Avrupa’da “Cinsel Çeşitlilik” ve Müslümanlar
“Çocuklarımız eşcinsellik hakkında ders mi görecekler?” Almanya ve Fransa’daki Müslüman velilerin son birkaç ayda baş etmek zorunda kaldıkları sorulardan bir tanesi de bu. Okullarda cinsel çeşitlilikle alakalı derslerin gündeme gelmesi, Müslümanlar açısından cevaplandırılması gereken soruları daha da görünür kılıyor.
Lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender (LGBT)… Müslümanlar olarak bu tarz kavramlardan ve bu kavramların kullanıldığı tartışmalardan bilinçli bir şekilde kaçtığımız düşünülür. Bu kaçınma, belki farklı cinsel yönelimlerin toplumsal alanlarda görünür olmadığı ülkelerdeki Müslümanlar için sürdürülebilirdi. Fakat Avrupa’da yaşayan Müslümanlar olarak bu tartışmalardan kaçınmamızı engelleyen başka gelişmeler oldu: “Gender Mainstreaming” tartışmalı birtakım siyasi girişimlerle de olsa gündemimize girdi; hatta 1995’te Birleşmiş Milletler’in Pekin’de düzenlediği Dünya Kadınlar Konferansı’nda resmî siyasi programa dahil edilirken, 1999’da Amsterdam Anlaşması ile tüm Avrupa Birliği ülkelerinde hukuki bağlayıcılığa kavuştu. Öte yandan “homofobik” olarak damgalanmanın karaborsaya düşmediği, bilakis mümkün olan her ortamda muhatabın savunduğu fikri geçersizleştirmek için kullanıldığı Avrupa’da, bu kavramlara Müslümanların bakışı zaten sıkça dile getiriliyordu. Yani gıyaben de olsa İslam’ın farklı cinsel yönelimlere bakışı Müslümanların dahil olmadığı tartışmalarda da seslendiriliyordu.
Durum böyleyken, Almanya’da “Cinsel Çeşitliliğin Kabulü” isimli ders müfredatının, Fransa’da ise “Eşitliğin ABCD’si” isimli dersin okullarda işlenmesi meselesi yıllardır kaçınıp durduğumuz bu tartışmayı kucağımıza bırakıverdi. Şimdi Müslüman ebeveynler olarak, çocuklarımızın, “Bugün okulumuzda bir homoseksüel bize kendi yaşamını anlattı.” şeklinde başlayan cümleleriyle yüzleşme ihtimaliyle karşı karşıyayız.
“Gender Mainstreaming” Nedir?
Cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin her türlü toplumsal alanda giderilmesi anlamına gelen “Gender Mainstreaming”, Avrupa politikalarında, dolayısıyla Avrupa Birliği’ne üye tüm ulus devletlerde siyasi politika hâline getirilen bir kavram. Kavram ilk etapta, “kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin giderilmesi” olarak algılansa da, aslında cinsiyet teorisyenlerinin, herkesin mutabık kalabileceği bu amacı aşan bazı ön kabulleri var. Örneğin hâkim tartışmada, cinsel kimliğin seçilebilir bir kavram olduğu, dolayısıyla kadın ya da erkeğin biyolojik ya da sosyal cinsiyetlerinin kişinin kendi yönelimine/tercihine göre şekillenebileceği belirtiliyor. Elbette cinsiyetin, biyolojik ve sosyal olarak ayrı değerlendirildiğini yinelemekte fayda var: Buna göre insanların doğuştan edindikleri ve yetişme tarzıyla toplum içerisinde kazandıkları olmak üzere iki cinsiyeti bulunuyor. Cinsiyet teorisyenleri kadın ya da erkek olmanın her hâlükârda kişinin kendi yönelimlerine kaldığını iddia ediyor.
Almanya’da Baden Württemberg Eyaletinde patlak veren tartışma tam da bu anlayışın muğlaklığı üzerine ortaya çıktı. Eyalette “Cinsel Çeşitliliğin Kabulü”nün 2015 eğitim müfredatında ağırlıklı tema olacağının ilan edilmesi üzerine düzenlenen imza kampanyasında müfredata karşı 192 bin imza toplandı. Eyalet Hükümetinin koalisyon ortağı olan Yeşiller Partisi, farklı cinsel yönelimlerin normal kabul edilmesinin doktrin hâline getirilmesine karşı imza atanların homofobik olduğunu iddia etse de imza kampanyasında dile getirilenlere yakından bakmakta fayda var: LGBT bireylerinin ayrımcılığa maruz kalmasının engellenmesi isteğinin haklı bulunduğu kampanyada, farklı cinsel tercih ve pratiklerin okullarda normal olarak yansıtılmasının pedagojik, ahlaki ve ideolojik bir “yeniden yetiştirme” tarzı doğuracağı ifade ediliyor.
Fransa’da ise “Eşitliğin ABCD’si” dersi adı altında cinsiyet farklılıklarının tamamen göz ardı edileceği ve -ensest ve çok eşlilik hariç- her türlü cinsel yönelimin “normal” olarak sunulacağı iddiaları velilerin tepkisini çekti. Ocak ayında sosyal medya ve SMS’ler üzerinden örgütlenen veliler, dersin uygulandığı pilot okullarda okuyan çocuklarını okula göndermediler. Millî Eğitim Bakanlığı, okullarda cinsiyet teorisinin değil, cinsiyet eşitsizliğinin anlatılacağını ifade etse de, ülkede tepkiler devam ediyor.
Her iki ülkedeki Hristiyan cemaatler, çocukların cinsel kimliklerini aradıkları bir dönemde etkilenmemesi gerektiğini söyleyerek ders müfredatına karşı çıkıyorlar; fakat onlar da “homofobik” olarak damgalanmaktan kurtulamıyorlar.
Müslümanlar olarak tartışmaya bir şekilde dahil olmadan önce cevaplandırmamız gereken çok soru var:
“Cinsel Çeşitliliğin Kabulü” Müslümanlar için ne ifade ediyor? Baden Württemberg’te ders müfredatının kabul edilmesi durumunda Müslüman öğrenciler, kendi inançlarının “yasak” addettiği bir “yönelim”e karşı hangi bakış açısını geliştirmek zorunda kalacaklar? İnançları ile sosyal gerçeklik arasında kalan Müslümanlar, kendi inançlarını siyasi programlarla belirlenmiş bir “üst kültüre” göre yeniden düşünmek zorunda mı kalacaklar? Her şeyden önce farklı cinsel yönelimleri olan insanların bu yönelimlerinin “normal” olduğunun vurgulanmasının ardından Müslümanlar İslam’ın temel prensipleri ile evrensel hukukun sunduğu “eşitlik” ilkesi arasında nasıl bir denge kurabilecekler? Farklı cinsel yönelimlere sahip bireylerin temel haklarını savunmak ile bu hayat tarzlarını teşvik etmek arasında çok mu ince bir çizgi var? Bu sorular, Almanya ve Fransa’daki tartışmadan bağımsız olarak da cevaplandırılması gereken sorular iken, mevcut tartışma, bu sorulara cevabı biraz daha hızlı bir şekilde vermeyi gerektiriyor. Fakat Müslümanların, inançlarından referanslarla katıldıkları tartışmalarda “Avrupa değerlerine aykırı” olmakla itham edilmeleri geleneği, bu tartışmalara Müslümanların katılımını daha da zorlaştırıyor.