'Dosya: "Sömürgecilik"'

Almanya Sömürgecilik Geçmişiyle Nasıl Yüzleşiyor?

Almanya’nın Doğu Afrika kolonilerinde gerçekleştirdiği soykırımın üzerinden bir asır geçti. Sömürgeci geçmişle hesaplaşma ve soykırıma dair “onarıcı adalet” talebi senelerdir canlı. Öte yandan sömürgeci geçmişle hesaplaşmak aynı zamanda Almanya’nın kendi ulusal kimliğindeki sömürgeci izlerle de yüzleşmesi anlamına geliyor.

© Simone Crespiatico/shutterstock.com

2021 yılında Berlin Humboldt Forum’da açılacak bir sergiye materyal seçmeleri için organi-zasyon ekibinin önüne bir katalog geldi. Katalog üniversite ve müze arşivlerinden daha önce sergilenmiş olan materyalleri içeriyordu. Listelenen objelerden biri, ID8470 numarasıyla yer alan bir kafatasıydı. Organizasyon ekibi, kime ait olduğu ve nereden getirildiği “bilinmeyen” bu kafatasını sergilemek yerine, bir insan parçasını sergileyebilmeyi mümkün kılan küresel ilişkileri ve bilgi üretim ağlarını tartışmaya açtılar.

ID8470 bir katalog numarası. Şimdi Charite Anatomi Enstitüsü envanterinde yer alan bu be-den parçası, bu katalog numarasıyla anılmaya devam ediyor. Alman anatomist ve doktor Franz Josep Gall, frenoloji olarak bilinen, kafatası şeklinden kişinin kişilik ve yeteneklerinin belirlenebileceğini savunan teorisini bunun gibi kafataslarını inceleyerek oluşturdu. Kafataslarının o dönem toplumda marjinalleştirilmiş insanlardan elde edildiği düşünülüyor.

1805’te Gall Almanya’da uzun bir konferans turuna çıktı ve teorisi tıp alanı dışındaki aydınlar arasında da popülerlik kazandı. İnsanların morfolojik özelliklerinden yetenek ve karakter analizi yapan bu yaklaşım, farklı özellikte kişilere üstünlük veya aşağılık atfeden ırkçılık, kölelik ve soykırım uygulamalarının temelini oluşturdu.

Almanya’nın Sömürgeci Geçmişi ve Öldürülen 100.000 İnsan

Bundan yüz yıl sonra Almanya’nın Doğu Afrika kolonilerinde, Omaheke çölünde bir soykırım yaşandı. Alman Afrikası’nın altı kolonisi, bugün Burundi, Kamerun, Namibya, Ruanda, Tanzanya ve Togo devletinin bulunduğu yerlerde yer alıyordu. Bugün 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak nitelendiren Herero ve Nama soykırımı bugünkü Namibya devletinin sınırları içinde gerçekleşti. Diğer sömürge alanlarından farklı olarak Almanya Namibya’da “Lebensraum”, yani yaşam alanları kurmaya çalıştı. Bu nedenle öncelikle kontratla, sonra zorla yerli halkların topraklarını ele geçirmeye başladı. Topraklarının ele geçirilmesine karşı yerel direnişler büyük bir isyan doğurdu ve Almanya askerî gücüyle buna şiddetle cevap verdi. Waterberg Savaşı sonunda Herero halkı Omaheke çölüne sürüldü ve büyük bir kısmı burada açlık ve susuzluktan hayatını kaybetti. Sağ kalıp Alman sömürge güçlerine sığınanlar ise, kurulan toplama kamplarında köleleştirildiler. Burada da kötü yaşam şartları ve yakalandıkları hastalıklar nedeniyle ölümler devam etti. 1904-1908 yılları arasındaki bu şiddet süreci sonunda Herero halkının yüzde sekseninin ve Nama halkının yarısının, yani toplamda 40.000 ila 100.000 arasında insanın öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Almanya’nın Afrika’daki sömürgeci varlığı German Colonial Society’nin kurulduğu 1882’den 1919 Versailles Anlaşmasına kadar resmî olarak 37 yıllık bir süreci kapsıyor. 1919’da Alman kolonileri Almanya’nın kontrolünden alınarak Belçika, Fransa, Portekiz, Güney Afrika ve Birleşik Krallık arasında bölündü.

Yaşandığı dönemde Herero-Nama soykırımı Afrika gazetelerinde, İngiliz kaynaklarında ve ta-bii ki Almanya’nın ana karasında duyulmuş olsa da hızlı bir şekilde unutuldu. Bu kadar büyük bir şiddetin sonuçları ise hem Namibya’da hem Almanya’da hissedilmeye devam etti. Namibya’daki toplama kamplarındaki emek sömürüsü ve sistematik katliam, Nazi soykırımına yol açan fikirsel ve teknik alt yapıyı oluşturdu. Almanya’nın Afrika kolonilerinden elde edilen kafatasları ve kemikler Almanya’ya getirildi ve Beyaz Avrupalıların ırksal üstünlük fikrini geliştirmek için yapılan bilimsel deneylerde kullanıldı.

Sömürgeci Suçlarla Hesaplaşmak: Tanınma ve Onarım

29 Ağustos 2018’te Berlin’de dinî bir tören ger-çekleşti. Ölüm törenleri gerçekleşmemiş, isimleri unutulmuş, yasları yüz yıla yayılan Herero ve Nama kurbanlarının kafatasları ve kemikleri Namibyalı bir delegasyona teslim edildi. Dönemin Dışişleri Bakanı Michelle Müntefering’in Almanya’yı temsil ettiği tören Alman Protestan Kilisesi ve Namibya Kiliseler Konseyi tarafından düzenlendi. Almanya Protestan Kilisesi Konseyi 2017’de, Almanya misyonerlerinin o dönemki sessizliğini eleştirdiği ve katliamdaki ortak sorumluluğunu açıkladığı bir özür bildirisi yayınlamıştı. Geri göndermeler, Almanya ile Namibya arasında ortak bir sömürge geçmişine ilişkin daha geniş bir müzakere programının parçasıydı.

Almanya’nın kolonyal dönem geçmişi 2000’li yıllara kadar sadece küçük bir grup uzmanın ilgilendiği bir alandı. Yıllardır bu alandaki bilinirliği arttırmaya çalışan sivil toplum girişimleri ise etki alanını uzun bir süre genişletemedi. Almanya’nın soykırımı kabulü, uluslararası baskı mekanizmaları ve Herero-Nama topluluklarının bugünkü temsilcilerinin hak arama mücadelesiyle mümkün oldu. Eylül 2001’de Herero topluluğu ABD New York Güney Bölgesi Bölge Mahkemesinde, Almanya ve sömürge şirketlerine bir dava açtı. Bu davada İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan Yahudi toplumunun tazminat alma müzakereleriyle sonuçlanan davayı ilham alıyorlardı.

Bir devletin işlediği bir suçu kabul etmesi yasal olarak iki farklı sorumluluğu getirir: Tanınma ve onarım. Tanınma, failin suçunu kabul etmesi ve resmî bir özür dilemesini içerirken, onarım suçun ortaya çıkardığı zararın giderilmesi, tazminat ve malların geri iade edilmesini içeriyor.

Peki bir toplumu, maddi ve kültürel değerleriyle birlikte yok etmek olan soykırım gibi bir suçun onarımı, hele üzerinden yıllar geçtiyse nasıl mümkün olabilir? Bu hukuken karmaşık süreçte “tazminat” ifadesinden devletler özellikle kaçınır. Bir devletin işlediği bir suç için tazminat ödemeyi kabul etmesi, tüm maddi zararı karşılayacağını taahhüt etmesi anlamına gelir. Ayrıca sömürge dönemi gibi kolektif bir suçta bir devletin tazminat ödemeye kalkması, uluslararası hukuk anlamında emsal teşkil edebilir ve diğer devletler için örnek olabilir.

Almanya’nın Üstlendiği Sorumluluk

Almanya’nın Nazi suçlarını kabulü ve İsrail’e tazminat ödemesi bu açıdan istisnai bir yerde durmaktadır. Bu suçların kabulü, Almanya’nın İsrail, Fransa, Polonya ve Çekoslovakya/Çek Cumhuriyeti gibi eski kurban ülkelerle uzun uzlaşma sürecinde kritik bir ilk adımdı. İsrail’e tazminat ödenirken, Almanya Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nden özür diledi, ama tazminat yerine farklı maddi ödemelerle bir uzlaşma sağlandı. Almanya’nın bu mağdur ülkelerle deneyimi, geçmişteki suçların kabul edilmesinin münferit bir özürle ortadan kalkma-yacağını ve sorumluluğun yıllar içinde gösterilmeye devam etmesi gerektiğini gösterdi.

Yasal yolla daha büyük sorumlulukla karşılaş-mak istemeyen Almanya, Namibya ile müzakere sürecini başlatmayı kabul etti. Herero-Nama soykırımı hakkında Almanya ve Namibya arasındaki resmî görüşmeler 2015 yılında başladı. Temmuz 2015’te Almanya Dışişleri Bakanlığı katliamı bir savaş suçu ve soykırım olarak nitelendirildi. Bu ifade Almanya’nın ahlaki ve siyasi bir sorumluluk aldığını gösterse de bunun doğuracağı yasal zorunlulukları ne derece üstleneceği yakın zamana kadar belirsiz kaldı.

Tazminatın boyutlarının nasıl belirleneceği görüşmelerin sonuçlanmasını uzattı. Bu süreç Mart 2018’de açıklanan koalisyon anlaşmasıyla resmî bir sonuca ulaştı. Anlaşmaya göre Almanya, sömürge geçmişiyle sistematik olarak yüzleşmeyi taahhüt etti. Tazminat ifadesi kullanılmasa da toplam bir milyar avroyu geçen kalkınma fonunu 30 sene içinde ödemek koşuluyla Namibya’ya vermeyi taahhüt etti. Buna göre, katliam iki devlet tarafından soykırım olarak nitelendirilecek, Herero ve Nama bölgelerinde mesleki eğitim, barınma ve alt yapı için yardım sağlanacak ve bir Gelecek Vakfı (Alm. “Zukunfts-Stiftung”) soykırımı anmanın yanında, ortak toplumsal ve kültürel faaliyetleri teşvik edecek. Almanya, İsrail ve Çek Cumhuriyeti ile de benzer bir Gelecek Vakfına sahip.

Alman Sömürgeciliğinin Hâlâ Süren Etkileri

Anlaşma devletler arasında bir sonuca bağlanmış olduğu hâlde sivil toplum alanında eleştirilmeye devam ediyor. Almanya’nın soykırımı neticesinde Herero ve Nama halkları günümüz Namibya’sında azınlık ve toplumdan dışlanmış bir grup. Bu grubun temsilcileri, Namibya hükûmetinin soykırıma uğrayan grupları temsil etmediğini, ödenen maddi yardımın bu gruplara ulaşmadığını belirtiyor. Alman tarafını sadece devleti muhatap alıp sivil toplumla yeterince iletişim kurmadığı için eleştiriyor.

Bugün Namibya’da, Alman sömürge ailelerinin torunları, merkezi ve geniş arazilere sahipken, Nama halkının yaklaşık yarısı şehrin dışında, düzensiz gecekondu bölgelerinde yaşıyor. Alman sömürge aileleri hâlâ Namibya’nın tarım arazilerinin yüzde 70’ine sahip ve buna rağmen Almanya-Namibya taahhüt anlaşması arazilerin geri verilmesine dair bir madde içermiyor.

Sömürge sonrası Namibya’nın kalkınması süreci onarıcı adaletin önemli bir parçası olsa da diğer bir parçası Almanya’nın ulusal kimliği ve anlatısındaki sömürgeci izlerle yüzleşmesi. Toplumun, kültürün ve gündelik hayatın birçok noktasına sızmış Batı üstünlükçü bakış açısıyla yüzleşmede sivil toplum önemli bir rol oynuyor. Kültür kurumları bu ulusal anlatıyı kurmakta öncü pozisyonda oldukları için, öncelikle dönüşüme çağrılan alanlar arasında.

Berlin Alman Tarihi Müzesi’nde 2016-17’de düzenlenen ve yüz binden fazla ziyaretçiyi ağırlayan “Alman Sömürgeciliği: Tarihten ve Günümüzden Fragmanlar” sergisi bu tartışmaya alan açan girişimlerden biriydi. Farklı kültürleri tanıtma işlevi gören etnoloji müzelerinin geniş Afrika koleksiyonları şimdiye kadar hep eleştirilse de konunun kamuoyunda daha geniş şekilde gündeme gelmesi, başkent Berlin’de Humboldt Forum’un kurulması sürecinde yaşandı.

Berlin’deki dört farklı Avrupadışı kültür koleksiyonu bu proje kapsamında müze adasına komşu bu yeni merkezî kuruma taşındı. Sivil toplum temsilcileri, bu etnolojik koleksiyonun toplanmasının Almanya’nın sömürge geçmişiyle olan ilişkisini gündeme getirdiler ve Humboldt Forum’u bu ilişkiyi yeterince tartışmadığı için eleştirdiler.

Eleştirilerin temelinde mülkiyet hakkı yer alıyor. Bu koleksiyonlar sergilenirken sağlanan ekonomik kazanç ve kültürel üstünlük, “Bu koleksiyonun sahibi kim?” tartışmasını doğuruyor. Eleştirmenler, bu koleksiyonların müze envanterine nasıl dahil olduğunun araştırılması, sömürge geçmişiyle ilişkisinin ortaya konulması ve zorla elde edilenlerin iadesini savunuyor. Ortaya çıkan tartışmalar neticesinde, 2019 yılında Stuttgart Linden Müzesi, Namibya’dan “çalınmış” 2.600 objeyi iade etti. İade edilenler arasında, Almanyalı sömürgecilere topraklarını vermeyi kabul etmeyen, Namibya ulusal kahramanı Hendrik Witbooi’nin kişisel eşyaları da yer alıyordu. Müze koleksiyonlarında yer alan Avrupa dışı tüm objelerin yerlerine iade edilmesi mümkün olmasa da bu tartışma, kültür kurumlarındaki kıtalararası bağlantıları ve güç ilişkilerini açıklayan yeni anlatılar bulmayı mümkün kılabilir.

Almanya’nın Hatırlama Kültürü ve Irkçılık Karşıtı Mücadele

Almanya’nın 100 yıl önceki sömürge geçmişiyle yüzleşme çabası, devletler ve kurumlar arasında anlaşmalarla kurulurken, toplumun bu tartışmaya nasıl dâhil olduğu da önemli bir konu. Her ne kadar “unutulmuş” bir geçmiş olsa da sömürge tarihi Almanya’da gündelik hayatta sokak isimleriyle kendini hatırlatıyor. Örneğin Berlin Wedding’te Afrika mahallesi olarak bilinen bölgede pek çok sokak ismi, Afrika’ya işaret eden ya da sömürge dö-neminde rol almış Almanların isimlerini taşıyor.

Yıllardır bu isimlerin değiştirilmesi için kampanya yürüten inisiyatifler, bu isim değişiklerinin Almanya’nın hatırlama kültürü için önemli bir adım olacağını savunuyor. Sokak isimleriyle, kimlerin hikâyelerinin anlatıldığı ve onurlandırıldığına dikkat çeken gruplar, sömürge sonrası bir bakış açısıyla ırkçı ideolojinin temsilcilerinin isimlerinin ırkçılık karşıtı mücadelede yer alan isimlerle değiştirilmesini savundular. 2018 yılında kafatasları ve kemikleri Namibya’ya teslim etmeden birkaç ay önce, Berlin’de Alman sömürgecileri onurlandıran birkaç caddenin isim değişikliği kararı alındı. Örneğin Alman Güneydoğu Afrika kolonisinin kurucusu Adolf Lüderitz’ten ismini alan Lüderitz Caddesi, toplama kampındaki Nama halkının direniş sembollerinden Cornelius Frede-ricks ile değiştirildi.

Yerel meclislerin ve siyasetçilerin kararlarıyla mümkün olan isim değişiklikleri tabandan başlayan kampanyalar ve ikna süreçleriyle mümkün olabiliyor. Bu mücadelenin yerelde karşılaştığı itirazlar aslında toplumda her kesimin bu dönüşümü benimsemediğini de gösteriyor. Almanca “zenci” anlamına gelen ve bir aşağılama ifadesi olarak kullanılan Mohren-Caddesinin isminin değiştirilmesi süreci, ismin değiştirilmemesini savunan inisiyatifler ve bölge sakinlerinin resmî itirazlarıyla yıllara yayılmıştı. Bu uzun çekişme süreci sonunda, sokağın ismi ilk siyahi Alman filozof ve hukukçu Anton Wilhem Amo’yu alan Wilhelm-Amo-Straße ile değiştirilmişti.

20. yüzyılda freneoloji popülerliğini kaybetse de Gall kafatasları pek çok bilim tarihi müzesinde sergilenmeye devam etti. Sömürgeciliğin altında yatan ırkçı ideolojiler, Avrupa ulusal kimlik anlatılarının ve kültürünün bir parçası oldu.

Zeynep Doğusan

Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde, yüksek lisans eğitimini ise İstanbul Şehir Üniversitesinde tamamlayan Doğusan, Berlin Humboldt Üniversitesinde toplumsal hafıza konusunda doktora eğitimine devam etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler