'Portre'

Türkiye Siyasetinde Necmettin Erbakan’ın Yeri ve Önemi

Siyasette 1969 Genel Seçimlerinde Konya Bağımsız Milletvekili olmasıyla varlık gösteren Necmettin Erbakan, 27 Şubat 2010’da vefatına kadar önemli dönüşümlere etki etmiş bir liderdir.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaparken, Türkiye’nin kendi yerli motorunu üretebileceği fikriyle yola çıkan ve bu amaçla Gümüş Motor’u kuran, ancak Gümüş Motor’un kapanmasıyla yerli sanayinin korunması konusundaki açıkları fark ederek Odalar Birliği’ne giren ve fakat burada da kredi dağılımı konusunda siyaset-sermaye ilişkilerinin, Anadolu sermayesi açısından adaletsizliğini gören Erbakan, bu adaletsizliği gidermek üzere siyasete girmiştir. Ne var ki bu kez siyasette karşısına çıkan en önemli “sorun”, kendisini “Müslüman” olarak tanımlaması olmuştur. 1969 seçimleri için Adalet Partisi (AP)’ne Konya milletvekilliği aday adayı olarak başvuran Necmettin Erbakan, “Bir takunyalının elinde tesbihi ile AP’de yeri olamaz.”1 sözleriyle karşılaşmış, ilerleyen dönemlerde ise “dini siyasete alet etme”, Erbakan’a karşı sıklıkla dile getirilen bir argüman hâlini almıştır. Hatta bu nedenle kurduğu dört parti de kapatılan Erbakan’ın yaptığı şey, “dini siyasete alet etmek” ya da “laikliği tehdit” etmekten farklı olarak, yerleşik siyasal kalıpların oluşturduğu tanımlamaların dışına çıkmak olmuştur.

Bir Çiçekle Bahar Gelmez, Ama Her Bahar Bir Çiçekle Başlar

Yerleşik siyasal yapı, yerleşik siyasal düzen ve yerleşik ilişki ağlarından kaynaklanan problemlerin, Necmettin Erbakan’ın siyasal yaşamı boyunca karşılaştığı temel engelleri oluşturduğunu ifade etmek mümkündür. Her şeyden önce Erbakan’ın siyaseti ve dolayısıyla Millî Görüş’ü üzerine kurguladığı düşünce yapısı, İslam’a dayanmaktadır. Dolayısıyla Erbakan’ın ilk mücadele alanı, Türkiye siyasetini İslami değer ve ilkelere göre yürütmek çabası olmuştur. Millî Nizam Partisi’nin kapatılma gerekçelerinden biri olarak bir toplantıyı besmele ile açması dahi rejim sorunu olarak algılanan Erbakan, İslami ilkeleri Batılı kavramlara aktararak en azından söylem düzeyinde rejim baskısını bertaraf edebilmiştir.

İkinci olarak belirtilmesi gereken nokta; Erbakan’ın tüm parti kapatmalarda ve Ceza Kanunu’nun 141, 142, 163 ve 312. maddelerinden dolayı açılan davalarda karşısına çıkan “laiklik” ilkesini tehdit etmenin, aslında devlet tekelindeki İslami yaşam biçimini tehdit etmek olarak algılanması gereğidir. Erbakan, devlet tekeline alınarak devlet tarafından biçimlendirilme iradesinin yön verdiği İslami yaşam biçimini, devletin elinden alma ya da özgürleştirme amacını taşımıştır.

Üçüncü olarak Necmettin Erbakan’ın karşılaştığı siyasal problemlerden bir diğer önemli olanı, yerleşik ilişki ağlarıdır. Erbakan’ı siyasete girmeye yönelten Odalar Birliği deneyimi, İstanbul merkezli sermaye ile siyaset ilişkisinin, Anadolu sermayesi aleyhine işleyişinin en önemli göstergesidir. Anadolu’dan başlayarak yerli kalkınmanın sağlanabileceğine inanan Erbakan’ın Odalar Birliği’nde karşılaştığı muhalefetin, TÜSİAD’ın 28 Şubat sürecinde laiklik vurgulu açıklamaları dikkate alındığında, biçim değiştirerek varlığını sürekli koruduğu görülmektedir. Aynı biçimde medya-siyaset ilişkilerinin çıkar temelinde, Erbakan’ın yürüttüğü İslami temelli alternatif politikalara karşı ortak hareket etmiş olduğu açık biçimde ortadadır. Özellikle medyanın Erbakan’ın söylemlerini manipüle edici yayınlarının varlığı dikkate alındığında, medya-sermaye ve siyaset ilişkisi kendisini açıkça göstermektedir.

Sınırları çizilmiş siyasetin dışına çıkan Erbakan, bu sınırlı alan içinde siyaset yürüten diğer siyasal partilerin elindeki en önemli siyasal kozlardan birini, kendisini Müslüman olarak tanımlayan kitleleri, etrafında toplamıştır. Bu özellikle merkez sağ partiler açısından ciddi bir seçmen kaybını beraberinde getirmiştir. Ancak bundan çok daha önemlisi, kendisini Müslüman olarak tanımlayan kitleler dinî taleplerini siyasal alana aktarıp, “Müslüman” kimliği ile var olabilmişlerdir. Daha açık bir ifadeyle yer altına çekilmeye zorlanan ya da görmezden gelinen kitleler, kimliklerini meşrulaştırmıştır. Bu çerçevede Erbakan bir yandan söz konusu taleplerin siyasal alana aktarılmasını ve kimlik edinilmesi sürecini doğrudan yürütmüş, aynı zamanda da devlet nezdinde Müslüman kimliğin meşrulaştırılmasını sağlayarak, “makbul vatandaş” tanımının değişmesini zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla Erbakan, devlet yönetimine alınmış dinî yaşamı özgürleştirirken, İslami yaşam ve siyaset biçimini görünür kılarak meşrulaştırmıştır.

En az bunun kadar önemli bir diğer nokta, Necmettin Erbakan’ın İslami kesimlerin devlet ve iktidara bakışını değiştirmesi olmuştur. “Oy deposu” olarak görülen ve fakat dinî haklarını siyasal talep olarak siyasete aktaramayan İslami kesimlerin, yabancılaşmasını engelleyen Erbakan, demokratik mücadele yoluyla iktidar olunabileceğini kanıtlamıştır. Bunun en önemli sonucu, İslami kitlelerin demokratik sistem içerisinde kalarak hiçbir dönemde siyasi şiddet olayları içerisinde yer almamış olmasıdır. Bu durum her ne kadar pek çokları tarafından Türkiye’deki İslami hareketin Necmettin Erbakan ve izlediği siyasetle uysallaştırılması olarak yorumlansa da mesele bir uysallaştırma değil; bugün hemen her kesim tarafından varlığının önemine vurgu yapılan “demokrasi”nin birlikte yaşama kültürüne sağlanmış olan katkıdır. Çok daha önemlisi, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kişinin siyasal alanda Müslüman kimliği ile “Ben de varım.” diyebilmesi meselesidir. Dolayısıyla sıklıkla dile getirilen İslami “radikalleşme”nin Türkiye’de gerçekleşmemesinin en önemli nedeni, Necmettin Erbakan ve Millî Görüş fikriyatının, İslam motivasyonlu önerilerin demokratik yollarla siyaset, yönetim ve ekonomide bir alternatif olarak var olabileceğini ve iktidara gelebileceğini göstermiş olmasıdır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler