'Avusturya'

Viyana’da Yeni Bir Rüzgâr?

Avusturya’da Kurz’un İslam siyasetinin yıkıcı etkileri çokça tartışıldı. Kurz’un gidişinin ardından yeni dönem ise eski yaraları sarmak için bir fırsata dönüşebilir.

Der Standard gazetesi yazarlarından Jan Michael Marchant Avusturya’da son aylarda gözlemlenen bazı değişikliklere dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.  Ona göre Sebastian Kurz’un gitmesi ve Karl Nehammer’in gelmesiyle birlikte İslam siyaseti yeni bir şekil almışa benziyordu. Kurz’un estirdiği sert rüzgarların an itibarıyla durduğunu gözlemliyordu. Gözlemlerini Kurz dönemi İslam siyaseti icraatlarının izlerini sürerek aktardı.

Yorumu, hükûmetin 2017-2021 yılları arasında Müslüman azınlıkla ilgili neler yaptığını içeriyor. Yazarın makalesinde sıraladığı noktalar ortamın ne kadar gerildiğini, nasıl bir kutuplaştırıcı sert siyasetin uygulandığını tekrar hatırlatıyor. Değerlendirmesinin girişinde yaptığı bir tespit basit ama ilginç. Bu tespite göre ülkedeki Müslümanların meselelerinden de sorumlu olan, Türkçe tercümesiyle Diyanet İşlerinden Sorumlu Bakanı (Alm. “Kultusministerin”) Müslüman kuruluşların temsilcileriyle en son yıllar önce, yani Kurz iktidarından önce iftar yemeğinde bir araya gelmiş. Bu aynı zamanda Avusturya’nın üçüncü büyük dinî grubunu teşkil eden Müslümanlara yönelik siyasetin nasıl bir körleşme içerisinde olduğunu gösteren sembolik ve manidar bir tespit.

Kurz Döneminde Sertleşen Siyaset

4 yıllık zaman zarfında yaşananların yanında “iftar yemeğinde bir araya gel(eme)mek” meselesi biraz hafif kalıyor. Müslümanların temel vatandaşlık ve dinî haklarında kısıtlamalara gidilen bir dönemde İslami kuruluş temsilcilerinin katıldığı iftar yemeğinden uzak durmak Kurz kanadı açısından tutarlı bir şey aslında! Bu detaydan bağımsız bir şekilde resmin tamamına baktığımzda Sebastian Kurz’un Müslümanlarla beraber gerçek hayattaki sorunlara yönelik kalıcı çözüm siyaseti üretmek yerine sembolik düzeyde siyaset yapma tercihinde bulunduğunu görüyoruz.

Bu tercih temelde “siyasal İslam” meselesinde attığı adımlarda kendini gösterdi. Nitekim “siyasal İslam ile mücadele” hükûmet programında yer alan maddelerden biriydi. Müslüman Kardeşler, Ülkücüler ve Hamas’ı sembolize eden işaretlerin kullanımı yasaklandı. Siyasal İslam Dokümantasyon Merkezi kuruldu. Bu merkez kamuoyunda İslami cemiyet ve kuruluşları fişleme aracı olarak yorumlanan İslam Haritası (Alm. “Islamlandkarte”) projesini uygulamaya geçirdi. Avusturya’daki bazı İslami kuruluşları yurtdışındaki yapıların temsilcisi olarak yansıtan raporları yayınladı.

Sadece bunlarla da kalınmadı. Viyana’da 2 Kasım 2020 tarihinde düzenlenen terör saldırısının ardından cami kapatıldı. Luxor davası olarak bilinen davada Müslüman Kardeşlerle bağlantılı oldukları iddiasıyla birçok Müslüman kişinin evine baskın düzenlendi. Şükür ki siyasetin açtığı bu yaralara hukuk merhem olmaya çalıştı. Kapatılan cami geri açıldı. Luxor dosyası boşa çıktı. Bu arada “siyasal İslam”ın bir suç olarak ceza kanununda yer alması için yasa taslağı geliştirildi. Tabii eşitlik ilkesine ters düştüğü için tüm dinleri kapsayacak şekilde “dinî ekstremizm” ifadesi kullanıldı. Hukukçuların itirazlarına rağmen taslak yasalaştı. Geride bırakılan aylar içerisinde bu cezanın verildiği bir olayla bile karşılaşılmadı. Anaokulu ve ilkokulda başörtüsü yasağı getirildi. Avusturya Anayasa Mahkemesi yüreklere su serpen bir kararla ilkokullardaki başörtüsü yasağının eşitlik ilkesine aykırı olduğuna hüküm vererek yasağı iptal etti. Gazeteci Marchant yazısında bunları özetle sıralıyor. 

Radikalleşen Muhafazakârlık

İnsan bunları okuyunca bu derece negatif bir ortamın oluşmasının sebeplerini düşünmeden edemiyor. Diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında Avusturya’nın özel bir konumu var. Zira Avusturya’da İslam tarihsel nedenlerden dolayı hukuki statüsü olan bir din. Kurz iktidarına kadar da bu denli bir gerilim ortamı oluşmamış. Acaba neler oldu da gerilim siyaseti uygulandı? Başta Viyana’daki terör saldırısı sonrası atılan adımlar olmak üzere her bir olayı iktidar açısından kendi şartları içerisinde meşrulaştırmak mümkün. Ancak belirli bir kesime yönelik çoğunlukla negatif bir siyasetin geliştirilmesi, üzerinde durulması gereken bir zihniyetin varlığına işaret ediyor.

Bu noktada Natascha Strobl meselenin sadece Müslümanlarla ilgili olmadığını gösteren bir izahat geliştiriyor.  Strobl, “radikalleşmiş muhafazakârlık” başlığı ile geleneksel muhafazakâr partilerin dönüşümünü izah ediyor. Bu yaklaşıma göre uzun tarihe ve geleneğe sahip olan bu partiler 2. Dünya Savaşı sonrasında uzlaşma eksenli siyaset anlayışı takip ettiler. Bu açıdan toplumun farklı kesimlerinin desteğini almak önemliydi. Ona göre “Avusturya’da bu uzlaşma siyaseti işveren ve çalışan arasındaki kooperasyonda görüldüğü gibi sosyal partnerlikte de kendini gösteriyor; çatışmalar çözülüyor ve çıkar eşitlemesiyle sonlandırılıyordu.”

Radikalleşen muhafazakârlık bu anlayıştan ve dolayısıyla normal siyasetten kopuşu beraberinde getirdiği için Sebastian Kurz ile birlikte Avusturya’da yeni bir dönem başladı. Yine Strobl’un tespitine göre “…21. yüzyılda siyasette anlatı, tarih ve bunlarla bağlantılı duygular önemlidir. Mesele artık detaylı bir program oluşturarak bunu inandırıcı bir şekilde temsil etmek değildir. Mesele yeni bir güven duygusu vermektir. Toplumsal ve ekonomik çalkantı dönemlerinde bu duygu savunmacı ve statik değil agresif ve dinamik duygudur. Var olan ihtiyaca geçerlilik kazandırma sözü, radikalleşmiş muhafazakarlığın ideolojik özüdür.” Öyle görünüyor ki Kurz, toplumun ihtiyaç hissettiği güven duygusunu ülkedeki Müslümanları doğrudan etkileyen meselelerde kutuplaştırıcı siyaset takip ederek vermiş.

Kıştan Bahara Mı Geçiliyor?

14 Mayıs’ta resmen parti başkanlığına seçilen ve selefine kıyasla liberal olarak bilinen Karl Nehammer ılımlı yaklaşım gösterecek mi? Marchant’ın üzerinde durduğu bu sorunun cevabı gelecek dönem açısından çok önemli. Bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bu yazı acaba kış mevsiminin ardından gelecek olan baharın habercisi mi?

Girişte değindiğimiz iftar yemeğine tekrar dönecek olursak; Bakan Susanne Raab’ın Müslüman temsilcileri iftar yemeğinde ağırlamış olması yeni dönemin ilk mesajı olmuş olabilir. Müslüman temsilciler de uzun bir aradan sonra gelen davete şaşırmış olacak ki kulislerde iç tartışma yaşadılar. Geride bırakılan dönemde sert siyasi çizgide yer alan bir bakanın davetine icabet etmeli mi yoksa mesafeyi korumalı mı? Müslüman temsilcilerin tamamına yakınının davette yer almış olması sağduyuyla hareket edildiğini gösteriyor. Nihayetinde yeni döneme geçiş yapmak ve önceki dönemin açtığı yaralar hakkında bilgi vermek açısından iletişim kanallarının açık olması Müslüman cemaatler için de önemli. Aynı ülkeyi paylaşan kişilerin, özellikle de siyasetçilerle sivil toplum temsilcilerinin iyilikleri paylaşabilmek ve sorunları aşabilmek adına bir araya gelebilmeleri şart.

Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken bir nokta, tarafların geçmişe dair üç maymunu oynamaması. Hafızası güçlü olan topluluklarda geçmiş kolay kolay unutulmaz, hiç yaşanmamış gibi davranılmaz. Geçmişin yaralarının sarılması, hatalardan dönülmesi aynı zamanda gelecek adına bir güven tazelemesi olacaktır. Viyana’daki terör saldırısının ardından İslami kuruluşlar iyi bir sınav vererek toplumun ve devletin yanında yer aldılar. Bir şahsın suçu yüzünden caminin kapatılmaması gerektiğinin bilincinde ve ülkenin güvenlik ve istihbarat birimlerine güvenerek caminin kapatılmasını o an itibarıyla kabullenmek zorunda kaldılar. Luxor davasında yargıdaki sürecin nereye varacağını takip ettiler. Yukarıda değindiğimiz gibi caminin geri açılması, Luxor davasının boşa çıkması ve Anayasa Mahkemesinin ilkokullarda başörtüsü yasağını kaldıran kararı hukuk düzenine güveni tazeledi. Hukuk geçmişteki yanlışların tamir edilmesi adına yapıcı bir görev ifa etti.

Siyasetin Güven Tazelemesi

Siyasete olan güveni tazelemek adına da bazı yanlışlardan dönülmesi şart. Bu noktada Mayıs ayının sonlarında Avusturya Başbakanlığının eyaletlerle birlikte anaokullarındaki başörtüsü yasağını kaldırdığını göz önünde bulundurmak gerek. Bir hatadan daha dönüldüğünü gösteren olumlu bir gelişme. Bu adım siyasetin sadece iftar yemeğiyle sınırlı kalmayıp diğer yaraları da iyileştirmeye niyetli olduğunu yansıtıyor. Bu normalleşme sürecinde masaya yatırılması gereken konuların başında Siyasal İslam Dokümantasyon Merkezinin geleceği de geliyor. Bu yapı Kurz siyasetinin ajandası doğrultusunda kurulmuştu. Bu merkezin desteğiyle uygulamaya konulan İslam Haritası internet sayfası çalışması çok tartışıldı. Yayınladığı raporlar İslami kuruluşlara yönelik şüpheleri, önyargıları, korkuları besledi. Bu yapıyla ilgili de bir adımın atılıp atılmayacağını, atılacaksa bunun ne yönde olacağını önümüzdeki haftalarda veya aylarda göreceğiz. 

Farklı toplumsal kesimlerin birlikte yaşamasında veya karşılıklı kabul görmesinde siyaset kilit rol oynuyor. Bunu Avusturya’da geride kalan dört yılda fazlasıyla gördük. Ortamın gerilmesi bir siyasi kanada politik menfaat sağlamış olabilir. Fakat aynı ülkede birlikte yaşam, karşılıklı kabul görme, aidiyet vasıflarıyla bir kesimin temel hakları zarar görüyorsa bu ülke adına hayra alamet bir durum değil. Zor günlerin ardından Başbakan Karl Nehammer ile başlayan dönem şimdilik ülkedeki Müslümanlar açısından yenilikleri beraberinde getirmişe benziyor. Yeni dönem, yıkıcı olan siyasetin aynı zamanda ne kadar yapıcı olabileceğini gösteren bir fırsata dönüşebilir.

Dipnot

Yazarın yorumuna ulaşmak için: Jan Michael Marchant: Was von Altkanzler Kurz’ Wahlschlager “politischer Islam” übriggeblieben ist.

Natascha Strobl Radikalisierter Konservatismus (Tr. Radikalleşen Muhafazakarlık) isimli kitabında bu konuyu ele alıyor.

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler