Mevzudan Anlamayanlar İçin Formula 1 Rehberi: Çelişkilerin Şık Sahnesi
Hızlı arabalar, büyük egolar ve sonsuz bütçeler. Formula 1, dünyanın en pahalı pembe dizisi mi, yoksa bir mühendislik destanı mı? Bu yazı, yarış parkurunun ardındaki devasa çelişkileri keşfetmek isteyenler için bir rehber. Yanık lastik kokusuna şimdiden alışın!
Aralık 2021: Formula 1 sezonunun son yarışına ev sahipliği Abu Dhabi’de şampiyonluk için son tura kadar amansız bir yarış yapılıyor. Araç avantajını kendi benzersiz sürüş yeteneğiyle maksimize etmiş olan, 7 kez dünya şampiyonu Lewis Hamilton, son turlara gelinmişken yaklaşık 20 saniyelik farkla F1’in sıradaki yıldızı olması beklenen Max Verstappen’in sürdüğü Red Bull aracının önünde. Ve Lewis, Michael Schumacher’le paylaştığı en fazla şampiyonluk rekorunu geçmek üzere. Son sıralardaki araçların yaşadığı bir kaza nedeniyle yarışa devam edenler güvenlik aracının arkasına diziliyor ve ikili arasındaki fark sıfırlanıyor. Pist temizlendikten sonra normal yarış ritmine tekrar dönüldüğünde taze lastik avantajını kullanan Verstappen, Hamilton’ı son turun son virajında solluyor ve kariyerinin ilk şampiyonluğunu kazanıyor. Mercedes cephesi ve Hamilton taraftarları yarış hakemlerinin kararına köpürüp şampiyonanın çalındığını iddia ederken Red Bull taraftarları ve Schumacher’in geçilmemiş olmasından mutmain olan romantik F1’ciler bir cezbe hâlinde. Daha binek araç sürme ehliyeti yokken 17 yaşında dünyanın en hızlı arabalarına oturtulan Verstappen’in sosyal medyaya düşen çocukluk fotoğraflarında, henüz 3-4 yaşlarında olan Max’ı ellerinde tutan Michael Schumacher var. Arka planda harcanan astronomik paraları, mühendislik süreçlerini ve takımların mikrofonlar önündeki ucuz kavgalarını kısa bir süreliğine unutmak isteyen yarış severler, Schumacher’in “el verdiği” genç şampiyonu kutluyor. PR kampanyalarına katılmaktan keyif almadığını her fırsatta belli eden aksi bir kişiliğe sahip Verstappen bile Alman medyasına verdiği bir röportajında ilerleyen yıllarda bu duygusallığa uyum sağlayacaktı: “Onu çok iyi bir insan ve harika bir aile babası olan Michael Amca olarak tanıyordum.”
Aralık 2024: 2022’deki kural değişiklerine en iyi şekilde adapte olan ve Mercedes’in hükümranlığını bitiren Red Bull, yine Verstappen’in şampiyon olmasına rağmen, takım içi skandallarla anılıyor. Dindirilemeyen iç problemler ve 2026’daki yeni araç motorunun vereceği performansın belirsizliği nedeniyle ayrılabileceği konuşulan, 4 kez dünya şampiyonu olan Max Verstappen’in şimdiden bir talibi var: Yeniden en iyi aracı yapmayı hedefleyen Mercedes’in ta kendisi. Daha önce Mercedes’ten başka bir takımda asla yarışmayacağını söylemiş olan Hamilton ise artık yolcu: Her sene yüz milyonlarca avro harcayıp sürekli hüsran yaşayan, 2007’den beri şampiyon olamamış, müzmin kaybeden konumundaki ve kendisini ulu bir göreve çağırmış olan Ferrari’ye katılmaya hazırlanıyor. 8. dünya şampiyonluğunu hâlâ arzulayan Lewis, Schumacher’den sonra Enzo Ferrari’nin (1898-1988) malikânesini kullanma ayrıcalığına sahip olan bir diğer pilot olacak.
En zengin yüzde birlik kesimin saniyenin onda birini daha hızlı gitmek için milyonlar harcadığı, egoların lastikler kadar şişirildiği ve her skandal arka oda anlaşmasının üzerinin karbon fiber yarış arabalarının ihtişamıyla örtüldüğü bir dünya hayal edin. Motor sporlarının zirvesi olan Formula 1’e (F1) ya da -nasıl baktığınıza bağlı olarak- dünyanın en pahalı pembe dizisine hoş geldiniz.
Formula 1’i sadece yarış parkurundaki 10 takım ve öncelikli rekabeti takım arkadaşlarıyla olan 20 pilotun yarışından ibaret değil, modern toplumun yaşayan ve nefes alan bir mikro kozmosu olarak görebiliriz. İçinde yaşadığımız dünyanın harikalarını ve saçmalıklarını, sabitelerini ve çelişkilerini, hülyalarını ve hüsranlarını yansıtan ince ayarlı bir makine. Ya da bazı günlerde infilak eden bir felaket. Bu yüksek oktanlı gösterinin kaputunu kaldırıp içine bakacak olursak; insanlık hâlini, günümüz kapitalizmine ait halkla ilişkiler paradigmasını ve insanların kazanmak için ne kadar ileri gidebileceklerine dair fikir edinebiliriz.
Bu bol motor gürültülü arenayı şekillendiren tarihî temellerden başlayalım.
Formula 1’in Gelişimi: Centilmenlerin Düellosundan Safari Avcılığına
Formula 1 1950 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmaya çalışan Avrupa’nın rekabet ve temaşa için yeni yollar aradığı bir dönemde doğdu. İlk günlerinde F1, zengin aristokratlar ve savaş sonrası bolca ve kolayca temin edilebilen hurda metalle uğraşan hırslı teknisyenler ve mühendisler için bir eğlence olan bir “centilmenler” sınıfının uğraşıydı. Juan Manuel Fangio, Jack Brabham ve Stirling Moss gibi hem direksiyon sallamış hem de motor yağı yutmuş sürücüler, can güvenliğinin öncelik verme sırası gelmeyen bir dipnot olduğu ve ölümcül kazaların yaygın olduğu bir dönemde efsane oldular.
Ama her şey, gözü pek pilotların romantizm, araba sevdası ve şöhret arzusuyla atıldığı tehlikelerden ibaret değildi. F1, emekleme döneminde bile yarıştan çok daha fazlasını ifade ediyordu. Ulusal gurur, endüstriyel hüner ve bir miktar Soğuk Savaş siyaseti spora sızmıştı. Ferrari, McLaren ve Lotus gibi takımlar, motor yağı ve kanın beraber aktığı bu sporun baskın güçleri olarak ortaya çıktığında, F1 kendisini çoktan zenginlerin ve hırslıların oyun alanı olarak kurmuştu; burada takımların teknik inovasyonu ve harcanabilen para miktarı bitiş çizgisini ilk kimin geçeceğine büyük oranda karar veriyordu.
Günümüze geldiğimizde, temel dinamiklerin pek değişmediğini görüyoruz. Arabalar daha şık, harcanan para daha büyük ve güvenlik riskleri (iyileşen bir faktör olarak) daha düşük, ancak F1’in özü -gösteriden kâr ederken olasılıkların limitlerini zorlamak- bozulmadan varlığını sürdürüyor.
Garajlardan İmparatorluklara Formula 1 Takımları
İlk günlerinde, F1 takımları başarıları yüceltilen garaj ekipleriydi. Colin Chapman’ın Lotus’u kelimenin tam anlamıyla bir barakadan yönetilirken, “İkinci sıra, kaybedenlerin ilkine aittir” veciz sözünü ardında bırakan -hem pilot hem de araba üreticisi- Enzo Ferrari binek arabalarla yarışmaya başladığı yarış sektöründe kalabilmek için bütün binek araba üretim operasyonunu Fiat’a satmıştı. 1950 ve 1960’ların takımlarını günümüzün Mercedes ve Red Bull gibi endüstriyel devleriyle kıyaslayacak olursak; bu ikisinin operasyonları hafta sonları yapılan araba tamirciliğinden ziyade NASA çalışmalarına benziyor.
Modern F1 takımları eşitsizliğin cisimleştiği hanedanlar gibidir. Örneğin Red Bull Racing -görece bir düşüşte olsa da- Adrian Newey’in hâlâ kara kalemle çizdiği dâhiyane araç tasarımları ve -yarış pistinden çıkınca vaktinin çoğunu evindeki yarış simülasyonunda geçiren- Max Verstappen’in dur durak bilmeyen pilotluk yeteneğiyle şampiyonluk rekabetini kırmış durumda. Takım, robotik bir verimlilikle yarışları süpüren bir ezici güç. Ancak bu hakimiyet, bugün dominasyon kurmuş eski bir “fakir ama gururlu gencin” peri masalı değil; F1’deki güç oyununun kural kitabını kendi iradesine göre bükme sanatında ustalaşmış bir organizasyonun kanıtı. Ama bu aydınlık günler yakında sona erebilir de. 12 takım ve 14 pilot şampiyonasında imzası bulunan Newey, 2025 itibarıyla bu spora daha da fazla para akıtmaya yeminli olan Aston Martin’in saflarına katılacak. Bunun önemini nasıl tarif edebiliriz? Murat Araboğlu’ndan bir alıntı yardımcı olabilir: “Formula 1 en fazla para verenin değil, en fazla parayı Adrian Newey’e verenin kazandığı bir spordur.”
Bu büyük takımların vaziyetini Williams, Haas ya da -kısa süre içinde Audi’ye devredilecek olan- Sauber gibi öncelikli varlık sebebi yarış pistini doldurmak olan ve zaman zaman birkaç puan için birbirlerine çelme takan takımların hâl-i pür melaliyle karşılaştırmak mümkün bile değil. Örneğin Haas, İngiliz ve Avrupalı odakların dominant olduğu F1 sahnesine Amerikan rüyasını getirmek için 2016’da atılmıştı; Şimdi ise kârlı sponsorluk anlaşmaları olmadan ve katıksız bir inatçılıkla meteliğe kurşun atarak hayatta kalmaya çalışıyor.
Buradan çıkarılacak ders ne? Hayatın pek çok alanında olduğu gibi F1’de de kuralları en fazla kaynağa sahip olanlar belirliyor.
Formula 1’in Yarış Pilotları: Deli Fişek Sürücülerden Pazarlanabilir Kişiliklere
F1 pilotlarının tarihçesi, bu motor sporunun evrimini yansıtıyor. 1990’lara kadar sürücüler, cesaret ve sigaradan başka bir şeyle yarışmayan ve kendi kaderlerinin yegâne hâkimi olma iddiasındaki sert şahsiyetlerdi. Yarış kazasında yüzü yandıktan sonra sadece 6 hafta sonra pistlere dönen Niki Lauda, sevimli serseri James Hunt, Schumacher’in önünde kalmaya çalışırken duvara çarpıp üzücü bir şekilde hayatını kaybeden döneminin en büyük ismi Ayrton Senna ve Senna’nın büyük bir stratejist olan ezeli rakibi “Profesör” lakaplı Alain Prost gibi efsaneler F1’i, personanın yetenek kadar önemli olduğu bir gladyatör sporu olarak pekiştirdi. Ve F1’in global izleyici kitlesine sunulmaya başladığı 1990’ların ve 2000’lerin başında Mika Häkkinen ve Michael Schumacher rekabeti geldi ve devamında Schumacher herkesin gözündeki tartışmasız kral oldu.
Günümüzün sürücü havuzunun en iyileri de bunlardan daha az yetenekli olmasalar da aynı zamanda ince ayarlanmış PR (halkla ilişkiler) ürünleri. Schumacher’le birlikte modern çağın en başarılı pilotu konumundaki Lewis Hamilton, bir yarış şampiyonu olduğu kadar kültürel bir ikon; çeşitliliği, çevresel amaçları ve veganlığı savunuyor ve tüm bunları yaparken de başarılı bir moda kariyerini yönetiyor. Schumacher’in daha huysuz versiyonu olarak arzıendam eden Max Verstappen ise sadece kazanmaya odaklanan ve şöhretin tuzaklarını görmezden gelen, sek bir yarışçıyı temsil ediyor.
Ancak son dönemdeki Lance Stroll, Nicolas Latifi ve bir alay konusu hâline gelen Nikita Mazepin gibi arkalarına büyük sponsorluk gelirlerini alarak gelen “paralı pilotların” her daim süren varlığı daha iç karartıcı bir gerçeğin altını bir kez daha çiziyor: Para çoğu zaman kapıları yetenekten daha hızlı açıyor. Görünüşe göre F1, aristokratik geçmişinden hiçbir zaman tam anlamıyla kopmadı.
Tabi burun kıvılarak bakılan paralı pilotlara değinmişken hatırlatmak gerekiyor: F1’deki tek geçerli dinamik, bir kahraman ve anti-kahraman rekabetini konu edinen pembe dizi mitosu değil. F1 aynı zamanda bir mizah şovu. Yarış biter ve ardından sosyal medyada sürüş hatası yapan pilotlar ya da yarış başlangıç ve pit stop stratejilerinde en yanlış tercih yapan takım(lar) alaya alınır. Bundan da en çok müzmin kaybeden Ferrari ve pilotları nasibini alır.
Vahşi Kapitalist Çarkın İşleyişi
Bernie Ecclestone’un demir yumruk yönetiminin ardından 2017’de F1’i satın alan ABD merkezli Liberty Media’nın parıltılı yeniden markalaştırmasına kadar, F1 her zaman önce bir iş, ikinci olarak bir spor dalı olageldi. Ecclestone bu sporu küresel bir çekim gücüne dönüştürmüş ve pist kenarındaki reklamlardan TV haklarına kadar her yönünden para kazanır hâle getirmişti. Ancak Liberty Media’nın yönetiminde bu iş modeli kapitalist sihirbazlığın ya da toplum mühendisliğinin yeni doruklarına ulaştı.
Başyapıtları ne miydi? Drive to Survive, F1’i Instagram nesli için bir pembe dizi olarak yeniden paketleyen Netflix dizisi. Sonuç: 2018’den beri büyük bir izleyici akını, yeni sponsorlar ve tahmin edilebileceği gibi daha da yukarı fırlayan fiyatlar. Bugün, bir yarışa katılmak, genellikle araba satın almak için ayrılan türden bir finansal planlama gerektiriyor.
Aynı zamanda, Almanya’daki Hockenheim gibi tarihî pistler, sektörün yeni patronu olan Amerika’daki ya da Suudi Arabistan ve Azerbaycan gibi yerlerdeki kârlı anlaşmalar için feda edildi. Belçika, Hollanda ve İspanya’daki diğer eski pistler de her sene takvimden çıkarılma riski altında. Masada petrol parası varken F1’in de köklerine öncelik vermeye pek ihtiyacı yoktur belki.
Ahlaki Boşluklar Arasında Küresel Bir Yarış
Başlangıcından bu yana F1 küresel bir spor olmakla övünüyor, ancak bu geniş kapsamın bir bedeli var. İnsan hakları sicili şüpheli ülkelerde yarışlara ev sahipliği yapmak yüksek sesli ve yoğun eleştirilere yol açtı. Yine de F1’in yönetimi ve önde gelenleri “sporun siyasetin ötesinde olduğu” konusunda ısrar ediyor ki bu da aslında altı pek doldurulamayan bir ifade. 2021 sezonunda Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusya’daki yarış takvimden çıkartılırken Mart 2022’de Cidde’deki yarış Yemen’den gelen füze saldırılarına rağmen iptal edilmemişti.
F1’in sürdürülebilirlik vaatleri düşünüldüğünde ilkesel söylemlerin tosladığı ikiyüzlülük duvarı özellikle göze batıyor. Elbette, hibrid motorlar teknoloji harikası olsa da bir yarış sezonunda 23 farklı noktaya uçan personel ve ekipmanın karbon ayak izini neredeyse hiç dengelemiyor. Bu da birçok eleştirmen tarafından kapitalist yeşil yıkama (green washing) klasiğinin tipik bir örneği olarak görülüyor: Birkaç çevre dostu çıkartma yapıştırın ve kimsenin soru sormamasını umun.
Formula 1’deki –şampiyonluk yarışından uzakta kaldığı- son döneminde iklim krizine odaklı farkındalık kampanyalarıyla meşgul olan Sebastian Vettel’e bu durum sorulduğunda işin içinden açık bir itirafla “Evet, ikiyüzlüyüm.” diyerek çıkmıştı. 4 şampiyonluğu olan Vettel, emekliliğini şu sıralar ağaç dikerek ve arıcılık yaparak geçiriyor.
Teknik Düzenlemeler: Sürekli Resetlenen Araç İnovasyonundaki Yarış
1970’lerdeki yer etkisinin yarattığı hızı olabilecek en efektif şekilde kullanan araçlardan aerodinamiğin günümüzdeki hâkimiyetine kadar, F1 her zaman teknolojik sınırları zorlamakla ilgili oldu. Karbon fiber şasi ve hibrit motorlar gibi yeniliklerin sadece sporu değil, aynı zamanda daha geniş otomotiv endüstrisini de dönüştürdüğü kabul ediliyor.
Bununla birlikte, bu amansız ilerleme arayışı çoğu zaman “ya hep ya hiç” mottolu bir oyun gibi hissettiriyor. Takımlar, 4-5 sezonda bir değiştirilen araç konseptine ve teknik düzenlemelere hâlen daha adapte olmaya çalışırken kural kitabı değiştiriliyor. Böylece takımlar, sadece kısa süreli marjinal kazanımlar için yüz milyonlarca dolar harcıyor. Hayatta olduğu gibi F1’de de ilerleme sadece verimlilikle ilgili değil, ne pahasına olursa olsun rekabette önde kalmak istemekle ilişkili.
F1 yönetiminin en iyi araç tasarımına ve mühendislik operasyonuna sahip takımların dominasyonunu kırmak ve rekabeti arttırmak amacıyla yaptığı kural değişikleri, paradoksal olarak, takımlar arasındaki eşitsizliği koruyan bir etkiye de sahip. 4-5 yılın sonunda her takım mevcut kural paketini daha iyi yorumlayıp hız kazanabildiği bir noktaya gelmişken F1 yönetimi araç regülasyonunu sıfırlar ve bu yeni kodu en iyi yorumlayan 1-2 takım yeni döneme en önde başlar ve diğer takımlar 4-5 yıl acı çekerek araç farkını kapatmaya uğraşır. Belli bir noktaya gelmişken yine kurallar değişir. F1 yönetiminin saklı esas amacı belki de takımları daha denk bir noktaya getirerek rekabeti arttırmak değil, sadece seyirciler sıkılıp izlemeyi bırakmadan önce hanedanlar arasında devir teslim yaptırmaktır.
Güncel Rekabet: Red Bull İmparatorluğu ve Diğerleri
Formula 1’in son 4 sezonu Verstappen-Red Bull birlikteliğinin gölgesi altında geçti. Max Verstappen acımasız bir kifayetle istatistikleri yerle bir etti ve diğer pilotları kendi aralarında yarışmak zorunda bıraktı. Geç kapitalizmin şirket monopollerinden pek de farklı olmayan Red Bull o kadar baskın bir sistem kurdu ki diğer takımların tek umudu 2026’daki kural değişikliklerine kadar skandalın eksik olmadığı bu sektörde Red Bull’ın kendi kendisini sabote etmesini beklemek oldu.
Ancak bu hâkimiyetin ortasında, parıltılar da ortaya çıkıyor. Red Bull’un doğal rakipleri Mercedes ve Ferrari’ye ek olarak McLaren ve Aston Martin gibi araç geliştirme yatırımlarını arttıran takımlar da zaman zaman boylarından büyük işlere imza atarken, Oscar Piastri gibi çaylak pilotlar sistemik eşitsizliğin çatlakları arasından saf sürüş yeteneğinin hâlâ parlayabileceğini gösteriyor.
F1 Bize Dünyamız Hakkında Ne Öğretiyor?
Formula 1, eşitsizliklere son vermek için sahici çözümler aramak yerine tali yollara sapan insanlık hâlimizin bir yansıması gibi: Zeki, kusurlu ve sonsuz eğlenceli. Yaratıcılığın açgözlülükle buluştuğu, zaferin ancak başkalarının zararına kazanılabildiği ve limitlerin sürekli yeniden tanımlandığı bir dünya.
Bizi ileriye götüren ve geliştiren bazı güçlerin (para, güç ve ego) aynı anda bizi bölmekle tehdit ettiği bir dünya. F1, çelişkileriyle sadece dünyamıza bir ayna tutmakla kalmıyor, aynı zamanda onu yönlendirmek için bir yol haritası da sunuyor: Kaostan beslenmeyi öğrenin, ihtişamı ödüllendirin ve asla ama asla yarışmayı bırakmayın.
Şimdi izin verirseniz, yarış takviminden çıkarılmadan önce Avrupa’daki bir pistte F1 izleyebilmek için para biriktirmeye başlamam gerekiyor.