“Engelli Bireyler Karar Alma Mekanizmalarında Aktif Olarak Yer Almalı”
Perspektif, Avrupa toplumlarında sıkça görünür olmayan Müslüman engellilere platform açtığı “Engellerin Ötesinde” serisinde kendisi engelli olan ya da engelli yakını olan bireylerle görüşüyor. Doğuştan görme engelli olan Sultan Bayındır ile engellilik deneyimini, karşılaştığı zorlukları ve daha kapsayıcı bir toplum için yaptığı çalışmaları konuştuk.

“Engellilik” kelimesini nasıl tanımlarsınız? Bu sizin kullanmayı tercih ettiğiniz bir kavram mı?
“Engellilik” kelimesi, benim için sadece bireyin sahip olduğu fiziksel, zihinsel, ruhsal ya da duyusal bir farklılığı tanımlamakla kalmıyor; aynı zamanda bu farklılıkların, toplumsal yaşamda karşılaşılan çevresel ve tutumsal engellerle etkileşimi sonucunda ortaya çıkan yapısal bir durumu da ifade ediyor. Almanya’daki resmî tanım, engelliliği bireysel bir “eksiklik” olarak değil, toplumun sunduğu veya sun(a)madığı olanaklarla şekillenen bir durum olarak ele alıyor.
Benim için engellilik, bir eksiklik değil; eşit katılımı mümkün kılmak için toplumsal düzenlemeler gerektiren bir durum. Ancak bu yaşam deneyiminin niteliği, toplumun erişilebilirlik ve kapsayıcılık konusundaki duyarlılığına doğrudan bağlı. Erişilebilirlik ve kapsayıcılık, yalnızca engelli bireylerin değil, tüm toplumun daha eşit, daha adil ve daha onurlu bir yaşam sürmesini mümkün kılar.
“Engellilik” kelimesini bu çerçevede kullanmayı tercih ediyorum; çünkü bu kavram yalnızca bireysel bir durumu değil, çevresel ve yapısal bariyerlerle şekillenen toplumsal bir gerçekliği yansıtıyor. Bağlama bağlı olarak, özellikle odak nokta sistemin eksikliklerini görünür kılmak olduğunda, “erişim kısıtlılığı” ya da “engellenen bireyler” gibi alternatif ifadelere de yer veriyorum.
Bize engelinden bahseder misin? Bu engel senin için günlük hayatta ne anlama geliyor?
Benim hikâyem, dünyayı hiç görmeden onu anlamaya çalışmakla başladı. Doğuştan görme engelliyim. Ancak bu durum, hayata dair merakımı ve katılım isteğimi hiçbir zaman bastıramadı. Benim için engellilik yalnızca bireysel bir farklılık değil; toplumsal yapılar erişilebilir olmadığında ve ön yargılı tutumlarla karşılaşıldığında anlam kazanan yapısal bir durum. Örneğin, belgelerin erişilebilir dijital formatta sunulmaması, toplu taşımada sesli anonsların eksikliği ya da şehir mobilyalarının gelişigüzel yerleştirilmesi gibi teknik yetersizlikler, benim gibi bireylerin gündelik yaşamını oldukça zorlaştırıyor. Bu eksiklikler yalnızca teknik detaylar değil; daha adil ve kapsayıcı bir toplumun henüz tamamlanmamış parçaları.
Sosyal etkileşimlerde de görünmeyen ama güçlü bariyerlerle karşılaşıyorum. Örneğin bir restoranda garsonun doğrudan bana değil, yanımdaki gören kişiye “Ne yiyecek?” diye sorması hâlâ yaşadığım bir durum. Oysa ben oradayım; konuşabiliyor, karar verebiliyorum. Bu görünmezlik hissi engelliliğin kendisinden değil, toplumun bakış açısından kaynaklanıyor. Çünkü sorun bedenimizde değil, bakış açısında. Bu tür davranışlar, farkında olunmadan inşa edilen görünmez duvarların ifadesidir.
Bu yüzden engelimi anlatırken tıbbi tanımlarla sınırlı kalmıyor, bu bariyerleri nasıl dönüştürebileceğimizi de düşünüyorum. Tüm bu yapısal engelleri düşündüğümde, bunları nasıl daha iyi anlayabileceğimi sorguladım. Bu noktada, Amartya Sen’in geliştirdiği “yapabilirlikler” (İng. “capabilities”) yaklaşımı benim için güçlü bir açıklama çerçevesi sundu. Bu yaklaşıma göre asıl mesele, bir kişinin nelere sahip olduğundan çok, sahip olduklarıyla neleri gerçekleştirebildiğidir. Bu bakış açısıyla engellilik; bireyin potansiyelini hayata geçirmesini engelleyen çevresel, fiziksel ve tutumsal sınırlamalarla şekillenen toplumsal bir olgu.
Engelim bana sadece olaylara farklı açılardan bakmayı, alternatif yollar geliştirmeyi, haklarımı savunmayı ve toplumsal dönüşümde aktif rol almayı değil; aynı zamanda farklı biçimlerde öğrenmeyi, algılamayı ve iletişim kurmayı da öğretti.
Kimsenin bilmediği bir süper gücün ya da insanları şaşırtan bir tarafın var mı?
Hiç tükenmeyen bir enerjiye sahibim. Bu yalnızca fiziksel bir hareketlilik değil; hayata karşı duyduğum derin bağlılığın ve içsel motivasyonun bir yansıması. Zihnim daima aktif, bedenim hep bir meşguliyet hâlinde. Bir düşünce tamamlanmadan diğeri başlıyor; çoğu zaman birden fazla işi aynı anda sürdürüyorum. Dışarıdan bakıldığında yorucu gibi görünen bu tempo, benim için tam tersine bir canlılık ve ilham kaynağı. Vaktimi anlamlı bulduğum sosyal sorumluluk projelerine, gönüllülük çalışmalarına, yazılara ve organizasyonlara ayırıyorum. Bu yoğunluk beni yormuyor; çünkü ne yaptığımı, neden yaptığımı ve kimler için yaptığımı çok iyi biliyorum.
Tüm bunlara son dönemde hayatımın en anlamlı süreci de eklendi: Düğün hazırlıkları. Her detayı titizlikle planlıyorum ama bu süreci asla tek başıma yürütmüyorum. Ailem, nişanlım, müstakbel eşimin ailesi ve arkadaşlarım yanımda. Kimisi organizasyonlarda destek oluyor, kimisi fikir veriyor, kimisi moral veriyor. Bu dayanışma, bu hazırlıkları daha da anlamlı ve özel kılıyor. Yorucu değil; aksine bana umut, güç ve mutluluk veriyor.
İnsanları en çok şaşırtan yönlerimden biri de görme engelim olmasına rağmen bilgiyle kurduğum güçlü bağ. Hâlâ birçok insan, görme engellilerin okuyup yazamayacağını sanıyor. Oysa bu, yalnızca yaygın ama hatalı bir varsayım. Bizler de bilgiye erişiyor, yazıyor, düşünüyor, üretiyoruz. Sadece bunları farklı yollarla yapıyoruz. Braille alfabesi, ekran okuyucular ve sesli kaynaklar sayesinde hem okuyorum hem yazıyorum.
Yazmak benim için sadece bir ifade biçimi değil; düşüncelerimi paylaşmanın, topluma katkı sunmanın bir yolu. Ve belki de asıl süper gücüm tam da burada saklı: Görülmeyeni hissedebilmek, karmaşık durumlarda bile yön bulabilmek ve tüm bunları içten bir tutkuyla sürdürebilmek.
Şimdiye dek kendini en güçlü ve en zayıf hissettiğin yerler nereler? Buraları nasıl dönüştürmek isterdin?
Kendimi en güçlü hissettiğim anlar, yalnızca katkı sunduğumu düşündüğüm değil; bu katkının içtenlikle karşılık bulduğu anlar. Bir projeyi koordine ederken, bir organizasyonu hayata geçirirken ya da kaleme aldığım bir metnin birine ilham verdiğini duyduğumda. Özellikle görünmeyeni görünür kılan bir paylaşımım yankı bulduğunda, yalnızca üretken değil; aynı zamanda anlamla bütünleşmiş hissediyorum. Karşımdakine temas ettiğimi fark etmek, içimde sözcüklere sığmayan ama beni derinden besleyen ve dönüştüren bir gücü harekete geçiriyor.
En çok yaralandığım anlarsa, çoğunlukla görülmediğim ya da yanlış anlaşıldığım zamanlara denk geliyor. Özellikle sırf görme engelli olduğum için potansiyelimin en baştan sınırlandığı, yeteneklerimin sorgulandığı ya da bana yalnızca “tüketici” bir konum biçildiği anlar. Bu kırılganlıklar, yalnızca bireysel deneyimlerin değil; aynı zamanda toplumun içselleştirdiği ön yargıların, sorgulanmadan sürdürülen kabullerin ve sistematik dışlamaların bir yansıması.
Güçsüz hissettiğim bu alanları, daha kapsayıcı ve ön yargılardan arınmış bir toplumsal iklime katkı sunarak dönüştürmek istiyorum. Yalnızca kendi kırılganlıklarımla değil; başkalarının da görünmeyen yükleriyle empati kuran, onları dönüştürmeye alan açan bir yolculuğun parçası olmak istiyorum.
Engellilik konusunda “tabu” kavramların hangileri?
Gündelik dilde engellilikle ilgili kullandığımız bazı ifadeler, farkında olmadan ayrımcılığı yeniden üretebilir. Bu ifadeler yalnızca bireyleri değil, aynı zamanda toplumsal algıyı da şekillendirir. Kaçınılması gereken bazı kavramlar ve neden sorunlu olduklarına dair açıklamalarım bunlar:
Sakat / Özürlü ifadeleri, engelli bireyleri eksik ya da kusurlu gibi gösterdiği için “engelli birey” ifadesi tercih edilmelidir.
Normal insanlar ifadesi engelli bireyleri “anormal” konumuna iter. “Engelsiz bireyler” daha kapsayıcı bir ifadedir.
Kader kurbanı / Zavallı gibi acıma temelli söylemler, bireyin özneselliğini ve direncini görünmez kılar. Bireyin mücadele gücünü ve aktif rolünü tanıyan ifadeler kullanılmalıdır.
Yük olmak / Yük hissetmek, toplumsal desteğin eksikliğini bireyin varlığına yükleyen ifadeler. Sorumluluğu bireye değil, sisteme yönlendirmek gerekir. “Destekle yaşayan birey” gibi daha adil ve yapıcı ifadeler tercih edilebilir.
Engeline rağmen başarılı gibi ifadeler, iyi niyetli görünse de, başarıyı bir “istisna” gibi sunar ve engelli bireylerin potansiyelini küçümser. “Başarılı birey” ifadesi yeterlidir.
Topal / Kör / Sağır gibi gündelik argo ve mecazlarda yer alan bu tür ifadeler, olumsuz çağrışımlar yoluyla ön yargıları pekiştirir. “Görme engelli”, “işitme engelli”, “ortopedik engelli” gibi saygılı ve tanımlayıcı terimler tercih edilmelidir.
Sonuç olarak dil, yalnızca bir ifade aracı değil; aynı zamanda bir dönüşüm alanıdır. Kullandığımız kelimelerle ya ayrımcılığı yeniden üretiriz ya da daha adil ve kapsayıcı bir toplumun temellerini atarız.
Engeli olmayan bir bireyin hangi davranışı senin için kabul edilemezdir?
Benim için en kabul edilemez tutum, engelli bireylerin kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olamayacakları varsayımıdır. Yani, bireyin ihtiyaçlarını kendisinin tanımlamasına ve kararlarını kendisinin almasına imkân tanımak yerine, onun adına “doğru olan”ın başkaları tarafından belirlenmesi. Bu yaklaşım, bireyi desteklemekten çok, bağımlı hâle getirir. Bununla bağlantılı olarak, benim yerime konuşulması ya da benimle ilgili soruların doğrudan bana değil, çevremdeki engelsiz kişilere yöneltilmesi de son derece dışlayıcıdır. Bu tür yaklaşımlar, beni özne olmaktan çıkarıp edilgen bir konuma iter.
Aynı şekilde, yardım tekliflerinin bireyin rızası gözetilmeden, otomatik olarak yapılması da rahatsız edicidir. Gerçek destek, ancak ihtiyaçlar doğrudan bireyin kendisinden öğrenildiğinde ve onun yönlendirmesiyle hareket edildiğinde anlam kazanır. Benzer şekilde, engelli bireylerin “masum”, “günahsız” ya da “zaten cennetlik” gibi dinî veya ahlaki imgelerle idealize edilmesi de insanı insan yapan tüm yönlerin yok sayılmasına yol açar. Oysa bizler de herkes gibi hata yapar, karar verir, öfkelenir, sever ve gelişiriz. İdealize edilmeden, tüm yönlerimizle kabul görmek istiyoruz.
Hangi konuda empati ve anlayış çağrısında bulunmak istersin?
Empati, sadece hissetmek değil; anlamaya çalışmaktır. Bir başkasının yaşadığını hissedebiliriz; fakat o deneyimin ne anlama geldiğini bütünüyle kavrayamayız. Ben doğuştan görme engelliyim. Bu nedenle görme yetisini sonradan kaybetmenin nasıl bir his olduğunu bilemem. Aynı şekilde, gören bir kişi de gözlerini kapatarak görme engelli bir bireyin yaşamını tam anlamıyla deneyimleyemez. Çünkü o kişi bilir ki gözlerini dilediği an açabilir. Oysa görme engelli biri için bu seçenek yoktur.
İyi niyetle yapılan bu tür empati denemeleri, bazen yanlış anlamalara ya da acıma duygusuna neden olabilir. Oysa görme engelli bireyler, gündelik yaşamla başa çıkmak için kendi yöntemlerini geliştirir. Dışarıdan bakan biri bu stratejileri bilmediği için “Ben görmeden evimde bile yolumu bulamam” diyebilir. Bu, bizim hayatın içinde bağımsız hareket edebildiğimizi görmezden gelmektir.
Empati, gözlerini bağlayıp bir bardak su doldurmakla sınırlı kalmamalı. Bu tür sembolik eylemler iyi niyetli olsa da çoğu zaman yüzeyde kalır. Gerçek empati, sosyal yaşamın derinliklerine inebildiğimizde anlam kazanır: Görülmemenin nasıl hissettirdiğini, alınan kararların bizi nasıl etkilediğini, birey olarak ciddiye alınma ihtiyacımızı fark ettiğimizde.
Aynı zamanda empati, şunu da fark etmektir: Engelli bireyler kendi yaşamlarının uzmanıdır. Bu yüzden karar alma süreçlerine aktif olarak dahil edilmeli; kurum ve kuruluşlarda kapsayıcılık uzmanı olarak görev almalıdırlar. Çünkü neye ihtiyaç duyduklarını en iyi kendileri bilir ve bu bilgiye sahip bireylerin karar mekanizmalarında yer alması bir lütuf değil, haktır.
Yaşadığın şehirde değişmesini istediğin şeyler nelerdir?
Yaşadığım şehirde en çok ihtiyaç duyulan dönüşümün ve erişilebilirliğin soyut bir temenniden çıkıp, herkes için günlük yaşamda hissedilen, somut ve sürdürülebilir bir gerçeklik hâline gelmesi gerektiğine inanıyorum. Rampalar, engelsiz kaldırımlar, görme engelliler için yönlendirici zemin izleri, sesli asansörler ve erişilebilir toplu taşıma durakları gibi unsurlar, engelli bireylerin bağımsız ve güvenli bir şekilde hareket edebilmesi için hayati öneme sahip. Ne yazık ki bu altyapılar çoğu zaman ya tamamen eksik ya da mevcut olanlar işlevsiz durumda.
Fiziksel engeller kadar görünür olmasalar da, zihinsel bariyerler de bireylerin toplumsal yaşama katılımını uzun vadede çok daha derinlemesine sınırlandırabilir. Bir işin neden yapılamayacağını değil, nasıl yapılabileceğini birlikte arayan ve çözüm üreten bir toplum hayal ediyorum. Zihinsel erişilebilirliğin mümkün ve yaşanabilir olduğunun en somut kanıtlarından biri, yaşadığım şehirde bazı insanların bana karşı sergilediği ön yargısız ve içten yaklaşımlardır.
Ayrıca, yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde engelli bireylerin daha aktif rol alabileceği katılımcı yapılar oluşturmasını arzu ediyorum. Engelli bireyler yalnızca dinlenen değil, aynı zamanda karar veren konumda olmalıdır. Kalıcı ve gerçek bir dönüşüm, yalnızca kaldırımların değil, karar mekanizmalarının da erişilebilir hâle gelmesiyle mümkündür. Hayalim; kimsenin geride bırakılmadığı, herkesin yalnızca var olmakla kalmayıp kendini ait, değerli ve toplumun vazgeçilmez bir parçası olarak hissedebildiği kapsayıcı bir şehirde yaşamak. Çünkü erişilebilirlik yalnızca bir mimari mesele değil, nasıl bir toplumda yaşamak istediğimize dair ortak bir karar.
Düzenli gittiğin camide ya da Müslüman camia içerisinde değişmesini istediğin şeyler nelerdir?
Müslüman camialarda en çok değişmesini arzuladığım şey kapsayıcılığın ve erişilebilirliğin somut adımlarla hayata geçirilmesidir. Özellikle görme engelli Müslümanlar için camilerde bağımsız hareket etmeyi ve ibadeti kolaylaştıracak düzenlemelere ihtiyaç var. Dokunsal seccade çizgileri, bireyin kıbleye yönelmesini kimseye ihtiyaç duymadan mümkün kılabilir. Braille Kur’an-ı Kerim’in tam takım hâlinde camilerde bulundurulmamasıysa, görme engellilerin diledikleri an Kur’an okuyabilmelerini engellemektedir. Altı ciltten oluşan bu mushaf, kişisel olarak taşınması açısından hem pratik değil hem de ciddi zorluklar barındırır. Bu eksiklikler, görme engellilerin hem ibadete hem de cemaat hayatına aktif ve onurlu katılımını sınırlandırır. İşitme engelli veya işitme güçlüğü yaşayan cemaat üyeleri içinse hutbe ve tilavetlerin net ve anlaşılır bir şekilde duyulması büyük önem taşır. Bu noktada yalnızca işaret dili desteği değil; aynı zamanda kaliteli bir ses sistemi, imamların ses tonunun ayarlanması ve akustik düzenlemeler gibi unsurlar da doğrudan etkili olur. Hutbe içeriklerinin özet hâlinde yazılı olarak sunulması da bilgiye alternatif erişim açısından önemli bir katkıdır. Camilerde kullanılan dilin açık ve sade olması da göz ardı edilmemeli. Özellikle Türkçeyi ana dili olarak konuşmayan kişiler ve öğrenme güçlüğü yaşayan bireyler için anlaşılabilir bir dil, hem bilgilendirmeyi kolaylaştırır hem de iletişimi kapsayıcı hâle getirir. Erişilebilirliğin ötesinde, Müslüman camialarda farklılıkları anlayan, kuşatan ve saygıyla karşılayan bir dilin daha fazla yer bulmasını önemsiyorum.
Karşılaştığın zorlukların yapısal olarak kaldırılması için önerilerin neler?
Karşılaştığım zorlukların büyük kısmı, bireysel yetersizliklerden değil; engelli bireylerin, özellikle de görme engellilerin ihtiyaçları gözetilmeden tasarlanmış sistemlerden kaynaklanıyor. Bu nedenle çözümün bireysel uyum çabalarından değil, yapısal bir dönüşümden geçmesi gerektiğine inanıyorum.
Erişilebilirlik yalnızca “ek bir düzenleme” değil; herkes için işleyen evrensel bir tasarımın temel bir parçası olarak ele alınmalı. Fiziksel çevrelerden dijital platformlara kadar tüm alanlar; yaş, engellilik durumu ya da dil farklılıkları gözetilmeksizin erişilebilir olmalı. Bu dönüşüm ancak katılımcı planlamayla mümkün. Engelli bireylerin, yalnızca kullanıcı değil, aynı zamanda karar verici olarak, planlama süreçlerine etkin biçimde katılması, sorunların daha ortaya çıkmadan önlenmesini sağlar.
Ayrıca, “bir hakka sahip olmak” ile “o hakkı fiilen kullanabilmek” arasındaki fark, engelli bireyler açısından çarpıcı biçimde görünür hâle geliyor. Mevzuatta yer alan pek çok hak teoride mevcut olsa da, uygulamada bu hakların hayata geçmesi ciddi bir mücadeleyi gerektiriyor. Bürokratik engeller ve başvuruların sıklıkla reddedilmesi nedeniyle bu haklara ya çok geç ulaşılmakta ya da tamamen vazgeçiliyor. Bu da birçok kişinin hakkını arama sürecinden çekinmesine ve hak kayıplarının içselleştirilmesine yol açıyor.
Fiziksel erişilebilirlik kadar önemli olan bir diğer boyut da zihinsel erişilebilirliktir. Toplumun engelliliğe dair yerleşmiş ön yargılardan arınması ve farklılıkları doğal bir zenginlik olarak kabul etmesi, yapısal dönüşümün ayrılmaz bir parçası. Bu noktada medya, eğitim kurumları, dinî yapılar ve sivil toplum -özellikle yerel cemaat yapıları- dönüştürücü bir rol üstlenebilir. Engelli bireylerin karar alma mekanizmalarında aktif olarak yer alması yalnızca temsiliyet açısından değil; sistemin kendini dönüştürebilmesi açısından da önemli.
Şimdiye dek seni en çok etkileyen anekdotu bizimle paylaşır mısın?
Benimle ilgili sorular her zaman doğrudan bana yöneltilmiyor. Yanımda görme engelli olmayan biri varsa, konuşmalar bazen ona yöneliyor. Bu durum beni derinden etkiliyor; kendimi görünmez ve konuşma hakkım elimden alınmış gibi hissediyorum.
Annemden bu yüzden bir ricada bulundum: “Ben yanındayken, lütfen bana dair soruları sen cevaplama. Konu ben isem, cevabı da elbette bana ait olmalı.” Bir gün annemle birlikte bir fırındaydık. Almancayı akıcı konuşamayan bir çalışan anneme sordu: “Adı ne?” Annem de, daha önce aramızda kararlaştırdığımız gibi yanıtladı: “Frag sie.” (Yani: “Kendisine sor.”) Kadın: “Merhaba Fragsie,” dedi. Gerçekten adımın Fragsie olduğunu sandı, ben ise hafifçe gülümsedim. Tam da o anda bir şey fark ettim: Evet, ben Fragsie’yim. Çünkü farkındalık, ancak diyalogla mümkün. Ön yargılar konuşmadan aşılamaz. İnsanların soru sormaktan çekinmemesini istiyorum çünkü ancak böyle birbirimizi gerçekten anlayabiliriz. İçtenlikle yöneltilen her soruya açığım. İşte tam da bu yaklaşımla farkındalık ve toplumsal duyarlılık çalışmalarımı Instagram’da @fragsie43 ismiyle sürdürüyorum. “Fragsie” ismini, insanların merak etmeleri, sorular sormaları ve ön yargılarını geride bırakmaları için bir davet olarak seçtim. “43” ise Kütahya’ya uzanan köklerimi simgeliyor ve kimliğimin ayrılmaz bir parçası. @fragsie43, benim için yalnızca bir kullanıcı adı değil; görünmezliğe karşı yükselen bir sesin ve açık bir diyalog çağrısının ta kendisi.
İnsanların senin hakkında yanlış düşündüğü 3 şeyi söyler misin?
- “Engelli birey ya kahramandır ya da duygusuz.”
Bazen insanlar, attığım her adımı sanki sıradan bir hareket değil de takdire değer bir zafermiş gibi yansıtıyor. Bazılarıysa, her koşulda duygusal olarak güçlü olmam gerektiğine inanıyor. Oysa ben de herkes gibiyim: Yoruluyorum, kırılıyorum, kendimi yetersiz hissettiğim anlar oluyor. Ne bir “süper kahraman”ım, ne de kırılmaz biriyim.
- “Görme engelli bireyler sadece diğer engellilerle arkadaş olabilir.”
Günlük hayatta, görme engelli biri olarak yanımda gören bir arkadaşım olduğunda, çevremdekiler onu çoğu zaman kardeşim zannediyor. Sanki gören biriyle arkadaşlık kurmam mümkün değilmiş gibi. Oysa dostluk; ortak ilgi alanları, benzer değerler ve güven üzerine kurulur, engel durumu üzerine değil. Benim hayatımda da gören arkadaşlarım var; tıpkı herkes gibi farklı sosyal çevrelerin bir parçasıyım. Engelli olmak, sosyal ilişkilerin niteliğini belirleyen bir etiket değil.
- “Görme engelli bireyler tarz sahibi olamaz.”
Görme engelli olmam, bazılarının kıyafetlerimi başkalarının seçtiğini düşünmesine neden oluyor. Renk uyumu konusunda zevkine güvendiğim gören dostlarıma bazen danışırım ama son karar her zaman bana aittir. Çünkü giydiklerim, benim kimliğimin bir parçası. Kumaşın dokusu, kıyafetin kesimi, başörtüsünün duruşu, hepsini ellerimle hisseder, içime sinen bir seçim yaparım. Kıyafetlerimle ben de kendimi ifade ederim, bilinçli, özgün ve kendimce güzel bir şekilde.
Engellilik alanındaki angajmanın/yaptığın çalışmalar sana ne öğretti?
Engellilik alanındaki çalışmalarım bana, gerçek değişimin başkalarında değil, önce kendimizde başladığını gösterdi. Zamanla bu alanda ne kadar çok şey öğrenebileceğimi ve hâlâ ne kadar eksik bilgiye sahip olduğumu fark ettim. Ancak asıl sorun bilgi eksikliği değil, çünkü bilgiye ulaşmak günümüzde sadece bir tık uzağımızda. Eksik olan, birebir karşılaşmalardan doğan gerçek deneyimler. Gerçek farkındalık, ancak bu temaslarla mümkün hâle geliyor.
Birçok kişi kapsayıcılık ve eşitlik ilkelerini savunuyor fakat bu ilkeler, ancak doğrudan ve somut karşılaşmalarla anlam kazanıyor. Ön yargıların temelinde çoğu zaman bilgisizlikten ziyade deneyim eksikliği yatıyor. İnsanlar birbirini tanıdıkça ön yargılar çözülüyor, mesafeler yerini anlayışa bırakıyor. Bu gözlemim, sosyal psikolog Gordon Allport’un “temas hipotezi”yle de örtüşüyor: İnsanlar, ön yargı besledikleri gruplarla doğrudan ve eşitliğe dayalı bir temas kurdukça, bu ön yargılar zamanla azalıyor. Soyut kabuller, yerini gerçek karşılaşmalara bırakıyor.
Bu nedenle, engelli ve engelsiz bireylerin bir araya gelip karşılıklı etkileşim kurabileceği alanlar oluşturmanın ne kadar elzem olduğunu daha iyi kavradım. Çünkü ancak bu şekilde, karşılıklı empati ve toplumsal dönüşüm sağlanabilir.
Tüm bu süreç bana sabrı da öğretti. Sistemler yavaş değişebilir; ancak bireyler bazen tek bir deneyimle dönüşüm yaşayabiliyor. Yine de bu değişimin kalıcı olabilmesi için zamana, tekrar eden temaslara ve destekleyici bir ortama ihtiyaç var. Anlamlı ve sürdürülebilir bir dönüşüm için her şeyi aynı anda değil, adım adım ele almak gerekiyor.
Bu süreçte, farklı engel gruplarının kendine özgü ihtiyaçlarını tanımak ve her hedef grubu özenle değerlendirmek büyük önem taşıyor. Çünkü engellilik tek tip bir deneyim değil; her grubun karşılaştığı engeller ve beklentiler farklılık gösteriyor. Bu yüzden her birinin sesine kulak vermeli ve çözüm yollarını buna göre şekillendirmeliyiz.
Engelli bireylere ya da engelli bireylerin yakınlarına tek bir çağrıda bulunacak olsaydın, ne söylerdin?
Siz, sevgili yol arkadaşlarım, yani bu hak mücadelesini benimle birlikte yürüten tüm engelli bireyler. Hepinize gönülden teşekkür ediyorum. Varlığınızla güç buluyor, dayanışmamızla büyüyoruz. Engelli bireyler olarak bilmelisiniz ki: Görünür olmak bir zorunluluk değil, bir haktır. Ne zaman ve nasıl sesinizi duyuracağınızı yalnızca siz belirlersiniz. Her birinizin hikâyesi, bir başkasının umudu olabilir. Yine de her zaman ön planda olmak zorunda değilsiniz. Unutmayın: Siz yalnızca kendi hikâyenizin temsilcisisiniz, tüm bir grubun değil. Sizden istenen her soruyu yanıtlamak, her merakı karşılamak zorunda değilsiniz. Açıklamak, anlatmak, öğretmek… Bunlar hak olabilir; ama asla bir görev değildir.
Ancak bir noktada sessiz kalmamalısınız: İhtiyaçlarınız görmezden gelindiğinde, haklarınız ihlal edildiğinde. O zaman susmak değil, ses vermek gerekir. Çünkü karşınıza çıkan engeller yalnızca sizin meseleniz değil, bunlar aynı zamanda toplumun vicdan sınavlarıdır. Adalet, herkesin eşit onurla yaşayabildiği bir toplumda mümkündür. Ve görünürlük yalnızca yüksek sesle olmaz. Kendi sesinizle, kendi zamanınızda, kendi yolunuzla da mümkündür. Yolunuza “Bunu sen yapamazsın” diyenler çıkabilir. Dışlanabilir, yok sayılabilirsiniz. Ama bu sözler sizi tanımlamaz. Sizi tanımlayan, bu sözlere rağmen yürümeye devam etmenizdir.
Sevgili yakınlar, aileler, dostlar, gönüllüler. Siz bu yolculuğun sessiz kahramanlarısınız. Varlığınızla güç veriyor, her adımda yanımızda olarak görünmeyen ama hissedilen bir destek sunuyorsunuz. Yalnızca vermek değil, destek istemek de bir haktır. Kendi sınırlarınızı tanımak ve yardım istemekten çekinmemek bir zayıflık değil aksine, sürdürülebilir desteğin temelidir. Kalıcı destek, kendini ihmal etmeyen destekçilerin omuzlarında yükselir. Destek olmak isteyen herkes, önce destek verdiği kişinin sınırlarına saygı göstermelidir. İyi niyet, ancak karşılıklı rızayla değerlidir.
Selamun Aleykum Sultancığım, ağzına yüreğine sağlık kuzum benim, nice insanın nerak edipde die getirmediği düşünceleri ne güzel anlatmış duygularını dile getirirmişsin yureklerimize su serptin. Seni canı gönülden tebrik ediyorum ve hayat boyu ayağına taş değmesin inşallah herşey gönlünce olsun, Allah 'a emanet ol gönlü güzel yüzü güzel kızım.😍❤️🌹