'Dosya: "Küresel Gıda Krizi"'

Dünya Gıda Krizinin Yapısal Nedenleri ve Krizden Çıkışın Yolları

Küresel endüstriyel gıda sistemi, bugünkü gıda krizinin de temel faktörlerinden biri olarak görülüyor. Peki dünya gıda krizinin yapısal nedenleri ve krizden çıkışın yolları neler?

Fotoğraf: ©DOERS/ shutterstock.com

İç ve dış savaşlar açlığın ve beslenme yetersizliğinin en önemli sebepleri olarak biliniyor. Aynı zamanda açlığın da savaşlara ve politik çalkantılara neden olduğunu uzak ve yakın tarihimizdeki örneklerden görüyoruz. Maalesef uluslararası insan hakları ve insani hukukun oldukça detaylı kurallarına rağmen açlık, beslenme yetersizliği ve kıtlığın 21. yüzyılda dünya nüfusunu besleyebileceğinden çok daha fazla gıda üretilmesine rağmen artarak devam ettiğini tespit edebiliriz.  Özellikle son yıllarda İkinci Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir kıtlığın Afrika’da birkaç ülkede aynı zamanda devam etmesi gıda sistemlerinde bir şeylerin yanlış gittiğinin bir göstergesi. Birleşmiş Milletler bünyesindeki Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Temmuz 2022’de yayınlanan yıllık raporuna göre şu anda 50 milyon kişi kıtlığa doğru adım adım ilerliyor. 1 milyara yakın kişi açlıkla mücadele ediyor. 3.2 milyar kişi ise sağlıklı beslenebilecek kadar gelire sahip değil.

2022 yılının şubat ayında başlayan ve hâlen devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın gıda ticaretine olan olumsuz etkisi ise açlık sorununu küresel platformlardaki gündemin en önemli konularından biri hâline getirdi. Küresel gıda ve beslenme krizinin nedenleri son yıllarda FAO’nun raporlarında da devamlı olarak tekrar edildiği üzere iç ve dış savaşlarla ayaklanmalar; iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık, su baskınları, siklon ve fırtınalar ve ani ekonomik  şoklar. COVID-19 pandemisi ise aslında geleceği tahmin edilmekle birlikte dünyayı hazırlıksız yakalayan yeni bir açlık nedeni olarak literatüre girdi. Pandeminin hâlen devam eden etkileri gıda tedarik zincirlerinin kırılmasına neden olunca son yıllarda devam etmekte olan sorunların da birleşmesi ile dünya bir kısır döngü içine girdi. Bunun akabinde çıkan Rusya-Ukrayna Savaşı önce dünyanın önemli tahıl, gübre ve enerji merkezlerinden biri olan Karadeniz Bölgesi ülkelerini, daha sonra Avrupa ülkelerini etkilemeye başlamış, en son olarak da gıda güvencesi için ithalata dayalı Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile gıda yardımları ile yaşayan Afrika ülkelerini derin bir gıda krizi içine sokmuştur.

Daha önce çoğunlukla savaşlar ve iklim krizleri nedeniyle kıtlığın eşiğinde yaşayan birçok Afrika ülkesinde özellikle Güney Sudan, Nijerya’nın kuzey doğusu, Somali ve Yemen’de  30 milyonu aşkın kişi Rusya-Ukrayna Savaşı’nın doğurduğu krizden en çok etkilenen yerler. Malawi, Sudan, Afganistan, Kongo ve Suriye’de milyonlarca insan gıda yardımı olmadan yaşayamayacak durumda. Bu ülkelerdeki durum her geçen gün daha da zorlaşmakta ve uluslararası toplum acil önlemlerle cevap vermez ve de açlığın yapısal nedenleri çözümlenmez ise kıtlığa doğru gidiş muhakkak.

“Savaştan Kaçabilirsiniz, Ama Kuraklıktan Kaçamazsınız”

Afrika kıtası, nüfusuna oranla dünyada açlıktan en çok ve en yoğun olarak etkilenen kıta.   Küresel gıda fiyatlarındaki artış, COVID-19 pandemisi, iklim değişikliği, giderek artan iç ve dış savaşlar, verimsiz tarım ile birleşince inanılmaz ürün kayıpları, kurumuş topraklar, milyonlarca ölü ve ölmekte olan hayvanlar ile beslenme yetersizliğinden muzdarip çocukların resimleri bugünkü gıda krizinin Afrika’yı nasıl derinden etkilediğini dünyaya gösteriyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Afrika Birliği’nin raporlarına göre tahminen 346 milyon Afrikalı son 40 yılın en zorlu gıda krizi ile savaşıyor. Bu her dört Afrikalıdan birinin, bir dahaki öğünün nereden geleceğini bilmeden yaşamaya çalıştığını gösteriyor. Sahra Altı Afrikasında ise her yıl 5 yaşın altındaki 3.2 milyon çocuk açlık ve yetersiz beslenmeden hayatını kaybetmekte.

Kuzey Somalili bir sivil toplum liderinin, “Savaşlardan kaçabilirsiniz ama su ve gıda yokluğundan, kuraklıktan kaçamazsınız.” cümlesi bu durumu anlatması açısından çok anlamlı. Şu anda Somali’de yaşananlar, Sahra Afrikasında ve Afrika boynuzu ülkelerinde tekrarlanmakta. Yağmur suyuna dayalı tarım son yıllardaki kuraklık nedeniyle tamamen durduğu gibi, 7 milyon hayvanın telef olmasına neden olmuş, tek gelirleri hayvancılık olan 14 milyon kişiyi neredeyse kıtlığa varan bir açlıkla karşı karşıya bırakmıştır. Kuraklık nedeniyle yüzde 70 ürün kaybı yaşayan Kenya’da yüksek gıda fiyatları nedeniyle beslenme yetersizliği giderek artmakta. Gıda krizi Moritanya’dan Burkino Faso’ya, Batı Somali’den Etiyopya’ya kadar uzanan bir bölgede yoğun olarak devam ederken, savaşlar, kuraklığın getirdiği işsizlik, açlık, ve ekonomik sorunlar nedeniyle 30 milyon kişi yaşadığı yerlerden ayrılarak hayatlarını devam ettirebilmek için yeni yerler aramaktalar.

Küresel Açlık Savaş Öncesinde de Artıyordu

Bu kriz, Afrika ülkelerine Rusya-Ukrayna savaşından önce ulaşmıştı. Hatta Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’nın bu ülkelerdeki faaliyetleri 2020 yılında Nobel Barış Ödülü’ne hak kazanmasına neden olmuştu. FAO’nun her yıl yayınladığı Gıda Güvenliği Durumu Raporları da 2014 yılından bu yana açlığın azalmak yerine artarak devam etmesi konusunda alarm veriyordu. En son Temmuz 2022 yılında yayınlanan rapor ise (SOFI) alarmın da ötesinde tam küresel enerji, gıda ve enflasyon krizinin bir araya geldiği döneme rastlayarak BM Genel Sekreteri Güterrez’in uluslararası toplumu “muhteşem fırtına” karşısında uyarmasına neden olmuştur. 2015 yılında BM’nin 2030 yılı için amaçladığı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin ikincisi olan “sıfır açlık” hedefinin artık imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır.

Ukrayna Savaşı öncesinde insani yardım kurumları birçok ülkede devam etmekte olan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan beri benzeri görülmemiş bir kıtlıkla mücadele etmeye çalışıyordu. Sudan, Kuzey Doğu Nijerya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Yemen ve son 6 aydır Etiyopya’nın Tigris Bölgesi bu yardımların önemli bir kısmını alıyordu. Yemen insani felaketin en ağır biçimde yaşandığı ülke. 17 milyondan fazla Yemenli uzun zamandır devam eden savaş nedeniyle yaşamak için insanı yardıma muhtaç. 161 bin kişi ise kıtlık nedeniyle ölüm kalım savaşı veriyor.

Giderek yükselen buğday, yağlı tohum ve petrol fiyatları sebebiyle Dünya Gıda Programı’nın (WFP) aylık ek 23 milyon dolara ihtiyacı var. Hâl böyle olunca insanî yardım kuruluşları kıtlık ve açlıkla savaşanlar arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Böyle zamanlarda jeopolitik ilişkiler de ortaya çıkıyor ve zaten ihtiyaca yetmeyen gıda yardımları her zaman en zor durumda olanlar yerine, uluslararası kuruluşlarda söz sahibi olan ülkelerin istekleri doğrultusunda dağıtılıyor.  Örneğin yıllardır ekonomik ambargo altında yaşayan Zimbabve nüfusunun yüzde 60’ı gıda güvencesi olmadan yaşadığı hâlde bu yardımlardan yeteri kadar faydalanamıyor. Ukrayna Savaşı nedeniyle Batı ülkelerinin Rusya’ya uyguladığı ekonomik ambargo ise Afrika ülkelerindeki fiyatların daha da yükselmesine neden oluyor.

Uluslararası Dayanışmanın Rolü

Uluslararası toplum krize insani yardım kapsamında cevap vermeye çalışsa da küresel bir dayanışmanın mevcut olmadığını hem pandemi sırasında aşıya ulaşma konusunda Afrika ülkelerinin geride kalmasında hem de Ukrayna Savaşı sırasında uluslararası toplumun savaşın nedenleri ve sonuçları ile ilgili görüş ayrılıklarında görebiliyoruz. Hukuk, insan hakları ve dayanışma yerine jeopolitik konular daha öne çıkıyor. 

Türkiye’nin arabulucuğu ile Karadeniz’de bir tahıl koridorunun açılması sevindiricidir. Türkiye Ukrayna ve Rusya’yı bir araya getirerek BM Genel Sekreteri Guterres’in de katılımıyla bir sözleşme imzalamalarını sağlamış, Karadeniz’de şubat ayından beri durdurulan deniz trafiğinin başlatılması sağlanmıştır. Bu gelişme dünya gıda fiyatlarındaki dalgalanmaları çözmese de, yıllardır artarak devam eden açlığı ortadan kaldırmasa da acil ihtiyaçlara bir ölçüde yardım etmiştir.

Ancak dünyada artarak devam eden gıda güvencesizliği ve beslenme bozuklulukları sorununu çözmek için uzun soluklu politikalara ihtiyaç var. Herkes bugün dünyada mevcut küresel gıda sistemlerinin ihtiyaca cevap vermediğini, açlığı ortadan kaldırmadığını, eşitisizliklere yol açtığını, oligopolik bir sisteme doğru gidildiğini, çevreyi kirlettiğini, biyolijik çeşitliliği tehdit ettiğini, iklim değişikliğini aşırı karbondioksit salımıyla tetiklediğini ve küçük üretici ve çiftçileri dünyanın her yerinde mutsuz ettiğini biliyor. Bu sorunlardan da en çok dar gelirli ve az gelişmiş ülkeler etkileniyorlar. Sorunlar kabul edilse de çözüm konusunda farklı görüşler ileri sürülüyor.

Küresel Gıda Sisteminde Değişim Şart

1980’li yıllardan beri süregelen serbest piyasa ekonomisinin ve küreselleşmenin 90’lı yıllarda tarım ve gıdayı dünya ticaretine dâhil etmesi, güçlü sermayeleri ile dünya ticaretini elinde tutan birkaç şirketin söz sahibi olduğu bugünkü sistemi getirdi. Şu anda dünyada birkaç şirket ve ülkenin hâkimiyetinde olan küresel gıda ticareti, yerel pazarları tehdit etmekte, ülkelerin kendi kendine yetme, kırsal kalkınmayı destekleme, kooperatifleşmeyi hızlandırma politikalarını bırakıp ithalata yönelik gıda sistemlerine geçmelerine neden olmuştur. İlk anda pahalı üretmek yerine dışarıdan ucuz almak iyi bir çözüm gibi gelmiş, ama zaman içinde özellikle buğday, mısır, pirinç gibi ana gıda maddelerinin dış pazarlardan alınması millî para değerlerindeki düşüşler nedeniyle zorlaşmaya başlamıştır. Aynı zamanda küçük ölçekli çiftçilerin üretimi bırakmalarına, köyden kente göçün artmasına yol açmış, tarım toprakları birçok ülkede yerleşime açılarak kaybedilmiştir. Afrika ve diğer gelişmekte olan ülkelerde ise verimli tarım toprakları büyük şirketlerin eline geçmiş, bu durum yerel halkın yaşam tarzını ve insan haklarını tehdit etmeye başlamıştır.

Ancak pandemi, tahıl ticaretini elinde tutan ülkelerde çıkan savaşlar, iklim değişikliği nedeniyle yaşanan kuraklıklar ve sel baskınları nedeniyle mahsul kayıpları gibi sorunlar, küresel gıda tedarik zincirlerinin ne kadar kırılgan olduğunu bize göstermiştir. Şimdilerde yerel üretimin, kendi kendine yetmenin, gübre kullanımına bağımlı olmamak gerektiğinin ve en kısa zamanda agro ekolojiye geçmenin önemini yavaş yavaş bütün ülkeler anlamaya başladı. Büyük sermaye tarafından dikkatle savunulan ve korunan bu küresel endüstriyel gıda sisteminin uzun dönemde yürümeyeceğini, alternatiflerin hâlen mevcut olduğunu anlamak ve anlatmak gerekiyor. Bunun için de ilk önce demokratik bir anlayışla, herkesin katılımıyla, devletin çiftçisine, üreticisine sahip çıkması ile, tüketicinin ise bilinçli olarak hareket etmesiyle yeni bir sisteme geçiş gerekiyor. Bu sistem aslında bir anlamda eski sisteme dönmek, geleneksel tarımın iyi kısımlarını yeniden yaşatmak, kırsala önem verirken kentin sorunlarını çözmekle başlıyor. İklim krizinin etkilerini yaşadığımız bu günlerde ekosisteme saygılı gıda sistemlerini geliştirmek, yeni teknolojileri ise gerektiğinde, bilinçli ve herkesin erişebileceği bir biçimde kullanmak, çevreye ve insan haklarına saygılı bir düzeni kurmak hâlen mümkün. Piyasa ekonomisi tek başına bu sonuca bizi götürmüyor. Bunun için insan haklarına odaklı, çevreye ve insana saygılı bir gıda sisteminin dünyanın her yerinde kurulması, bütün bunlardan önce küresel dayanışma ve barışın sağlanması gerek. Barışın olmadığı bir yerde insana ve çevreye yönelik sorunlar çözülemez. Bunu dünya ekonomisindeki büyümeye, teknolojinin akıl almaz ilerlemesine rağmen çözemediğimiz açlık sorunu bize çok açık biçimde gösteriyor.

Prof. Dr. Hilal Elver

2014-2020 yılları arasında Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Hakkı Özel Raportörü görevini yapan Prof. Dr. Hilal Elver, gıda güvenliği ve beslenme üzerine uluslararası sivil toplum kuruluşlarında seneler süren çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler