Antisemitizm ve Akademik Özgürlük Tartışmasında Ghassan Hage Örneği
Almanya’daki Max Planck Topluluğu’nun Avustralyalı etnolog Ghassan Hage’yi İsrail’e dair söylemleri nedeniyle işten çıkartması uluslararası çapta yankı uyandırdı. Topluluk, temel değerlerini koruma gerekçesiyle işten çıkarma kararı aldığını belirtirken, Almanya’da akademik özgürlük ve antisemitizm ithamlarının genişleyen sınırı tartışılıyor.
Almanya’daki Max Planck Topluluğu’nun Avustralyalı etnolog Ghassan Hage’yi İsrail’e dair söylemleri nedeniyle işten çıkartması uluslararası çapta yankı uyandırdı. Topluluk, temel değerlerini koruma gerekçesiyle işten çıkarma kararı aldığını belirtirken, Almanya’da akademik özgürlük ve antisemitizm ithamlarının genişleyen sınırı tartışılıyor.
Lübnan asıllı Avustralyalı etnolog Prof. Ghassan Hage, Almanya’daki Max Planck Topluluğu’nda misafir öğretim üyesi olarak çalışmak için davet almıştı. Kasım 2022 tarihi itibarıyla kurumda çalışmaya başlayan Hage, özellikle etnoloji ve göç araştırmaları alanında yazdığı kitaplarla otorite kabul edilen prestijli bir akademisyendi. Fakat işler 7 Ekim’in ardından tamamen değişti. Gazze’deki soykırıma dair paylaşımları nedeniyle çalıştığı kurumdan çıkartılan Hage’ye yönelik linç kampanyasına ve mahkemeye kadar uzanan sürece yakından bakalım.
BDS Propogandası Yapma İddiası
Welt Gazetesinde Dirk Banse, Martin Lutz ve Uwe Müller imzasıyla 5 Aralık 2024’te bir haber yayınlandı. Bu haberin başlığı “Antisemitizm skandalı Alman Nobel atölyesini sarstı” şeklindeydi. Haberde prestijli Max Planck Topluluğu bünyesindeki bir profesörün “İsrail nefreti saçtığı” iddia edilirken, Ghassan Hage’nin “Boykot, Yatırımları Geri Çekme ve Yaptırımlar Hareketi’nin (BDS) propagandasını yaptığı” ve federal hükûmetin alarm hâlinde olduğu yazıyordu.
Haberde Hage’nin İsrail-Filistin meselesiyle ilgili tüm “sicili” detaylarıyla anlatılıyor, hikâye ise Hage’nin 2016 nisan ayında bir makalede İsrail akademisini boykot ettiğini söylemesiyle başlatılıyordu.
Welt haberinde Hage’nin kendisini “Filistinlilerin mücadelesine fanatik bir seviyede sadık hissettiği” ve “giderek radikalleştiği” iddia ediliyordu. 7 Ekim’de kendi bloğunda “the Endless Dead” isimli şiirini yayınlayan Hage’nin “Hamas’ın terörizmini övdüğü” öne sürülüyordu. Şiirdeki şu ifadeler Welt haberinde öne çıkarılmıştı: “Ve işte bugün buradayız. Ve Filistinliler, tüm sömürgeleştirilen halklar gibi, hâlâ direnme kapasitelerinin sonsuz olduğunu kanıtlıyorlar. Sadece tünel kazmakla kalmıyorlar. Duvarların üstünden de uçabiliyorlar.”
Habere göre Prof. Hage, 11 Aralık 2023’te X’te yaptığı bir paylaşımda İsrail şiddetinin “yıkıcı gücü ve küçümseme arzusuyla Nazilerin antisemitik şiddetine daha çok benzediğini” ifade etmişti. 14 Ocak 2024’te ise Facebook’ta yaptığı paylaşımda, “Filistin’de sadece acı, ırkçılık ve gayriinsanilik değil, aynı zamanda bir toplama kampı da gördüğünü” belirtmişti.
İş İlişkisinde Sadakat Yükümlülükleri
Hage’nin Gazze’deki korkunç katliamların ardından artık uluslararası olarak da “soykırım” olarak nitelenen eylemlere dair bazı eleştirileri, Welt gazetesinde acite edilerek sunuldu. Gazete Max Planck Topluluğu’nun Başkanı olan Patrick Cramer’e ve Enstitü’nün Etnolojik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Ursula Rao’ya Hage’nin paylaşımlarını iletip hesap sordu. Enstitü ise konuyu incelemeye aldığını belirtti.
Welt haberinde, Max Planck Topluluğu’nda “Hage gibilere” alan tanındığı iddiası öne sürülmüş ve enstitüye yönelik bu linç kampanyası Max Planck Topluluğu’nun “zaten” 2017 yılında da Norman Finkelstein gibi “oldukça tartışmalı” bir siyaset bilimciyi davet etmesiyle genişletilmişti. Nitekim Finkelstein’in programı o dönem Welt’te şu başlıkla duyurulmuştu: “Max-Planck Enstitüsü İsrail düşmanlarına podyum sunuyor!”
Welt’in haberinden 2 gün sonra, 7 Şubat 2024’te, Almanya’da tam da 7 Ekim’in ardından Gazze’deki orantısız ve korkunç saldırılardan çok daha yoğun bir şekilde Almanya’da antisemitizmin arttığı tartışmaları gündemdeyken, Max Planck Topluluğu bir açıklama yayınlayarak Hage ile yollarını ayırdığını duyurdu. Kurum Şubat 2024’te yaptığı açıklamada Hage’nin ifadelerinin kurumun temel değerleriyle çeliştiğini belirtti. Irkçılık, antisemitizm, ayrımcılık, nefret ve kışkırtmanın kabul edilemez olduğunu vurgulayan topluluk, bu gerekçeyle Hage ile iş birliğine son verildiğini ilan ediyordu.
Kurum yaptığı açıklamada Almanya’da Anayasa tarafından garanti altına alınan özgürlük haklarının paha biçilmez değerde olduğunu, fakat bu hakların büyük bir sorumluluk getirdiğini ifade ederek şunları belirtti: “Araştırmacılar, özgürlük haklarını suiistimal ederlerse, kamuya açıklanan beyanlarla bilimin güvenilirliğini zedeler ve bu şekilde ona destek veren kurumların itibar ve güvenini sarsarlar. İfade özgürlüğü hakkı, karşılıklı saygı ve iş ilişkisinde sadakat yükümlülükleriyle sınırlıdır.”
Mahkemeye Giden Süreç
Bu karar, akademik dünyada büyük bir eleştiriyle karşılandı. Öncelikle 60’ya yakın İsrailli Yahudi akademisyen Max Planck Topluluğunun Başkanı Patrick Cramer’e bir açık mektup yazdılar. Mektupta Hage’ye desteklerini açıklayan akademisyenler, onun Avustralya, İsrail ya da Filistin fark etmeksizin etno-nasyonalizme dair eleştirel analizlerinin olduğunu belirtip şöyle diyorlardı: “Hage’nin İsrail-Filistin için alternatif siyaset vizyonu, hem ulusalcı siyasi yapılara bir alternatif sunmakta hem de Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğerleri arasında eşitlikçi bir birlikte yaşama olasılığını gündeme getirmektedir.” Mektupta ayrıca “İsrail eleştirisi” ile “antisemitizm”in birbiriyle karıştırılmasına ilişkin endişeler dile getirilirken, özellikle Almanya’daki Yahudi yaşamının bu nedenle tehlikeye atıldığı ifade ediliyordu.
Bu mektubun ardından Avrupa Sosyal Antropologlar Derneği (EASA) de, 14 Şubat 2024’te Max Planck Topluluğuna bir açık mektup yazarak Prof. Hage’nin akademik özgürlüğüne vurgu yaptı ve antisemitizm iddialarının mesnetsiz olduğunu vurguladı. EASA ayrıca Max Planck Topluluğunun Hage hakkındaki açıklamalarını endişeyle karşılayıp kurumun pozisyonunun, dünya genelinde faşizm ve otoriterlik yükselişteyken daha önce hiç olmadığı kadar gerekli olan eleştirel tartışmayı zayıflattığını belirtti. EASA’nın Almanya’daki tartışma iklimine dair yorumları ise oldukça sertti:
“Almanya’da, İsrail’deki aşırı sağ hükûmetin uyguladığı şiddete karşı görüş bildiren akademisyenler, demokratik bir toplumda ve otoriterliğe karşı eleştirel olduğu iddiasındaki akademik çevrede yeri olmayan sansür, susturma ve yıldırma uygulamalarına maruz kalmaktadır. İsrail-Filistin konusunun antisemitizm meselesine indirgenemeyecek kadar karmaşık ve iyi bilgilendirilmiş bir tartışmayı gerektirdiğine dair uluslararası çağrılar arasında Max Planck Topluluğunun takındığı tutumun, onu uluslararası akademik ağlardan daha da izole etmesi muhtemeldir.”
Bundan 2 gün sonra, 16 Şubat 2024 tarihinde ise Amerikan Antropoloji Birliği, Max Planck Topluluğuna bir mektup yayınladı. Prof. Hage’nin işten çıkarılma kararının akademik özgürlük üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı konusunda uyarıda bulunan kurum, Max Planck Topluluğuna kararını gözden geçirme çağrısı yaptı.
Bundan kısa bir süre sonra ise Mısır üzerine antropolojik araştırmalar yapan Dr. Samuli Schielke, Almanya’da yayınlanan Zenith isimli medya platformunda “Ghassan Hage Skandalı” başlıklı bir destek metni kaleme aldı.
Hage’ye yönelik antisemitizm ithamlarının asılsız olduğunu söyleyen Schielke bu metinde şu açıklamalarda bulunuyordu: “Hage vakasını inceleyen ve uzman analizlerine kulak veren biri, Hage’nin Yahudi karşıtı olduğu ve antisemitik propaganda yaydığı suçlamasına katılamaz. Hage’nin yazıları kutuplaştırıcı ve polemik olabilir. Fakat bunlar İsrail politikasına ve İsrail’in siyasi projesinde somutlaştığını düşündüğü etnik milliyetçilik fikrine yöneliktir. İsrail’e ve işgale yönelik eleştiriyi Yahudi düşmanlığıyla eş tutanlar hariç bunu antisemitizm olarak değerlendirmek mümkün değildir.”
Bütün bunlar olurken Prof. Ghassan Hage, antisemitizm suçlamalarını kesin bir şekilde reddetti. Açıklamalarının İsrail’in politikalarına yönelik bir eleştiri olduğunu, Yahudilere karşı olmadığını belirterek Max Planck’a karşı hukuki adım atacağını açıkladı. Ve ardından mahkeme süreci başladı.
Aylar süren mahkeme sürecinin ardından 10 Aralık 2024’te Halle İş Mahkemesi, Hage’nin açtığı davayı reddederek Max Planck Topluluğu’nun işten çıkarma kararını hukuki açıdan onayladı. Mahkeme, Hage’nin ifadelerinin Max Planck Topluluğunun değerleriyle örtüşmediği ve akademik özgürlüğün ihlal edilmediği sonucuna vardı.
Halle İş Mahkemesi, davacı Hage’nin özellikle 7 Ekim 2023 ve 16 Kasım 2023 tarihlerindeki paylaşımlarıyla ve İsrail’in anayasal devlet yapısını sorgulaması nedeniyle, Max-Planck Enstitüsü’ne karşı olan iş sözleşmesi yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal ettiğini vurguladı. Bu nedenle de iş anlaşmasının feshi için önceden bir uyarıya gerek olmadığına karar verildi.
Akademik Özgürlüğü Bastıran Bir Sansür
Dr. Samuli Schielke, 16 Aralık’ta davaya ilişkin kaleme aldığı son yazısında akademi açısından bu kararın anlamını değerlendirdi ve Max Planck Topluluğu Başkanı Patrick Cramer ile konuya dair kısa görüşmesini aktardı. Halle İş Mahkemesi’nden çıkan kararın yaygın bir uygulamaya dönüşmesi durumunda Almanya’daki bilim insanlarının çalıştıkları kurumlardan siyasi pozisyonlarıyla ilgili talimat beklemek zorunda kalacaklarını söyleyen Schielke, yazısında şunları ifade etti:
“Almanya’daki meslektaşlarımın birçoğu zaten zorunlu bir siyasi bağlılık talebi altında. Kararın daha önemli olan neticesi ise, olay süresince antisemitizm suçlamasının tekrar tekrar gündeme gelmesi: [Daha doğrusu] açıkça ifade edilmiyor olsa da geri de çekilmemesi.
(…) Kendisiyle [Patrick Cramer] yaptığım görüşmede edindiğim izlenim, meslektaşlarımla yaptığım gayriresmî görüşmelerden edindiğim genel izlenimle örtüşüyor: Sert ama netlikten uzak ve şeffaf olmayan kararlar, bunalımlı ve rahatsız edici bir sessizlik yaratıyor. İş sözleşmesinin olağanüstü feshi, tartışmalı ve riskli bir karardır. Genellikle çözümden çok çatışma yaratır. Sözleşmeleri uzatmamak ve fon başvuruları için desteği geri çekmek çok daha basit yöntemlerdir. İma yoluyla yapılan bu tür bir sansür, sonuçlarını kabul etmeye razı olunduğu sürece uyulabilecek ya da uygulanabilecek kurumsal kırmızı çizgilerden çok daha etkilidir.”
Max Planck’in Hâkim Söyleme Boyun Eğişi
Prof. Ghassan Hage’nin Almanya’da yaşadığı olay ne yazık ki tekil bir olay değil. Ülkede İsrail’e, özellikle de İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı apartheid ve soykırım pratiklerine yönelik eleştiriler ister akademik camiada, ister sanat camiasında, isterse de sivil toplum nezdinde ifade ediliyor olsun, sert bir antisemitizm ithamıyla karşılaşıyor. Bu durum da Almanya’da İsrail’e yönelik eleştirilerin sınırının küresel kıyaslamada oldukça daraltılmış olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Almanya’nın en başarılı araştırma organizasyonu olarak bilinen, 24.000 çalışanı ve senelik 15.000 yayını ile dünya genelinde 100 ülkede organize olan Max Planck Topluluğu, Almanya’da İsrail’in hukuka aykırı eylemlerine eleştirileri susturmak isteyen hâkim söyleme boyun eğmiş durumda.
Ghassan Hage vakası, Almanya’da “antisemitist” olarak damgalanmaktan çok az kişinin kurtulabildiği gerçeğini de gözler önüne seriyor. Documenta’da eseri sergilenen bir sanatçı ya da çalışmalarıyla literatüre yön vermiş bir akademisyen de olsanız, Alman “devlet aklı”nın sınırlarına yaklaştığınızda “iptal edilmeniz” oldukça olası. İsrail ve İsrail’in Gazze ile Batı Şeria’da yürüttüğü soykırım eylemlerine dair her türlü açıklama, Almanya’nın İsrail’e koşulsuz şartsız bağlılığı ölçüsüne vurularak değerlendiriliyor ve susturulmanın bir aracı olarak da antisemitizm öne sürülüyor. İronik bir biçimde bu stratejinin antisemitizmi engellemediği, tam tersine çoğalttığı açık. Bu söyleme daha kaç tane akademisyen ya da sivil toplum önderinin kurban edileceği ise belirsiz.