'Savaş'

Jürgen Todenhöfer: “Almanya’daki Bu Gidişata ‘Dur’ Demeliyiz”

Alman yazar, gazeteci ve politikacı Jürgen Todenhöfer, yıllardır savaş bölgelerinde yaptığı saha çalışmalarıyla tanınıyor. Eleştirel bakışı ve Batı’nın dış politikasına yönelik sivri analizleriyle dikkat çeken Todenhöfer, barış temelli bir siyasal düzen çağrısı yapıyor. Kurduğu partiyle siyasete devam eden Todenhöfer ile uluslararası siyaseti ve savaşı konuştuk.

Jürgen Todenhöfer

Siz Gazze meselesinde Almanya’nın tutumunu oldukça sert bir şekilde eleştirdiniz. Almanya’nın Gazze politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gazze halkının aç bırakılmasıyla ilgili duyduklarım ve gördüklerim açıkça uluslararası hukuka aykırı. Bu açık bir şekilde savaş suçu. Bunu altı ay önce, oğlumla birlikte İsrail’deki Kerem Şalom sınır kapısındayken bizzat yaşadım. Orada yerleşimciler Gazze’ye girmesi planlanan yardım konvoylarını engellerken, ordu ve polis ise hemen yanlarında duruyordu. Güvenlik güçlerine neden müdahale etmediklerini sorduğumda ise sadece şunu söylediler: “Böyle bir emir almadık. Biz sadece güvenlik ve düzeni sağlamakla görevliyiz.”

Dışişleri Bakanı Johann Wadephul (CDU) göreve geldikten sonra ilk kez İsrail’i ziyaret ettiğinde şu anlama gelen bir şey söyledi: “Eğer İsrail şimdi Gazze’deki insani durumu iyileştirmeye yönelik ABD’nin önerisini kabul ederse, İsrail’in yaptıkları artık uluslararası hukuka aykırı olmaz.”

Bu açıkça şu anlama geliyor: Eğer İsrail gelecekte uluslararası hukuka uygun davranırsa, şu anki uluslararası hukuka aykırı davranışları artık hukuka aykırı sayılmaz. Bu mantık tamamen saçma!

Biz Almanların İsrail ile özel bir ilişkisi var. Nazi döneminde yapılanlardan dolayı ben de bu sorumluluğu kabul ediyorum. Kişi kendi sorumluluğundan asla kurtulamaz, bu sadece Almanlar için değil diğer halklar için de geçerli. Ancak İsrail’e karşı özel bir sorumluluğum varsa, bu sorumluluk savaş suçu ya da soykırım işleyen bir ülkeye silah tedarik etmekle gerçekleşmez. Bu aslında Almanya’nın geçmişteki suçlarından çıkardığı sapkın bir sonuçtur: O dönemde büyük ölçüde katledilmiş bir halkın şimdi bir soykırım işlemesini desteklememiz sadece saçma değil, aynı zamanda ceza hukuku açısından ciddi bir durumdur. En hafif ifadeyle bu, savaş suçuna yardımdır.

Siz federal hükûmet üyeleri hakkında, Uluslararası Ceza Hukuku Kanunu’nun 8. ve 11. maddelerine göre savaş suçlarına yardım etmekten suç duyurusunda bulundunuz. Nasıl tepkiler aldınız?

Dediğiniz gibi Federal Başsavcılığa suç duyurusunda bulundum. Putin hakkında yakalama kararı çıkaran aynı başsavcı bana geri yazdı ve Alman hükûmetinin İsrail’e silah gönderdiğini teyit etti, ama buradan nasıl bir “yardım” suçu çıkarılabileceğini anlayamadığını söyledi. Soruşturma açmak için bir neden görmediğini de ekledi.

Ben bu alanda yıllarca çalıştım; savcılıkta staj yaptım ve kısa bir süre ceza hâkimliği yaptım. Hukuk fakültesinin birinci sınıfındaki bir hukuk öğrencisi, Alman silahlarıyla uluslararası hukuka aykırı bir savaşa yardım edilip edilmediğini soruşturmaya gerek olmadığını söylese, sınavdan kalırdı.

Başsavcı da federal hükûmetin istediğini yaptı. Bana göre başsavcının yaptığı şey, hukukun çiğnenmesidir ve bu da cezai işlem gerektiren bir eylemdir.

Sizin Gazze ile bağınız yeni değil. Gazze’de sizi bu kadar derinden etkileyen ne yaşadınız?

Gazze Şeridi’ndeki bazı projeleri destekledim. Bir kitabımın telif ücretiyle Gazze’de bir futbol sahası finanse ettim ve açılışına bizzat katıldım. Genç Filistinlilerle futbol oynadım. Ayrıca çocukların yüzme öğrendiği bir yüzme kampımız vardı. O dönem çocuklar denizde yüzemiyorlardı çünkü denize gidince üzerlerine İsrail askerleri tarafından ateş açılıyordu.

O çocuklardan birinin adı Mariam’dı. Âdeta bir güneş gibi parlıyordu, yüzme öğrenebildiği için çok mutluydu. Hayatı değişmişti. İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği ilk saldırılarda ailesinin büyük bir kısmı katledildi, Mariam’ın da iki bacağı koptu. Gazze’deki insanlar bir yıl boyunca, sürekli kuzey ve güney Gazze arasında sürülüp durdular. Mariam ve ailesi de birilerinin sırtında taşınarak sığınacak yer aradı. Bundan birkaç hafta önce de Mariam, henüz bacaklarının kesikleri yeni iyileşmişken sığındığı bir okulda öldürüldü.

Gazze’de kaldığım otelin sahibiyle uzun bir telefon görüşmesi yaptım. Bana şöyle dedi: “Bir daha bana insan haklarınızla, demokrasinizle, insan onuruyla falan gelmeyin. Hepsini kaybettiniz. Artık kimse size inanmıyor.”

Bu konu açıldığında içim acıyor, çünkü Yahudi tarihine böyle suçların kaydedileceğini düşünmezdim. Benjamin Netanyahu yalnızca Filistin halkını yok etmiyor, aynı zamanda dünya Yahudiliğini ayakta tutan etik mirası da yerle bir ediyor.

Gazze ve Filistinlilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Donald Trump ve Netanyahu’nun söylediklerine dayanarak önümüzde karamsar bir tablo var. Gazze Şeridi İsrail ordusu tarafından işgal edilecek ve İsrail güçleri belki de sonsuza kadar orada kalacaklar. Gazze’de artık bir yaşamdan bahsetmek mümkün değil, Gazze bir getto artık. Halkın bir kısmı İsraillilerin belirleyeceği bir bölgede, muhtemelen Refah civarındaki çadırlarda yaşayacak ve yiyeceklerini bir Amerikan vakfından alacaklar. Dünyadaki çoğu hapishanede insanlar Gazze’deki insanlardan daha iyi yaşıyor, çünkü en azından hapishanede bombalanmıyorlar.

Kendisini yakinen tanıdığım Henry Kissinger, bir sabah New York’taki evinde kahvaltıda bana Filistin meselesinin çözümünü sormuştu. Sonra da o derin sesiyle sadece şunu söylemişti: “Filistin için bir çözüm yok.” Ben bunu kabul etmiyorum. Bir çözüm olmak zorunda.

Temel mesele şu: İki halk da bu toprakların kendilerine ait olduğunu düşünüyor. Yahudiler, yaklaşık 2000 yıl önce orada oldukları ve Romalılar tarafından sürgün edildikleri için; Filistinliler ise, 1000 yılı aşkın süredir orada yaşadıkları için bu toprakların vatanları olduğunu söylüyor. Birleşmiş Milletler Taksim Planı bu sorunu çözmeye çalıştı ama Filistinlilere asla kendi devlet toprakları verilmedi.

Kısa bir süre önce Batı Şeria’daydım. Batı Şeria tam bir felaket! Tek bir kelime ettiğinizde dahi idari gözaltına alınıyorsunuz. Yani neden olduğu söylenmeden, savcı olmadan, mahkeme kararı olmadan tutuklanabiliyorsunuz. Gözaltı süresi keyfi olarak uzatılabiliyor. Birkaç yılını idari gözaltında geçirmiş 20 yaşındaki gençlerle konuştum. Onlara yapılanlar arasında cinsel taciz, durumu tanımlamakta hafif bile kalır.

Bana göre Netanyahu’nun uzun vadeli hedefi, Batı Şeria’daki Filistinlilerin yaşamını dayanılmaz hâle getirerek onları orayı terk etmek zorunda bırakmak. Gazze Şeridi’nde ise belki 20.000 ya da 30.000 kişi başka bir ülkeye gitmeye maddi olarak güç yetirebilir. Geri kalanlar ise Gazze’de kalmak zorunda. Kalacak olanların evlerini yeniden inşa etmeleri mümkün değil. Her şey yerle bir olmuş; sokaklar harap, camiler, okullar, kiliseler yok edilmiş durumda. İnsanların geri dönebilecekleri hiçbir şeyleri kalmadı.

Netanyahu açıkça bir Filistin devleti olmayacağını söylüyor. Ve bu adam, savaş açacak yeni bir hedef bulamayana kadar iktidarda kalacak. Savaş, onun için hakkında açılan yolsuzluk davasından kurtulmasının tek yolu. Yargıçlar çok net bir şekilde onun tıpkı selefi Ehud Elmurt gibi hapse girmesi gerektiğini söylediler. Netanyahu ise hayatta kalmak için savaşa ihtiyaç duyuyor.

2020 yılında Almanya’da “Adalet Partisi – Team Todenhöfer” isimli bir parti kurdunuz. 50 yıllık CDU üyeliğinin ardından sizi bu adımı atmaya ne götüren şey neydi?

Sizin de dediğiniz gibi 50 yıllık üyeliğimin ardından CDU’dan ayrıldım. Uzun yıllar boyunca Federal Meclis Grubu’nun CDU sözcülüğünü yaptım. Ayrılmamın sebebi ise savaşlardı. 2014’te İsrail’in yürüttüğü savaşları uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendirdiğimden beri Almanya’da televizyonlara çıkarılmıyorum. Jüdische Allgemeine Gazetesi benim hakkımda kelimesi kelimesine şunu yazdı: “Bu adama bir daha asla mikrofon verilmemeli.”

Ben siyasi mesaimde hep savaşları anlamaya ve engellemeye yönelik bir çaba sergiledim. Hayatım boyunca masa başında değil, bizzat sahada 15 savaşa tanıklık ettim. Tanık olduğum ilk savaş, İkinci Dünya Savaşı’nda Britanya tarafından 19 Mart 1945’te Hanau’nun bombalanmasıydı. Kraliyet Hava Kuvvetleri neredeyse 300 uçakla 17 dakikadan kısa sürede Hanau şehir merkezini yerle bir etti. Sokaktaydım, evden kaçmıştım ve her şeyi gözlerimle gördüm. Ertesi gün birlikte oyun oynadığım arkadaşlarım elektrik tellerine asılı hâldeydi.

20 yaşında Paris’te öğrenciyken Cezayir gösterilerini gördüm. 100.000 kişi “Cezayir Cezayirlilerindir” diye bağırıyordu, diğer 100.000 ise “Cezayir Fransız’dır” diyordu. Sonra birbirlerine girdiler. Savaşın ne olduğunu anlamak istedim ve otostopla Cezayir’e gittim, Yabancı Lejyon askerleriyle birlikte ülkeyi dolaştım, isyancı ailelerle ve Fransız ailelerle konuştum.

1980’de Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a karşı yürüttüğü savaşta, Hindukuş Dağları’nı yaya olarak geçtim. Bu olayın ardından Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri’nin sözcüsü benim hakkımda şunu söylemişti: “Bu herifi yakalarsak kırbaçlayıp kurşuna dizeriz.”

Ayrıca arabulucu olarak da görev yaptım. Beyaz Saray, ABD Büyükelçisi aracılığıyla benden Esad’la görüşmemi istediğinde Merkel’le koordineli olarak Şam’a gittim.

Ben her şekilde mesajımı duyurmaya çalıştım. 20 yıl boyunca Burda Medya Grubu’nun yönetim kurulunda, kitaplarla, televizyon programlarında, gösterilerde… Amacım savaşın ne olduğunu ve nelere mal olduğunu insanlara göstermekti. En sonunda bir kitap tanıtım etkinliğindeyken genç bir kız ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Yaptıklarınız yetmez! Kitap yazıyorsunuz, televizyona çıkıyorsunuz, gösterilerde konuşmacı oluyorsunuz. Yeniden siyasete dönmeli, bir parti kurmalısınız!”

Ben de 18 yıl Federal Meclis’te bulunduğumu ve parti kurmaya gerek olmadığını söyleyince kız salondakilere, “Kim Todenhöfer’in parti kurmasını destekliyor?” diye sordu. 600 el havaya kalktı. O zaman ciddi ciddi denemeye karar verdim. O dönem, Meclis’te çoğunlukların kıl payı oluştuğu bir dönemdi. Yüzde 5’lik seçim barajını geçseydik, siyaseti etkileyebilirdik. Böylece Federal Meclis’te savaşlara ve İslamofobi’ye karşı kararlı bir ses olabilirdik.

INSA araştırmasına göre, Eylül ayında potansiyel oy oranımız yüzde 12 idi. Sonra yüzde 5 barajının altında kalacak partilere yönelik bir kampanya başladı: “Oylar boşa gidecek… Herkes bu seçime bağlı. Ya sol ya sağı seçin!”

2021’de Federal Meclis Seçimleri olduğunda ben Almanya’da değildim çünkü 2021’de Taliban Afganistan’da iktidarı ele geçirmişti. Kız çocuklarının eğitimi yasaklanmıştı. Bizim yetimhanemizin yarısı kız çocuklarından oluşuyordu. Yetimlerin yemek temin etmesi bile zordu. Bu yüzden seçim kampanyasını yarıda kesip Katar askerî uçağıyla Afganistan’a uçtum.

Peki sizce önümüzdeki süreçte siyasi bir başarı elde edebilecek misiniz?

Almanya’da şubat ayındaki 2025 seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 10’u hesaba katılmadı. Yani milyonlarca insan parlamentoda temsil edilmedi. Berlin’de aldığımız yüzde 1,5 ile sekiz milletvekili çıkarabilirdik. Ama erken seçimler çok da demokratik gerçekleşmedi.

Normalde her eyalet için 2000 destekçi imzası toplamak üzere aylarınız olur. Biz bu işlemi sadece Noel ile yılbaşı arasında, birkaç haftalık bir sürede yapmak zorunda kaldık. Bu nedenle yalnızca Berlin ve Kuzey Ren-Vestfalya’da aday çıkarabildik.

Yine de mayıs başında Frankfurt’ta bir parti kongresi düzenledik. Orada heyecan dolu insanları gördüm. Bu insanların içleri şu hisle doluydu: “Böyle devam edemez, bir şeyleri değiştirmeliyiz.”

Şimdi özellikle yerel seçimlere odaklanıyoruz. Baden-Württemberg’de doğrudan bir şehir meclisi üyesi kazandık. Kuzey Ren-Vestfalya’da çift haneli sonuçlar elde etmek istiyoruz.

Friedrich Merz liderliğindeki yeni büyük koalisyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son hükûmet döneminde ve Merz döneminde savaş söylemi Almanya’da daha da sertleşti. Merz çok açık bir şekilde sorunları savaşla çözmek istiyor. Taurus füzelerini destekliyor ve Fransızlar ile İngilizlerin de bunu yaptığını iddia ediyor. Bu açık bir yalan. Onların seyir füzeleri çok daha kısa menzilli. Bizim Taurus’larımız 500 kilometre uçabiliyor ve uçaklardan fırlatılarak Moskova’ya kadar ulaşabiliyor.

Almanlar olarak 6 milyon Yahudi’nin katledilmesinden sorumluyuz. Ama öbür yandan Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısı sonucunda yaklaşık 27 milyon Sovyet vatandaşı da öldürüldü. Yani biz 27 milyon Sovyet yurttaşını öldürdük. Buna dair hiç mi bir sorumluluğumuz yok?

Merz’in borç politikası sorumsuzca. Ekonomi, sınırlı kaynaklarla idare etmeyi gerektirir. Mevcut Alman hükûmeti ise borçla sınırsız kaynak yaratmış gibi davranıyor. Merz seçimi, borç frenine dokunulmayacağı vaadiyle kazandı ama hemen iktidara gelir gelmez bu sözünden döndü.

Ukrayna Savaşı konusundaki değerlendirmeniz Almanya’daki genel görüşten oldukça farklı. Bölgede neler gözlemlediniz?

Zelenski, savaşın üçüncü ayında bir barış anlaşmasına hazırdı. Temel şartlar şunlardı: Ukrayna’nın tarafsız kalması ve Rus birliklerinin savaş öncesi sınırlara çekilmesi. Hâlâ bazı görüş ayrılıkları vardı ama özünde anlaşma sağlanmıştı. O dönemde ben Ukrayna’da cephe hattındaydım.

Sonra Boris Johnson, Biden ile koordineli biçimde geldi ve “Hayır, bu savaşı siz kazanacaksınız. Ne kadar silah isterseniz alacaksınız.” dedi. Ukraynalıların müzakere etmesini engelledi. Üç yıl sonra yeniden müzakereler olacak ama şimdi çok daha kötü bir başlangıç noktasındayız. Ukrayna devasa topraklar kaybetti, bunları geri alması da mümkün değil. Yani biz silah yardımlarımızla Ukrayna’ya iyilik etmiş olmadık.

Amerikalı bir senatör şöyle dedi: “Ukrayna’yı, son Ukraynalıya kadar savunuyoruz.” Senatör Graham ise buna “en muhteşem savaş” adını verdi. Mevcut durumda her gün Rus askerleri ölüyor, tanklar yok ediliyor, uçaklar düşürülüyor, ekonomi zarar görüyor; hem de tek bir Amerikalı asker bile ölmeden. Bu savaşların arkasındaki gerçek bana kalırsa bu.

Siz hem kitaplarınızda hem de konuşmalarınızda terörizmin nedenlerine odaklanıyorsunuz. Batılı ülkelerin yürüttüğü savaşlarla terörizm arasında nasıl bir ilişki var sizce?

Batı’nın yürüttüğü savaşlar, terör yetiştirme programlarıdır. Şiddetle hiçbir ilgisi olmayan Iraklı bir öğrencinin hikâyesini dinledim. Birinci kardeşi, evine giderken bir Amerikalı tarafından öldürüldü. Evlerine bomba düştü, kaçmak zorunda kaldılar. En küçük kardeşi evdeki ocağı kapatmak için geri döndüğünde kapının önünde vurularak öldürüldü. Ailesi bütün gece çocuklarının kan kaybından ölüşünü izledi.

Bu öğrenci daha sonra bir saldırıya katıldığında ona “Neden?” diye sordum. “Ölen askerin ailesini düşünmedin mi?” O da bana şöyle dedi: “Amerikalılar bizi düşündü mü ki Irak’a, var olmayan kitle imha silahları bahanesiyle saldırdılar?”

Binlerce yıllık şehrin yerle bir edildiği dönemde Musul’daydım. Ebeveynlerinin vurularak öldürülmesine tanık olan gençlerin El Kaide veya IŞİD’i destekleme ihtimali de artıyordu.

Terörizm sadece Müslümanlara özgü bir olgu değildir. Terör tarihini anlattığım kitabımda da bunu anlatmaya çalışıyorum. Tarihte Hristiyan rahip çetelerinden kaynaklanan terör eylemleri ya da Yahudi gruplarının yaptığı terör vardı. Şu an en çok Müslümanlar bombardımanlardan etkileniyor. Son zamanlardaki savaşların çoğu Müslüman ülkelere yönelik. Şiddet, karşı şiddet doğurur. Zayıf birini düzenli olarak döverseniz, bir gün o da size karşılık verecektir.

Peki tüm bu şiddet sarmalı içinde geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

İnsanlık çeşitli gelişim aşamalarından geçti. Hristiyan Avrupa’da yaygın olan cadı avlarını kaldırdık. Acımasız fiziksel cezaları aştık. Bu, bir medeniyeti daha yüksek bir seviyeye taşır.

Önümüzdeki en önemli iki aşama bence şu: Savaş lanetlenmeli. Alman siyasetçilerin yaptığı gibi savaşı yücelten değil, barışı yücelten bir anlayış tesis edilmeli. Hiçbir savaş “iyi” değildir. Komşunuzu “dürüstçe” öldüremez, “adil bir şekilde” işkence edemez veya “haklı bir şekilde” tecavüz edemezsiniz. Savaş her zaman ahlaksızdır. Çoğu insan savaşın ne anlama geldiğini bilmiyor. Savaş, insanların bağırsaklarının dışarı çıkarıldığı, kazmalarla dövüldüğü, tecavüze uğradığı bir cinnet hâlidir.

Açıkçası ben Kissinger’ın “Filistin için çözüm yok” sözünü kabul etmiyorum. Çatışmaların savaş yoluyla çözülmemesi esastır. Genç neslin hedefi de bu olmalıdır.
Almanya’da başarıyı ve kariyeri değil, bu ülke için iyi olanı merkeze koyan bir parti olması gerektiğini düşünüyorum. Şu anki Şansölye’nin yaptığı gibi ülkeyi iki kat daha fazla borçlandırmanın ne anlama geldiğini düşünen bir parti. Bu borçları mevcut politikacılar değil, bu ülkenin insanları geri ödeyecek. Sonra bize, “Çocuk yuvaları ve okul tadilatları için para yok” denilecek.

Bu gidişata karşı çıkan partiler olmalı. Aşırı sağcı olmayan, ırkçılık ve savaştan uzak, bir sonraki medeniyet aşamasına ulaşmak isteyen partiler. Ben bizim partimizin böyle bir parti olduğunu düşünüyorum.

admin

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ulusaşırı Türk toplulukları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Mehmet Kaya
    2025-07-04 23:30:19

    Adil ve barışçıl yaklaşımlarından ötürü Jürgen Todenhöfer’e teşekkür ediyorum. Röportajdan dolayı da Perspektif yönetimini tebrik ediyorum. Daha uzun olsaydı da zevkle okurdum. Teşekkürler.

Son Yüklenenler