Hindistan’da Ayrımcılık İçeren Kanunlar
Hindistan’da ihtida eden Hindular, ülkede mevcut olan kast sisteminde hâlâ aynı konumda kalıyorlar. Hindistan’da dinî inanca dayalı ayrımcılıkları içeren kanuni düzenlemelerin tarihi ise 1950’li yıllara dayanıyor. Dalit Müslümanları ile Hindu Dalitler arasındaki uygulanan ve anayasa tarafından desteklenen ayrımcılık, ancak tarihsel gelişmeler incelenerek analiz edilebilir.
Hint toplumunda kast sistemi sebebiyle sosyal bir hiyerarşi mevcuttur. Kişinin bireysel haklarını, sosyal hiyerarşi içerisindeki konumunu, mesleğini, yaşadığı yeri ya da itibarını kast sistemi belirler. Günümüzde Hindistan’da 4 varna (grup ya da kast) vardır: Brahman (keşiş), Kshatriya (kral/savaşçı), Vaishya (çiftçi ya da tüccar) ve Shudra (işçi ya da köle). Hint toplumundaki diğer bir grup da Dalitlerdir; bu gruba dokunulmaz ya da toplumdan atılmışlar da denmektedir. Bu grup kast hiyerarşisine dâhil değildir ve Hindu dininden çıkıp insan dışı koşullarda yaşayan insanlardan oluşur. Her varna ya da kast da kendi içinde yaklaşık 4 bin alt gruba ayrılır. Hint toplumundaki her vatandaş, ait olduğu kast tarafından tanımlanır.
Tarihsel olarak, Shudralar ve Dalitler her zaman sosyal hiyerarşinin en dibinde olmuşlar ve yüzyıllardan beri ekonomik olarak geri kalmışlardır. Ezilen bu insanlar, Hindistan’ın ilk Adalet Bakanı B. R. Ambedkar’ın ısrarlı çabaları neticesinde “Rezervasyon Uygulaması” kapsamına alınmıştır. Hindistan’daki bu rezervasyon, halkın belirli bölümüne üniversiteye gitme hakkı ya da devlet kurumlarında ve mecliste iş bulma şansı tanımak gibi pozitif ayrımcılıktan ibarettir. 1935 tarihli Hindistan Devlet Kanunu, rezervasyon politikasının kapsamını daha da genişleterek tüm yoksul kesimin bu rezervasyona dâhil olmasını sağlamıştır. Bu kanundan Hindu Dalitlerin yanı sıra Müslümanlar da yararlanmıştır.
“Kast Hastalığına Tutulan Müslümanlar”
İslam inancının Müslümanlar arasında herhangi bir hiyerarşiye izin vermemesine rağmen, kasta dayalı hiyerarşik bir toplumsal yapının Hindistan’daki Müslüman cemaatlerde de bulunduğu gözlemlenmektedir. Nitekim Mahatma Gandhi, 1941 yılında bir arkadaşına yazdığı mektupta, toplumda Hindular dışında diğer cemaatlerde de habis uygulamaların mevcut olduğundan bahseder: “Şüphesiz ki Müslümanlar ve Hristiyanlar da, Hint toplumu sayesinde bu habis kast uygulamasını benimsediler. Hindu toplumu kast sistemini kaldırarak diğer sosyal grupların da bu hastalıktan kurtulmasını sağlayabilir. Kast sistemiyle zehirlenmiş olan toplum, geri kalanını kendi halledecektir.”1
Ambedkar ise, 1901 Bengal nüfus sayımına atıfla Müslüman toplumdaki sosyal ve psikolojik tembelliği şöyle yorumlamıştır: “İslam, kardeşlikten bahseder. Herkes bundan İslam’ın kasttan ve kölelikten arınmış olduğu anlamını çıkarır. Fakat kölelik bitmiş olsa da; Müslümanlar arasında kast uygulaması olduğu gibi kalmıştır.”2 Hint toplumunda kastın en altındaki Müslümanlar genelde Hinduların en alt tabakasındaki çeşitli gruplardan İslam’a geçmişlerdir. Fakat ihtidaları onların sosyal ve ekonomik statülerini etkilememiştir; toplumun ihmal edilen fakir kesiminde kalmaya devam etmişlerdir.
Müslümanlardan Esirgenen Rezervasyon Hakkı
Hint Yarımadasının parçalanmasının ardından bağımsızlık sonrası dönemde, Shudra ve Dalit Müslümanlarının rezervasyon hakları ellerinden alınır. Ardından Hintli hukukçu ve devlet adamı Vallabhbhai Patel, Danışma Kurulu Azınlıklar Alt Komisyonu’nun 8 Ağustos 1947 tarihli bir raporunu Kurucu Meclis’e sunar. Bu raporda azınlıkların seçimlere katılması ve meclis bünyesinde nüfusları nispetince sandalye kazanmalarını sağlayan bir rezervasyon uygulaması öngörülmektedir. Meclis rapor hakkında 27/28 Ağustos 1947’de görüşür ve rapordaki tavsiyeleri benimser. Merkez ve taşra meclislerinde uygulanabilecek bu tarz bir rezervasyonun yanında bir de hizmet sektöründeki işe alımlarda rezervasyon uygulanması öngörülmektedir. Raporun 9. paragrafında belirtildiği üzere, “Tüm Hindistan’da ve taşra hizmetlerindeki atamalarda azınlıkların talepleri idari hizmetlerin verimliliği açısından göz önünde mbulundurulmalıdır.”3 Bu konuda hemfikir olan hazırlık komitesi özel bir madde yayımlamıştır ve madde 299 ile azınlıkların tüm hakları garanti altına alınmıştır. Daha sonra da Danışma Kurulu tarafından 11 Mayıs 1949 tarihinde azınlıkların siyasi olarak güvence altına alınmasına dair bir rapor daha sunulmuştur. Bu raporda da daha önceki kararların önemi vurgulanmıştır. Fakat daha sonra siyasetçi K. M. Munshi tarafından yasanın ıslahı istenmiş ve 299. maddenin sadece Hindu olan Dalitlerle sınırlı kalması sağlanmıştır. Dalit Müslümanlarına verilen rezervasyon hakkının iptal edilmesiyle Hindistan, bir yandan ulusal birlik ve uyumu sağlayabilmek amacıyla Müslüman nüfusa yönelik özel uygulamaları reddetmiş; öbür yandan da rezervasyon uygulamasını sadece Hindu Dalitlerle sınırlamıştır. Bu durumda Hindu bir Dalit, rezervasyon uygulamasından faydalanırken, aynı kişi Müslüman olduğunda bu uygulamadan faydalanamamaktadır.
341. Madde ve Anayasal Değişiklik
Hint Anayasası’nın 341. maddesi şöyledir: “Cumhurbaşkanı, vali ile müzakeresi sonrasında kastları, ırkları ya da kabilelerin içindeki kastları, ırkları ya da boyları anayasa çerçevesinde sınıflandırılmış kastlar olarak sayar. Parlamento da buna göre kastları, ırkları ya da kabilelerin içindeki kastları, ırkları ya da kabilelerin parçalarını ya da gruplarını sınıflandırılmış kastlar listesine dâhil eder ya da bu listeden çıkarır.” Bu da demek olur ki; Müslüman ve Hristiyan cemaatlerin içerisindeki Dalitler, sınıflandırılmış kastlar kategorisinde rezervasyon imtiyazlarından istifade edemeyeceklerdir.
Bu kanunlar bugüne kadar Dalitleri, Sih ve Budist cemaatine dâhil etmek için iki kere düzenlenmiştir. Sih dinî liderlerinden Tara Singh’in kışkırtmalarını takiben Dalit Sihlerini anayasa tarafından sınıflandırılmış kastlara dâhil eden değişiklik 1956 yılında kabul edilmiştir: “Paragraf 2’de söylenenlere bakılmaksızın, Hindu, Budizm ya da Sih dininden başka bir dine giren her kim olursa olsun sınıflandırılmış kast üyesi olarak sayılacaktır.” 1990 Mayıs ayında, Ambedkar’ın yüzüncü yaş günü anma töreninde, eski Başbakan V. P. Singh, Budizm’i seçmiş Dalitleri, sınıflandırılmış kastlar listesine kattığını ilan etmiş ve Hinduizm’den Budizm’e yapılan din değişikliğinin, insanların sosyal, ekonomik ya da eğitim koşullarında hiçbir değişiklik sağlamadığını dile getirmiştir. Aynı durum Hristiyanlığı seçen Dalitler için de geçerlidir.
1979 yılında kurulan Mandal Komisyonu’nun tavsiyesiyle yeni bir siyasi denklem şekillenmiştir. Merkezî hükûmet bazı Müslüman Shudra kastlarını Diğer Alt Sınıflar’a dâhil etmiş ve rezervasyon imtiyazlarını genişletmiştir. Bu hareket ile, Müslüman Shudralar arasında siyasi bilincin tohumları atılmış olur. Dalit Müslümanları da haklarını edinmek için bir örgüt kurar. 1950 Başkanlık Emri’nin kaldırılmasını ve anayasada 341. madde uyarınca değişiklik yapılması talebiyle ülkede çeşitli programlar düzenlerler. Örneğin, 2002 yılında, Delhi’de Insaaf Sammelan (Adalet Konferansı) isimli programda 341. maddedeki dinî yasaklamaların kaldırılması talep edilmiş; konferans, her kesimden Müslüman lider tarafından takip edilmiştir. Bazı Hindu liderler de bu talebi desteklemişlerdir.
Bu hareketin başarısı, 341. maddeyi tartışmaya koyması ve akabinde hükûmet tarafından tayin edilmiş iki büyük komisyonun (Sachar ve Rangnath Mishra Komisyonu) Dalit Müslümanlarının ve Hristiyanların sınıflandırılmış kastlara dâhil edilmesini istemesidir. Fakat Kongre Partisi liderliğindeki Birleşmiş İlerici İttifakın on yıllık saltanatı (2004-2010), Müslümanların kalkınması konusunda pek de bir şey getirmemiştir. Öyle görünüyor ki iki komisyonun kurulmasının siyasi çıkar kazanmak için yapılan bir dalavere olması dışında pek bir anlamı yok. Kongre Partisi, Dalit Müslümanlarını sınıflandırılmış kasta dahil etmeye hiç de razı değil.
Diğer taraftan, muhafazakâr Hindu ulusal partisi olan Hint Halkları Partisinin büyük zaferiyle, Müslümanların sınıflandırılmış kasta dâhil edilmesi için organize olmuş hareketlerin arka plana itilebileceğine dair kaygılar vardı. Aleni olmasa da, Müslümanlara karşı yapılan üstü kapalı ayrımcılık, bu hükûmetten de bekleniyor. Müslüman halk maalesef olumsuz sonuçlara maruz kalacak gibi görünüyor.
Fotoğraf: ©Flickr.com/ upliftthem