'Engellerin Ötesinde'

“Engellilik Bireyin Olduğu Kadar Toplumun da İmtihanıdır”

Perspektif, Avrupa toplumlarında sıkça görünür olmayan Müslüman engellilere platform açtığı “Engellerin Ötesinde” serisinde kendisi engeli olan, engelli yakını olan veya bu alanda çalışan bireylerle görüşüyor. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Mustafa Başkonak ile engelli bireylerin din eğitimi hakkında konuştuk.

Doç. Dr. Mustafa Başkonak

“Engellilik” kelimesini nasıl tanımlarsınız? Bu sizin kullanmayı tercih ettiğiniz bir kavram mı?

Engel, engelli ve engellilik kavramlarını birlikte tanımlarsak daha anlaşılır olacaktır. Bu kavramlar için eğitim ve sağlık gibi farklı disiplinler tarafından çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır. İnsanın yaşama katılımında kendisine mani olan, çevre ile olan etkileşiminde karşılaştığı her türlü problem ve sınırlılıklar için “engel”; rehabilitasyon, danışmanlık, destek hizmetleri ile fizikî düzenlemelere ihtiyaç duyan birey için “engelli”; sahip olduğu engel sebebiyle kişiden beklenen rollerin toplum içerisinde yerine getirilememesi durumu için ise “engellilik” tanımı yapılmaktadır.

Her ne kadar engelliliği ifade etmek için farklı kavramlar kullanılıyor olsa da kanunla sabit olması, engelli bireyler ve aileleri tarafından tercih ediliyor olması sebebiyle ben de bu kavramları kullanmayı tercih ediyorum. Engeli, kişinin organlarında bulunan yetersizlik ile değil hayatını kısıtlayan sınırlılıklarla bağdaştırıyorum. Bu kısıtlamaların ortadan kalkması ile engel, engelli ve engellilik kavramlarının da kullanılmasına gerek kalmayacağını düşünüyorum.

“Engel, “Ne Gerek Var?” Sözüyle Başlıyor”

Sizce “engel” nerede başlıyor?

Engel, “Ne gerek var?” sözüyle başlıyor bence. Empati kuramayan, yaşanan zorlukların farkında olamayan, başkalarının gözünden hayata bakmayan insanların tavırları engelin zeminini oluşturuyor. Aynı apartmanda birlikte yaşadığı tekerlekli sandalyeli komşusunun bina girişinde kullandığı rampayı kaldırmak isteyen komşu; işitme engelli cemaati veya öğrencisi olduğu hâlde işaret dili öğrenmeyen İmam-hatip/öğretmen; görme engelli çalışanını engeline uygun bir pozisyonda istihdam etmeyen işveren; şehri erişilebilirlik ve ulaşılabilirlik açısından yaşanabilir hâle getirmeyen yönetici gibi örnekler tanımda da ifade ettiğim engel ve sınırlılık ilişkisini daha iyi ifade ediyor.

Bize engellilere yönelik yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

2006 yılında imam-hatip olarak görev yaparken bir öğrencimin yaşadığı işitme kaybı sebebiyle engellilik konusunda ilk defa farkındalık kazandım. Alanda bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların bulunmaması her ne kadar beni çok üzmüş olsa da bu durum yüksek lisansını yeni tamamlamış ve doktora yapmayı çok isteyen idealist bir eğitimci olarak kendime engellilerin din eğitimi konusunda çalışmaya söz vermeme neden oldu. Hamdolsun ki Allah (cc) bu alanda bizleri istihdam etti ve o zamandan bugüne kadar durmaksızın çalışmaya gayret ettik.

Doktora eğitimim devam ederken bir yandan da farkındalık konferansları, eğitimci eğitimleri ve materyal üretme konusunda çalışmalarım oldu. Türk İşaret Dili Dinî Kavramlar Sözlüğü, Türkiye’de İşitme Engellilerin Din Eğitimi, Özel Eğitimde Din Eğitimi, İlahiyat Bilimleri Açısından Engellilik ve Türk İşaret Dili Din Terminolojisi gibi akademik eserler hazırladık. Engelli bireylerin akademik ve dinî gelişimleri ile ailelerinin sosyal, kültürel ve manevi gelişimleri konusunda seminerlerim oldu, ulusal projelerde yürütücü olarak yer aldım. Hâli hazırda da lisans ve lisans üstü eğitimleri devam eden öğrencilerimin bir eğitimci olarak engellilerin din eğitimi konusunda kendilerini geliştirmeleri için daha fazla mesai yapmaya gayret ediyorum.

Ayrıca İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde görme engellilere din eğitimi faaliyetlerinde bulunabilecek ve Braille Kur’an-ı Kerim öğretebilecek farklı ülkelerden katılım sağlayan eğitimcilere yönelik 1 yıllık eğitim programımız da tamamlanmış oldu. Yine IGMG katkıları ile Almanya’da yaşayan Müslüman işitme engellilerin din eğitimi ve hizmetlerinde kullanmak üzere işaret dili ile dinî kavramlar üzerine bir çalışmamız devam etmektedir.

“Engelliliğe Yaklaşım, Bu Toplumun Yitik Bir Değeri”

Engelli bireylerin din eğitimi ve bu alanda materyal üretimi konusunda geniş bir çalışma alanında aktifsiniz. Bu çalışmaları gerçekleştirirken temel motivasyonunuz neydi?

Aynı anda farklı içerikteki çalışmalar yapmayı önemsiyorum. Sadece engelli birey değil aynı zamanda aileleri ve eğitimcilerini de kapsayacak şekilde eğitim, materyal, dinî sosyalleşme, manevi danışmanlık ve rehberlik, toplumsal farkındalık gibi alanlarda çalışmaları sürdürmeye çalışıyorum. Bu hayata veda etmeden önce bir şeyleri daha yapmış olmak, insani ve ilmî sorumluluğumu yerine getirmek, daha fazla kişiye ulaşarak bilgi ve tecrübelerimin zekatını vermek gibi sebeplerin çalışma gayretimi ve heyecanımı diri tuttuğuna inanıyorum.

Abese suresinde Allah (cc) tarafından uyarılan sevgili peygamberimizin (sav) Abdullah İbn Ümmü Mektûm’a olan mahcubiyetinin benzerini ben de hissediyorum. Aslında benim temel motivasyonumun, hissettiğim bu mahcubiyet olduğunu söyleyebilirim. Tanıştığım çoğu kişinin sorduğu “engelli bir çocuğunuz mu var?” sorusu her ne kadar beni üzse de durmadan çalışmamın gerektiğini bana hatırlatıyor. Engelliliğe yaklaşım, bu toplumun yitik bir değeri bence. Engelliliğe yaklaşımın “Damdan düşen beri gelsin” sözündeki gibi bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde değil, empatik bir bakış açısı ile gerçekleşmesini (yani engellilere yönelik çalışmaların, insanların kendi başına bir şey gelmeden de yapılabileceği düşünce olgunluğuna erişilmesini) temenni ediyorum.

Yapmış olduğunuz bu çalışmaların engellilerin yaşamında nasıl bir dönüşüm oluşturduğunu gözlemlediniz?

Bu soruya farklı açılardan bakmamız daha uygun olur diye düşünüyorum. Öncelikle toplumda “namazı kılarken sadece Allah’ı düşünsünler ya da namaz kılmalarına, oruç tutmalarına, Kur’an okumalarına ne gerek var!” şeklindeki söylemlerden “demek ki uğraşılsa yapılıyormuş, halbuki biz yapamazlar diye düşünmüştük” gibi söylem değişikliklerine gidildiğini ifade etmeliyim. Engelli bireyler açısından bakıldığında ise din eğitimi ve hizmetleri sayesinde “dinî sosyalleşmenin” gerçekleştiğini ve bu durumun “toplumsal farkındalığa” neden olduğunu söyleyebiliriz.

Herhangi bir engeli olmayan bireyin yapabildiği tüm ibadetleri yaparken dinî sorumluluklarını yerine getirebilen engelli bireyin yaşadığı hazzı tarifi etmek çok zor olacaktır. Yaratıcının huzurunda olduğunu hissetmek, onun kelamını okuyabilmek, onun rızasına uygun bir hayat yaşayabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarfetmenin kişiye manevi bir olgunluk, motivasyon ve daha fazlasını yapabilme azmi sağladığını düşünüyorum. Buradan hareketle engelli bireylere din eğitimi veren hocalarımızın yetiştirilmesinde, eğitim materyallerinin geliştirilmesinde ve farkındalığın oluşturulmasında bir nebze faydamız oluyorsa kendimizi bahtiyar sayarız.

Şimdiye dek engellilik alanında çalışırken kendinizi en güçlü ve en zayıf hissettiğiniz yerler nerelerdi? Buraları nasıl dönüştürmek isterdiniz?

İşaret dili eğitimi verilen erkek din görevlilerinin genellikle bu alanda çalışmalarına devam etmemesi, işaret dili ile hutbe çevirilerinin yaygınlaşmaması, bazı kurum amirlerinin engellilere yönelik din eğitimi ve hizmetlerini önemsememesi bu alanda karşılaştığım en ciddi sorunların başında yer almaktadır. Engellilere yönelik yapılan çalışmaların çoğunlukla gönüllülük esasına dayanıyor olması ve toplumsal farkındalığın yeteri kadar gelişmemiş olması kalıcı çalışmaların yapılamamasına, bazı hizmetlerin nitelikli bir şekilde sürdürülememesine neden oluyor.

Bir öğrencimin Kur’an okumayı öğrendikten sonra başka bir arkadaşına Kur’an öğrettiğini görmem sanırım kendimi en güçlü hissettiğim an. Bunun gibi güzel haberler enerjimizin tükenmeye başladığı zamanlarda doping etkisi oluşturuyor. Misyonerlerin engelli bireylere yönelik faaliyetleri neticesinde din değiştiren Müslümanların olduğunu duyduğumda “Neden daha fazla kardeşime ulaşamıyorum!” diyorum. Bu durum beni çok aciz hissettiriyor.

“‘Ne Gereği Var Namaz Kılmasına’ Şeklindeki Söz ve Düşünceler Bir An Önce Terk Edilmeli”

Engellilik konusunda Müslüman cemaatin kat etmesi gereken nasıl bir yol var sizce?

Öncelikle Müslümanca bir hayat yaşamak sadece engeli olmayan insanlara mahsus değildir. Tüm dezavantajlı grupların bu hakkı mevcuttur. İnsanların “Ne gereği var namaz kılmasına, camiye gitmesine, umre/hac yapmasına, Kur’an okumasına” vb. şeklindeki basit söz ve düşünceleri bir an önce terk etmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Hangi engel grubunda olursa olsun camiye giden engelli bir bireye karşı meraklı bakışların yerini normalleşmeye bırakması, ön yargılı davranışların yerini muhabbete bırakması icap eder. İşaret dili ile hutbe çevirisi yapılırken “dikkatimiz dağılıyor hutbeyi başka çevirin” diyen de var, tekerlekli sandalyesi ile camiye gelene yardım etmek için seferber olanı da var. Hz. Peygamber’in (sav) engelli sahabîlere olan yaklaşımı bizim için büyük bir örneklik teşkil ediyor.

Engeli olmayan bir bireyin hangi davranışı sizin için kabul edilmezdir?

Toplum içinde engelli bireyleri görmezden gelmek, herkesin sahip olduğu haklara sahip olduğunu umursamamak asla kabul edilemez. Aynı binada, aynı otobüste, aynı parkta, aynı sınıfta, aynı camide, aynı dünyada birlikte olacağız, birlikte yaşayacağız. Çünkü biz “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz.” hadis-i şerifi gereğince insanlara iyilikle mükellefiz. Birlikte yaşama kültürü de zaten bunu gerektirir.

“Engellilik Bireyin Olduğu Kadar Toplumun da İmtihanıdır”

Engelliler hakkında hangi konuda empati ve anlayış çağrısında bulunmak istersiniz?

İncinmemeleri ya da üzülmemeleri amacıyla engelli bireylerin sahip oldukları engelliliği yok sayamayız. Neticede bu durumun bir imtihan vesilesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Engellilik bireyin olduğu kadar toplumun da imtihanıdır. Olan bir şey yokmuş gibi davranmak bence daha kırıcı ve yıpratıcı.

Engeli bir kenara bırakamadığımız gibi “engellilik” hususunu görüşmelerin odak noktası hâline de getirmemeliyiz. Yani engelli bir bireyle hep onun engeli ya da yaşadığı zorluklar vb. konuları konuşmamalıyız. Ayrıca engelli bireylere ve ailelerine acıyarak yaklaşmak, yapmacık hareketlerde bulunmak, -mış gibi davranmak da çok üzücü. Unutulmamalı ki kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmamamız gerekir.

Yaşadığınız şehirde ve Müslüman cemaat içerisinde engellilerle ilgili nelerin değişmesini isterdiniz?

Bakış açısı değişirse dünya değişir. Olaylara farklı pencerelerden bakabilmek, empatik davranabilmek, bahaneci yaklaşımları bir kenara bırakabilmek, Kur’an ahlâkına sahip olabilmek, Müslümanca bir duruş sergileyebilmek Müslüman toplumunun en önemli özellikleridir. Daha önce de ifade edildiği üzere “Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevmek” ilkesi bizim hareket noktamız olmalı, her türlü farklılığın zenginliğimiz olduğu bilincine ulaşmalıyız.

Engelli bireylerin din eğitimi ve hizmetlerinden istifade edebilmesinin “kendilerine tanınmış bir lütuf olmadığı, bunun onlar için bir hak olduğu” gerçeği toplumun tüm kesimi tarafından anlaşılmalıdır. Bu hususun kavranmasında tüm şahıs ve kurumlar üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

“Engelliler İçin Din Eğitiminde En Önemli İhtiyaç Nitelikli Din Eğitimcisidir”

Engellilere yönelik din eğitimi konusunda nasıl bir açıkla karşı karşıyayız? Müslüman cemaat olarak bu alandaki ihtiyaçlarımız neler?

Engellilik konusunda yapılan din eğitimi ve hizmetleri gönüllülük esasına dayanmaktadır. Gerek resmî kurumlar gerekse sivil toplum kuruluşları eliyle sürdürülen bu faaliyetlerin temelinde “eğitimci” bulunmaktadır. Bu sebeple engelliler için din eğitiminde en önemli ihtiyaç nitelikli din eğitimcisidir. Engelli pedagojisi ve işaret dili/kabartma yazı (Braille) bilen, materyal geliştirebilen, zorluklar karşısında sabredebilen, üretken, elini taşın altına koyabilen, işini ve engelli bireyleri seven eğitimciler…

Müslüman toplumu içerisinde dezavantajlı gruplara hizmet edebilecek gönüllü eğitimcilerin sayısının artması için kurumlar tarafından imkanlar seferber edilmeli, bu konuda farkındalığın artması için kamu spotları hazırlanmalı, ilmî ve akademik toplantılarla bu hususun önemi vurgulanmalı diye düşünüyorum. Şunu da unutmamak gerekir ki tüm imkanlar sağlansa, en iyi eğitimciler yetiştirilse, en kapsamlı materyaller geliştirilse, en erişilebilir mekânlar oluşturulsa bile en önemlisi din eğitimi ve hizmetlerinin sürdürülebilir olmasıdır.

Engellilik alanındaki çalışmalarda şimdiye dek sizi en çok etkileyen anekdotu bizimle paylaşır mısınız?

Hem işitme engelli hem de görme engelli bir öğrencim vardı. Yani işitemiyor, konuşamıyor ve büyük oranda da göremiyordu. 3 yıllık bir süreçte kendisine parmak alfabesi ile Kur’an okumasını öğretmiştim. Hem işitememesi hem de görememesi aslında onun Kur’an öğrenmesine mani bir durumdu ama çok azmetti, sabretti ve sonunda başardı. 2018 yılında Türkiye genelinde işitme engelliler arasında Kur’an-ı Kerim okuma yarışmasında 1. olunca Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından umre ile ödüllendirildi. Ben de kendi başına bu ibadeti yapmakta zorlanacağını bildiğim için ona refakat ettim.

Gitmeden önce çok endişelerim vardı, 15 gün boyunca onun tüm sorumluluğu bende olacaktı ve kafilede yer alan diğer işitme engelli ve görme engelli umrecilere de yardımcı olacaktım. Kâbe’yi tavafta Hacerülesved’i selamlarken ne söylenmesi gerektiğini anlatmaya çalışırken “Sen merak etme, umre ile ilgili her şeyi biliyorum hatta hac nasıl yapılır onu bile öğrendim” demesi beni çok rahatlatmıştı. O üzerine düşeni yerine getirmişti fakat ben yetersiz kalmıştım. Belki yıllardır engellilerle, aileleriyle ve eğitimcileriyle hep birlikteydim ama 24 saatimin tamamını bir engelli ile geçirip onun tüm sorumluluğunu almamış, gereksinimlerinin neler olduğunu tam olarak öğrenememiştim. O zaman engellileri ve ailelerini ve aynı zamanda bu konudaki kendi eksikliklerimi çok daha iyi anlamış oldum.

İnsanların engelli bireyler hakkında yanlış düşündüğü 3 şeyi söyler misiniz?

İşitme engelli bireylerin duyamasa da anlaşılır bir şekilde konuşabildikleri ve rahatça okuyup-yazabildikleri gibi yanlış bir algı var. Halbuki işitme kaybının derecesine göre konuşma düzeyi de değişmektedir. Aldığı eğitimin niteliği her ne kadar çok önemli olsa da total işitme kaybı olan bireylerin 4-5 kelimeden fazla kelimenin olduğu cümleleri okurken zorlandığını ya da anlayamadığını biliyorum.

Yine aynı şekilde işitme engelli bireylerin Kur’an-ı Kerim’i, konuşabilen insanlar gibi sesli okudukları ya da okumayı hiç öğrenemedikleri yönünde bir düşünce hâkim. Orta ve üzeri seviyede işitme kaybı olan işitme engelliler, parmak alfabesi ile çok rahat bir şekilde Kur’an okuyabilmektedir. Son olarak ise görme engelli bireylerin insanların seslerini kolayca tanıyabilmesi ve daha hızlı ezber yapabilmeleri ile çok zeki oldukları arasında bir bağ kurulmaktadır. Ancak bu düşünceyi destekleyen bilimsel araştırmalara rastladığımı söyleyemem.

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesinde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#2

*Tüm alanları doldurunuz

  • Sema elekci
    2023-09-28 06:44:08

    Engelli süper bir emek herbirine ayrı ayrı teşekkür engellileri farkındalık yaratmak örnek bir paylaşım

  • Sevilay Küçük
    2023-09-26 17:19:51

    Mustafa Başkonak Hocamıza çalişmalarından dolayı çok minnettarız. Bizzat işitme engelliler alanındabdin eğitimi veren bir öğretici iken yapmış olduğu rehberlik sayesinde şuanda işitme engelliler alanında yüksek lisans tezi yapıyorum. Hocamıza teşekkür ederim.

Son Yüklenenler