin serbest bırakılması için çalışmalar yürütüyor.

Bunun gibi yüzbinlerce başka Uygur da kaybolan yakınlarının yeri ve akıbeti hakkında ne bir haber alabiliyor, ne de sorularına Çin hükûmeti tarafından yanıt veriliyor. Yetkililerin, konuştukları takdirde aile üyelerini hapisle, işkenceyle veya infazla tehdit etmesi karşısında bu insanların çok azı konuşma cesareti buluyor. Uygur Hareketi iletişim direktörü şunun altını çiziyor: “Aile üyelerinin, sevdiklerinin nerede tutulduğunu veya işledikleri suçların kanıtlarını öğrenmeleri imkânsız. Çin rejimi hiçbir bilgi vermiyor.”

Doktor Gülsan Abbas’tan 3 Yıldır Haber Alınamıyor

Uygur kökenli Amerikalı Ziba Murat da son iki senedir, 2018 yılının eylül ayında evinden kaçırılan emekli bir doktor olan annesi Gülsan Abbas’la ilgili herhangi bir bilgi alabilmek için mücadele ediyor. Ziba Murat, annesini içine kapanık, entelektüel, herhangi bir sabıkası ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan herhangi bir ülkeyle bağlantısı olmayan, siyasetten uzak bir kişi olarak tarif ediyor. Murat, “Şok oldum. Ne kadar düşünürsem düşüneyim annem gibi birisinin hedef alınacağı aklıma gelmezdi.” şeklinde konuşuyor.

Ailenin yakın bir zamanda öğrendiğine göre emekli doktor, geçtiğimiz yılın mart ayında terörizm bağlantılı suçlamalardan 20 yıl hüküm giymiş. Ziba Murat, bu hükmün annesi kaybolmadan bir hafta önce, Doğu Türkistan’daki insan hakları meselesiyle ilgili konuşan halası Ruşan Abbas’ın faaliyetleriyle ilgili olduğunu düşünüyor. “Hükûmete hiçbir tehlike oluşturmuyordu. Ona yöneltilen suçlamalar çok saçma.” diyen Murat sözlerine şöyle devam ediyor: “Ortada kanıt olmayışının yanı sıra yargılamanın kapalı kapılar ardında gerçekleşmesi ve onun gözaltına alınması, suçlanması, yargılanması ve mahkumiyeti noktasında aşırı hızlı davranılması Çin’in iddialarının yalan olduğunu kanıtlıyor.”

Uzun Zamandır Süren Ayrımcılık ve Baskı

Uygur topluluğu yıllardır Çin Komünist Partisi ve hükûmetinin sıkı yönetimi ve kontrolü altında  düşünülebilecek en kötü ayrımcılığa, siyasi ve sosyal baskıya ve boyun eğdirme politikalarına maruz kalıyor. Toplu kaybolmaların, polis baskınlarının ve yakalamalarının, rastgele tutuklamalarla infazların, duruşmasız yargılamaların, dinî ve kültürel özgürlüklerin ve ana dil üzerinde giderek artan baskıların yanı sıra, pasaportların zorla yerel polise teslim edilmesi uygulamaları da yaşanıyor. Her şeyi kuşatan gözetleme uygulamaları ve yoğun askerî mevcudiyet, yetkililerin her an müdahale için tetikte ve hazır olmasını mümkün kılıyor.

Pekin, tüm bunlara ek olarak devasa bir Han Çinlisi nüfusunun Doğu Türkistan’a göç etmesini destekledi. Sonrasında da bu Han Çinlisi nüfusun lehine olarak Uygurların ekonomik fırsatlara erişimini engellemek gibi bazı uygulamaları hayata geçirerek ayrımcı eğitim ve sosyal politikalarla Uygurları hedef aldı.

Doğu Türkistan bol miktarda petrol ve mineral kaynağı barındırmasının yanında, dünya pamuk üretiminin de yüzde 20’sini karşılıyor. Tüm bunlar hükûmetçe desteklenen Han Çinlisi nüfusun bölgenin doğal kaynaklarının sömürülmesi için yoğun biçimde Doğu Türkistan’a gelmesine sebep olan şeyler. Bu göç, bölgenin demografik ve etnik dengesini önemli ölçüde değiştirdi. Bölgenin ekonomik önemi göz önüne alındığında, Çin’in ülkenin uzak batı kısmında yer alan bu bölge üzerindeki mutlak hâkimiyetini sürdürmesi stratejik önem taşıyor.

Yeni kanıtların gösterdiği üzere yüzbinlerce Uygur diğer azınlıklarla birlikte Doğu Türkistan’ın pamuk sektöründe düzenli olarak zorla çalıştırılıyor. Son zamanlarda uluslararası markalar Çin menşeli pamuk kullandıkları için insan hakları örgütleri tarafından yoğun bir biçimde eleştiriliyor.

Gecikmiş ve Cılız Uluslararası Tepki

Çin, Uygurlara yönelik korkunç politikaları ve uygulamaları sebebiyle sadece son birkaç yıldır uluslararası toplumdan tepki görüyor. Bilginin engellenerek eleştirinin susturulduğu, yoğun askerî mevcudiyetin ve gözetimin olduğu bu bölgede insan hakları ihlalleri neredeyse hiçbir cezai yaptırım olmadan işleniyor; uluslararası toplumun tepkisi ise çok cılız ve çok gecikmiş.

Millsap, aktivistler olarak Uygurların hak ve özgürlükleri için mücadele etmenin ne kadar zor olduğundan bahsediyor. Verilen mücadele için bir yandan karalayıcı saldırılara maruz kalınırken, diğer yandan da Çin devlet yetkililerince dolaşıma sokulan yanlış bilgiler ve Uygurlara konuştukları için yöneltilen tehditlerle uğraşıyorlar. “Çin sadece bu gaddarlıkları işlemekle kalmıyor. Son birkaç yıldır kendi alışıldık tepkilerinin ötesine geçmiş durumdalar ve hem bize saldırıyorlar, hem de uluslararası kanaati değiştirebilmek için yanlış bilgi yayıyorlar.” diye konuşan Millsap, uluslararası tepkinin de “inanılmaz derece yavaş” olduğunu belirtiyor.

Öte yandan, kaybolan Uygurların aileleri Pekin yönetimi üzerindeki baskıyı devam ettirerek kaybolan akrabaları hakkındaki gerçeği öğrenmek için mücadele etmeye devam ediyor. Ziba Murat, “Dünya hiçbir şey yapmadan dururken Çin bizim kültürümüzü ve dinimizi yok ediyor, masum insanları öldürüyor ve insanlarımızı bizden alıyor.” diye dert yanıyor ve kararlı bir biçimde ekliyor: “Ama biz sessiz kalmayacağız, bu suçları açığa çıkarmaya devam edeceğiz. Benim mücadelem bitmeyecek, annem özgür kalana kadar sesimi yükseltmeye devam edeceğim.”   

Alessandra Bajec

Alessandra Bajec Tunus merkezli serbest gazeteci. 2010-2011 yılları arasında Filistin’de yaşadı. Metinleri rt.com, CounterPunch ve Avrupa Gazetecilik Merkezi dergisinde yayımlandı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler