'Dosya: İslam Sanatı'

Oryantalizm Ekseninde Doğu ve Batı Sanatının Etkileşimi

Batılı sanatçıların gözünden Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının, yerlerinin ve sanatlarının tasviri ve taklidi olarak bilinen Oryantalizm, yüzyıllar boyunca çeşitlilik göstermiştir. Bu sürecin sonucu ise bir dizi ilişkilenmeden ve etkiden ilham alan geniş bir sanatsal üretim oldu.

1 Kasım 2021 Julia Tugwell
Görsel: Everett Collection/ shutterstock.com. Değişiklikler: Perspektif

“Batı” ile “Doğu” arasındaki ilk karşılaşmalar ticaret, diplomatik ilişkiler ve askerî çatışmaların yanı sıra seyyahlar vasıtasıyla yaşandı. Kurulan bu ilişki materyallerin ve nesnelerin yoğun bir değiş tokuşuna yol açtı. Bu değiş tokuş da yeni fikirlere, kültürlere ve sanatsal üretimlere dair daha fazla bir merak uyandırdı. Daha o zamanlarda yerleşik bir ticaret merkezi olan Batı Venedik, 13. yüzyıl gibi erken bir dönemde İslam dünyasının belli bölgeleriyle sıkı ilişkiler geliştirmişti. Bunlar arasında Mısır ve Suriye’deki Memlükler başı çekiyordu; daha sonrasında ise Anadolu’da büyüyen Osmanlı İmparatorluğu ve İran’daki Safevîler de bu topraklar arasına eklendi. Bu ilişkiler vasıtasıyla, Müslümanların ürettiği nesnelerle aralarında metal işlerinin, seramiklerin, cam işlerinin, tekstil ürünlerinin ve el yazmalarının da bulunduğu sanat eserleri el değiştirerek Avrupalıları yeni biçimlerle, tarzlarla ve tekniklerle tanıştırdı.

Sanat ve Siyaset

Komşu topraklar arasındaki ilişkiler arttıkça diplomatik ilişkiler daha da önemli hâle geldi; özellikle de söz konusu barış ve gerilim arasında gidip gelen Venedik Cumhuriyeti ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiler olduğunda. Diplomatik yolculuklara sanatçılar da yolculuklarda karşılaşılan manzaraları ve insanları betimlemek için genellikle eşlik ediyorlardı. Örneğin 17. ve 18. yüzyıllarda yaşamış olan Flaman-Fransız sanatçı Jean Baptiste-Vanmour, İstanbul’da bulunan Topkapı Sarayı’nda bir elçilik delegasyonunu kayıt altına almak gibi nadide bir şansa sahip olmuştu.

Bu kayıtlar arasında farklı insanları ve kıyafetlerini, çoğu zaman etnografik açıdan betimleyen giysi kitapları özellikle yaygındı. Avrupalı sanatçılar yolculuklarında karşılaştıkları insanları, onların farklı kültürel, dinî ya da iş kıyafetlerini belirterek ve çizerek “tasnif” ederlerdi. Bu çizimlerin birçoğu daha sonra başka sanatçılar tarafından atölyelerinde yeniden kullanılır ve nesilden nesile aktarılırdı. Bu çizimler nihayetinde basmakalıp bir figür hâline gelirdi. Diplomatik ilişkiler gibi askerî seferler ve toprak genişlemeleri de sanatsal üretimin artmasına katkı sağladı.

Napolyon Bonaparte’ın 1798 yılında Mısır’ı işgali sonrasında birçok Avrupalı sanatçı Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı çok daha fazla ziyaret etti mesela. Bu süreçten doğan en önemli yayınlardan biri, Fransız hükûmeti tarafından 10 yıllık bir süre zarfında yayımlanan ve manzaraların, mimari eserlerin ve kültürel mirasların detaylı tasvirleriyle dolu olan 24 ciltlik “Description de l’Egypte” (Mısır’ın Tasviri) oldu. Avrupalı ziyaretçiler tarafından yapılan tüm sanatsal üretimler belgeleme mahiyetinde değildi tabii ki. Sanat, propaganda için de kullanışlı bir araçtı. Yerel halkı -geri kalmış ve medeniyetten yoksun- olarak gösteren aşağılayıcı betimlemeler bölgede Batılı bir sömürgeci mevcudiyeti meşrulaştırma aracı olarak kullanıldı.

Avrupalıların “Şark” Tasavvuru

19. yüzyıla gelindiğinde “Şark” ile ilgili fikirler Avrupalıların zihinlerini oldukça meşgul ediyordu. Sömürgelerin genişlemesinin yanı sıra tren yolları ve buharlı gemiler sayesinde artan yolculuklar sonucunda Avrupalı sanatçılar daha sonra daha geniş halk kitleleri için de ulaşılabilir olan seyahat anlatıları, haritalar, çizimler ve resimler ortaya koydular. Doğu, birçok insan için Avrupa Romantizminin kavramlarıyla sarmalanmış mitsel ve ideal bir mekân hâline geldi. Sekülerizmin ve endüstrileşmenin yükselişiyle karşı karşıya olan Avrupa halkı için İslami ritüeller ve gelenekler gibi ibadet sahnelerinin yanı sıra el değmemiş topraklar ve görkemli kalıntılar bir cazibe oluşturdu.

Harem sahneleri, zamanın sanatında ifade edilen fantezi ve gerçeklik arasındaki daha büyük ayrımı örnekleyen bir başka popüler konuydu. Harem, hiçbir Batılı erkeğin girme imkânının olamayacağı özel, kutsal ve eve ait olan bir mekândı. Oryantalist sanatçıların ve yazarların hayal dünyasını besleyen de belki tam da haremin bu yasak doğasıydı. Bu imgesel harem sahneleri tipik olarak kumaşlar, vazolar, parfümler ve kahve fincanları gibi güzel nesnelerden oluşan lüks bir ortamda bulunan kadın hizmetkârları veya çıplak ya da Şark’ın kıyafetleri içinde uzanan “odalıkları” gösteriyordu.

Oryantalist sanatçıların kendi atölye sınırları içinde Doğu’dan sahneler resmetmeleri gayet yaygın bir şeydi. Birçok sanatçı özellikle Fas’a, Cezayir’e, eski Osmanlı topraklarına, Doğu Akdeniz’e, Mısır’a ve başka yerlere yolculuklar yapıyordu ve buralardan daha sonra stüdyolarında çizdikleri resimlerin dekorlarında kullanmak üzere eserler ve nesneler topluyordu. Sahnelenen bu resimler ya tamamen hayal ürünüydü ya da kısmen seyahat çizimlerine ve fotoğraflara dayanıyordu. Bu resimlerde genellikle insanlarla tarihsel ve coğrafi olarak aynı yere ait olmayan mimari özelliklerle nesneler yan yana bulunuyordu. Avusturyalı ressam Ludwig Deutsch’un resimlerinde mesela aynı dekorlar farklı resimlerde yeniden ortaya çıkıyordu. Bundan dolayı da bu resimler hususi bir mekânın veya anın hikâyesinden ziyade o nesnelere dair bir şeyler söyler.

İdealize edilen bir geçmiş, sekülerizm ve endüstrileşme çağındaki Avrupa’da nasıl ki geniş kitlelere cazip geliyorsa, Orta Doğu’dan ve Kuzey Afrika’dan gelen incelikli tasarım teknikleri de öyle çekti onları. Özellikle de İslami geometrik desenler ve bitki süslemeleri saf, doğal ve incelikli olarak görülerek yaygın bir biçimde taklit edildi ve benimsendi. Mısır ve Suriye’den çıkan sırlı cam ve Türkiye’den gelen İznik seramikleri gibi eserler Avrupa’daki üretimi kuvvetle etkiledi. Bu eserler üst düzey zanaatkârlıklarıyla birlikte Avrupa’da hayranlık uyandırdı. Bu eserlerin birçok örneği Avrupalı koleksiyonerlerin evlerine ve müzelerin kataloglarına girdi, uluslararası fuarlarda sergilendi.

Oryantalizm’in Ötesinde

Orta Doğu ve Kuzey Afrika halklarının, mekânlarının ve sanatlarının betimlenmesi ve taklit edilmesi 20. yüzyılın başları ile ortaları arasında gözden düşmeye başladı. Yine de sanatçıların kelime dağarcığında, özellikle odalıkların haremdeki hayali sahnelerini anımsatan bazı referanslar kaldı.

Farklı bir doğrultuda, bazı modernist sanatçılar giderek İslam sanatını soyutlama ve sembolizm merceğinden inceleyerek ilham aldılar. Bu noktada geometrik ve arabesk desenlerle hususi olarak ilgilenen İsviçreli-Alman ressam Paul Klee’yi örnek verebiliriz. 1970’lerde Filistin kökenli Amerikalı akademisyen Edward Said oryantalizm meselesini şiddetle eleştirdi ve bu kavramın tarih boyunca Batı merkezli bir Doğu tasavvurunu içerdiğini vurguladı. Batı’nın Doğu’yu, özellikle de edebiyat aracılığıyla resmettiği aşırı raddede romantikleştirilmiş temsilleri eleştirdi. Bu husustaki eleştirel değerlendirmeler, kendi işleri vasıtasıyla tartışma yürütmek için bu görsel dile atıfta bulunan, şarkiyatçılığın hem bir sanat hareketi hem de bir söylem olarak ürettiği uzun vadeli etkileri ortaya koyan çağdaş sanatçılar tarafından hâlâ sürdürülüyor

Julia Tugwell

Toronto Üniversitesi’nin İslam Sanatları Tarihi bölümünde yüksek lisansını tamamlayan Julia Tugwell, aralarında Doha’da Oryantalizm Müzesi ve İslam Sanatları Müzesi’nin yanı sıra Londra’da British Museum’un da bulunduğu çeşitli müzeler ve galerilerde araştırmacı, küratör ve proje yöneticisi olarak görev aldı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler