'Almanya'

Antisemitizm ve Hatırlama Hiyerarşileri: 15. documenta’dan Geriye Ne Kaldı?

Almanya’nın Kassel şehrinde düzenlenen ve “dünyanın en önemli çağdaş sanat festivali” olarak değerlendirilen documenta’ya antisemitizm iddiaları gölge düşürdü. documenta’ya dair tartışma, aynı zamanda Almanya’nın hatırlama kültürü hakkında da nüveler ortaya koyuyor.

© Kira Stephanie Loba/shutterstock.com

Büyük burunlu, sivri dişli, gözleri kanlı, kafasında SS yazılı melon bir şapka giyen ve puro içerek resmedilmiş bir figür. Onun biraz aşağısında, yüzü domuz şeklinde tasvir edilmiş, başında Mossad yazılı miğfer ve Davud yıldızlı kırmızı fular takan üniformalı biri. Bu karikatürize görseller geçtiğimiz haziran ayında Kassel’de bir çağdaş sanat sergisinde sergilendi.

“People’s Justice”, yani “Halkın Adaleti” isimli bu devasa poster Taring Padi isimli bir sanat kolektifi tarafından hazırlanmıştı. Eser antisemitizmle suçlandı. Birkaç gün içinde önce üstü kapatıldı, ardından da kaldırıldı. Peki dünyanın en önemli çağdaş sanat festivalinde işler nasıl bu noktaya geldi?

documenta: Dünyanın En Önemli Çağdaş Sanat Festivali

documenta Almanya’nın Hessen eyaletinin Kassel şehrinde 5 yılda bir düzenlenen bir çağdaş sanat sergisi. Ülkenin tam ortasında seçilen konumuyla Almanya’nın savaş sonrası toparlanması adına sembolik bir değeri var. Venedik Bienali’inin iki katından fazla bütçesiyle, ve özellikle 2011’den sonra vizyonunu uluslararası küratörlerle genişletmesiyle dünyanın en önemli çağdaş sanat festivali olarak kabul görüyor.

15. documenta tüm bu tarihi üstlenirken, aynı zamanda önemli bir dönüşüm kararı aldı. Serginin genel konseptinin belirlenmesi, davet edilecek sanatçılar ve eserlerin yerleştirilmesine karar veren kürasyon görevi bir kişiye değil, bir sanat kolektifine teslim edildi. Ruangrupa isimli Endonezyalı bu kolektif, documenta’yı sanatçılar arasında paylaşım ve dayanışma temelli bir Lumbung[1] eylemiyle oluşturdular. Sergiye tek tek sanatçılar değil sanat kolektifleri davet edildi; onlar da kendi yerel ağları üzerinden farklı sanatçıları davet etti. Böylece çoklu bir kürasyon deneyimiyle özellikle kolonyal geçmişi olan coğrafyalardan 1500 sanat merkezi sergiye katılma şansı elde etti. Ruangrupa, herkesin kendi ismini parlatmaya çalıştığı, kapitalist rekabet kurallarıyla örülü çağdaş sanat ortamının aksine, “sanat yapmak yerine arkadaş edinelim” sloganıyla sanatçılar arasında kalıcı ilişkiler kurmayı hedefliyordu. Ayrıca sanatçılar, geldikleri coğrafyaların toplumsal ve politik gerçeklerini yansıtırken, farklı perspektiflere birlikte konuşabilecekleri bir alan açılacaktı.

Ruangrupa - Fotoğraf - Nicolas Wefers

Ruangrupa isimli sanat kolektifi | Fotoğraf: Nicolas Wefers | @documenta

documenta’da Antisemitizm İddiaları

documenta henüz açılmadan kamuoyunda hedef alınmaya başlandı. Almanya Yahudiler Merkez Konseyi, sergiye davet edilen Filistinli sanatçılar arasında BDS[2] hareketine yakın olanların varlığı ve İsrail’den hiçbir Yahudi sanatçının davet edilmemesi nedeniyle eserlerde antisemitizm oluşma şüphesini paylaştı. Buna karşı önerileriyse, eserlerin sergi açılmadan denetlenmesiydi. documenta yönetimi, sanatçıların eserleri hakkında önceden bilgi vermesi veya uyarılmasını içeren bu teklifi bir sansür girişimi olarak nitelendirdi.

Bu baskı en çok Filistinli sanatçılar tarafından hissedildi. Filistinli sanat kolektifi Question of Funding’e ayrılan salon, henüz sergi açılmadan saldırıya uğradı. Sergi duvarlarına aşırı sağ propaganda ve ölüm tehdidi olarak yorumlanan yazılar yazıldı. Aynı salonda bulunan, Mohammed Al Hawajri’nin “Guernica Gaza” isimli serisi hedef alınan eserlerden biriydi. Picasso’nun Nazi Almanyasının 1937’de bombaladığı Guernica’yı bir savaş karşıtı görsel olarak simgeleştiren resmine referans veren bu seri, Millet, Delacroix, Chagall, Van Gogh gibi modern resim sanatının klasik temsilcilerinin resimlerine, İsrail ordusunun askerlerinin fotoğraflarını montajlanmasıyla oluşturulmuştu. Eser, politik bir propaganda olmakla itham edildi ve İsrail ordusuyla Hitler’in savaş suçlarını karşılaştırdığı için yoğun olarak eleştirildi.

documenta’nın açılışından önce yaşanan gerilim, açılışa katılan Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in konuşmasına da yansıdı. Bu tartışmaları takiben katılmakta tereddüt ettiğini paylaşan Steinmeier konuşmasında, Almanya’da antisemitizm ve İsrail eleştirisinin sınırlarını yeniden hatırlattı: “İsrail devletinin tanınması, modern Yahudi toplumunun saygınlığının ve güvenliğinin tanınmasıdır. (…) İsrail politikaları eleştirilebilir, ama bu eleştiriler İsrail devletinin varlığını sorgulamaya varırsa sınır aşılmıştır.”

Sanat Kolektifinden Özür

documenta’nın üzerinde dolaşan antisemitizm tehdidi, Taring Padi isimli Endonezyalı sanat kolektifinin “People’s Justice” isimli 8×12 metre büyüklüğündeki devasa posterinin asılmasından sonra açık nüveler buldu. Üzerindeki yüze yakın karikatürize edilerek resmedilmiş figürün arasında iki tanesi açıkça antisemitik unsurlar içeriyordu. Tepkiler üzerine poster birkaç gün içinde kaldırıldı. Küratöryel ekip Almanya Federal Meclisine açıklama yapması için davet edildi.

Bu skandal farklı referansların bir arada konuşulmasındaki gerilimi gözler önüne serdi. Küresel güneyi temsil eden sanatçılar Uzakdoğu Asya ve Avrupa politik-toplumsal tarihi içindeki uluslararası güç ilişkilerini eleştirel bir bakış açısıyla sunuyordu. Endonezya’nın aşina olduğu bu post-kolonyal bakış Almanya için oldukça yeniydi. Taring Padi kolektifi adına konuşan, Alexander Supartono, resimlerin Endonezya’daki diktatör Suharto rejimini destekleyen uluslararası güçleri temsilen, Endonezya’daki farklı tasvir geleneklerine referansla çizildiğini belirtti. 1967-1998 arasında devlet başkanlığı yapan Suharto ülkesinde 500 binden fazla kişiyi öldürürken, Alman siyasetçilerden Helmut Kohl, CIA ve Mossad gibi istihbarat örgütleri tarafından destekleniyordu. Yayınladıkları özür metninde, Taring Padi posterdeki görsellerin Yahudiler nezdinde kırıcı olduğunu kabul etti ve “Almanya’nın tarihi bağlamında belirli bir anlam kazandığını”nın farkına vardığını belirtti.

Tartışmalar sonrası Anne Frank Derneği “antisemitizm uzmanı” olarak sergiyle ilgilenmesi için görevlendirildi. Dernek Başkanı Meron Mendel’e göre, bahsi geçen görseller Yahudileri basmakalıp tiplere indirgeyerek damgalayan antisemitik görsel dil geleneğinden izler taşıyordu. Bu tip aşağılayıcı görseller Orta Çağ’dan, Nazi Almanyasına kadar Yahudilerin azınlık olduğu Avrupa toplumlarında halkı kışkırtmak amacıyla kullanılıyordu. Taring Padi’nin geldiği Endonezya’da ise buna benzer tasvirler, rejime karşı düzenlenen eylemlerdeki posterlerde kullanılmıştı: Yani mazlum bir halk tarafından kendini ezen güçlere karşı. Bu imajların Endonezya’da ortaya çıkışı ise ülkenin Hollanda sömürgesi olduğu yıllara dayanıyor. Ade Darmawan, kürasyon ekibi adına mecliste yaptığı konuşmasında, antisemitik imajların Avrupalı sömürgeci güçler tarafından, Endonezya içindeki farklı azınlıklara karşı kullanılmak için ihraç edildiğinden bahsediyordu. Yani damgalayıcı bir görsel gelenek, Avrupa’dan Endonezya’ya gelip yıllar sonra Avrupa’ya dönerek döngüsünü tamamlamıştı.

Skandalların Ardından Gelen İstifalar

Sanatçıların kendilerini açıklama ve kamuoyundan özür dileme süreçleri tartışmaları sonlandırmadı. İlerleyen günlerde Meron Mendel, yeterli diyalog alanı bulamadığını söyleyerek görevinden ayrıldı. Almanya’da ırkçılığa dair eleştirel işleriyle bilinen, serginin yıldız isimlerinden Hito Steyerl, bu olaydan sonra documenta’ya güvenini kaybettiğini belirtti ve kendi eserini sergiden çekti. Açıklamasında, her ne kadar farklı ülkelerden gelen perspektifleri anlasa da Almanyalı bir sanatçı olarak antisemitizme karşı sorumluluğunu belirtti. Olayda sorumluluk alan documenta Genel Direktörü Sabine Schormann istifa etti.

Serginin bitimine iki hafta kala antisemitizm farklı bir eser üzerinden yeniden gündeme geldi. documenta tarafından görevlendirilen bilimsel danışma grubu eylül ayında araştırmasını tamamladı ve  yayınladıkları açıklamada, “Tokyo Reels” isimli film arşivinin gösteriminin durdurulmasını istedi. Açıklamaya göre, film “Anti-Siyonist, antisemitik ve İsrail karşıtı bir tavır” içeriyordu ve eleştirel bir çerçeve içine alınmadan gösterildiği için şiddet propagandasına dönüşüyordu. İsrail’in kuruluşundan itibaren Filistin bölgelerinin yaşadıklarını derleyen bir belge niteliğindeki bu film arşivi, Japonya-Filistin anti-emperyalist dayanışması sayesinde 1960’lı yıllardan itibaren Tokyo’da korunmuş ve Filistinli Subversive Film Kolektifi’ne teslim edilmişti.

Bu sefer küratöryel ekip, sergi sanatçılarının desteğiyle birlikte “Öfkeliyiz, üzgünüz, yorgunuz, birlik olduk” başlıklı bir mektup yayınladı. Bu sansür talebini ırkçı bulduklarını ve reddettiklerini açıkladılar. Antikolonyal mücadelelerinin bir parçası olarak, hedef gösterilen Filistinli sanatçılarla dayanışma içinde olduklarını ve Almanya toplumunun antisemitizm yanında başka ırkçılık türleriyle de yüzleşmesi gerektiğini belirttiler. Tüm bu saldırılar altında sergideki yüzlerce konu tartışılmamış, sanatçıların uğradığı saldırılar da göz ardı edilmişti. 100 günlük bir sanat etkinliği olarak tanımlanan documenta’nın sonuna gelindiğinde, Küba’lı sanatçı Tania Bruguere, sergiye katıldığı için bundan sonra antisemitist olarak etiketlenmekten korktuğunu, Filistinli sanatçı Yazan Khalili ise bir daha Almanya’da bir sergiye katılmayı düşünmediğini söylüyordu.

documenta ve Almanya’nın Hatırlama Kültürünün Gölgede Kalanları

documenta eylül ayında sonlandığında Almanya’nın en büyük medya organları tarafından bir “hata” “utanç” ve “felaket” olarak nitelendiriliyordu. Yaklaşık bir yıla yayılan tartışmalar, yerel ve küresel bağlamlar karşılaştığında yaşanan gerilimi hatırlama kültürü özelinde gösterdi. “Hatırlamada Dünya Şampiyonu” olarak nitelenen Almanya, 2. Dünya Savaşı ve Nazi Almanyası geçmişiyle sorumluluk alarak ve yaraları onarmayı hedefleyerek bir hatırlama politikası benimsedi. Bu politika, her şehirde gördüğümüz soykırım anıtları ve resmî anmaların yanında, aynı koşulların bir daha oluşmamasını sağlamak için Yahudi karşıtlığına dair gelecek nesilleri eğitmek ve uluslararası siyasette İsrail’i desteklemek gibi çok boyutlu faaliyetleri içeriyor. Meselenin entelektüel boyutundaysa, antisemitizmi bir ırkçılık biçiminden daha geniş anlamda anlama, Holokost’a organize bir devlet şiddeti olarak tarihte insanlığa karşı işlenmiş suçlar içinde biricik bir yer verme ve onu başka katliamlarla karşılaştırarak görelileştirmeme anlayışı hüküm sürüyor. Resmî anlatı ve eğitim politikaları bu temeller üzerinden şekilleniyor. Almanya 2000’li yıllardan itibaren bir göç-sonrası topluma dönüşmüş olsa da, şimdiye kadar farklı ülkelerden göçen hatırlama pratikleri kendilerine ana akımda bir yer bulamadı. Almanya tarihinin farklı kanlı noktalarını, kolonyal geçmişini, Asya, Roman ve Müslüman gruplara dönük ırkçılık biçimlerini hatırlamaya o kadar da cömert bir alan açmaması da, bu tartışmanın en güncel yanlarından biri. documenta ise tüm bu perspektifleri Almanya’nın kalbine taşıdı.

Cumhurbaşkanı Steinmeier, documenta açılış konuşmasında, küresel bir hafızanın ortaya çıkması için tüm hatıraların dikkate alınması gerektiğini söylüyordu. Ayrıca küresel güney, İsrail ve Yahudi toplumlarını bir araya getiren bir pratiğin, Almanya’da eksik olan post-kolonyal bakış açısındaki boşlukları doldurabileceğini. Akademik alanda Almanya’nın kolonyal geçmişi ve Nazi Almanyası arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çalışmalar olsa da, İsrail’i eleştirmekle antisemitizm arasındaki sınırın sürekli bulanıklaştırıldığı bir alanda kamuoyu önünde konuşmak hâlâ büyük cesaret gerektiriyor.

Eski Hessen Eyalet Başbakanı Hans Eichel documenta hakkında verdiği bir röportajda, “Almanya Taring Padi’nin özrüne göz hizasında bir yanıt verebilirdi. ‘Biz de ülkenizde bu korkunç katliamları yapan diktatörü desteklediğimiz için çok üzgünüz’, diyebilirdi.” diyordu. Almanya şimdilik bu şansı kaçırmış gibi görünüyor. Sonuç olarak, Almanya kendi tarihinden gelen sorumluluğuyla, ülkede yaşayan Yahudi toplumu antisemitizme karşı bu tecrübe üzerinden tepki veriyor. Bunun yanında Almanya’da kimlerin incinmesi ve güvenliğinin öncelendiğini belirleyen bir kurumsal hiyerarşi var. Tüm documenta tecrübesinde gördüğümüz şey ise şu: Ülkede farklı perspektiften hatırlama kültürleri yer bulabiliyor, ama yalnızca entelektüel çevrelerde. Ana akıma gelme çabalarında ise çeşitli sosyal linç mekanizmaları devreye giriyor.

Dipnot

[1]Endonezya dilinde, fazla pirinç hasadının depolandığı ve toplum yararına kullanıldığı pirinç ambarı.

[2]İngilizce “Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar” kelimelerinden oluşan BDS, 2005’ten beri faaliyet gösteren, İsrail’e sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yaptırım uygulanmasını savunan uluslararası bir hareket. Almanya Parlamentosu 2019 yılında hareketin antisemitik olduğuna hükmetti.

Zeynep Doğusan

Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde, yüksek lisans eğitimini ise İstanbul Şehir Üniversitesinde tamamlayan Doğusan, Berlin Humboldt Üniversitesinde toplumsal hafıza konusunda doktora eğitimine devam etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler