'Avrupa Parlamentosu Seçimleri'

Avrupa Yanlış Yöne Gidiyor!

Avrupa Parlamentosu Seçimleri, aşırı sağ ve Avrupa Birliği (AB) karşıtı partiler için zaferle sonuçlandı. Pek çok azınlık ve İslam karşıtı parlamento üyesi demokratik süreçlerle seçildi. Bu da ırkçılığın pek çok zihne girmeyi başardığını gösteriyor.

Avrupa Parlamentosunun (AP) bir üyesi gamalı haç dövmesi olan lidere sahip, bir diğeri ülkesindeki bütün Müslümanlardan kurtulmak istiyor, bir başkası ise göçmenlere ebola virüsü salmayı öneren bir kurucuya sahip. Son seçimle birlikte Avrupa şüphecisi, aşırı sağ ve göçmen karşıtı grupların Avrupa Parlamentosuna giriş oranlarında tüm zamanların en yüksek seyrini görüyoruz. Neo Nazi partiler, Brüksel’de ilk defa ülkelerinin temsilcileri olarak bulunacaklar. Birçok parlamento üyesi, Avrupalıların umut ve barışa ihtiyaç duyduğu bu zamanlarda, nefret mesajları veren platformlarda seçildi.

Bu partilerin sahip olduğu kamuoyu desteği şok edici. Çoğu AB ülkesinde aşırı sağ partiler genel oyun yüzde yirmi beşinden fazlasını almayı başardılar. Örneğin, İngiltere’de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) yüzde 30, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi (DPP) yüzde 27 ve Fransa’da Ulusal Cephe (FN) yüzde 26 oranında oy aldı. Avrupa Seçimleri, en korkutucu dokuz aşırı sağ partinin parlamentoya girişiyle sonuçlandı.

Bu durum aslında Avrupa toplumlarının, göçmenler ve Avrupa dışından gelen mültecilerle çok kültürlü ve çok etnik yapılı gerçekliği tecrübe etmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Öte yandan Avrupalı yetkililerin, çeşitliliğin olumlu ve zenginleştirici bir unsur olduğuna, farklı kültür ve geleneklerin bunu yansıttığına dair mesajları Avrupa toplumuna güçlü bir şekilde iletilemedi. Devam etmekte olan ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve İslamofobi’nin Avrupa toplumları için hâlâ büyük bir tehdit olmasının sebebi budur.

Avrupa Birliği 1997 yılında Irkçılığa Karşı Avrupa Yılı’nı ilan etti. Bu, sadece soruna dikkat çekmek amaçlı değil, aynı zamanda 2000’deki Eşitlik Direktifleri ve 1998’deki ırkçılık karşıtı sivil toplum kuruluşu ağını (ENAR) harekete geçirme amaçlıydı. Bu somut hamleler etnik ve dinî azınlıkların insan hakları, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtlığı gibi alanlarda daha güçlü olmalarına ortam sağladı. Ancak bir süre sonra göçmen karşıtı söylem, iltica karşıtı propaganda ve açık dinî ayrımcılık istikrarlı bir biçimde zemin bulmaya başladı. Daha çok siyasi hareket ve parti, etnik ve dinî azınlıkları asıl sorun olarak gösteren araçlar kullanmaya başladı.

2003 yılında yapılan bir ankette, Avrupalıların üçte biri, çok kültürlü toplumun sınırlarına ulaştığı fikrine katıldığını ifade etmiştir; dörtte biri yasa dışı göçmenlerin ülkelerine iade edilmesi gerektiğini; yarısı ise göçe, kültürel çeşitliliğe ve üçüncü dünya ülkelerinden sığınma taleplerine karşı çıktığını belirterek önemli bir çoğunluk, azınlıkları kolektif bir tehdit olarak değerlendirdiğini ortaya koymuştur.

Müslüman topluluk için ABD, İspanya ve İngiltere’de yaşanan terör saldırıları ve Danimarka’da 2005 yılında Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hakaret içeren karikatürler, durumu daha da kötü bir hâle getirdi. İslam ve Müslüman karşıtı şiddet içeren ırkçı saldırılar, görünürleşen gizli ön yargılar ve ayrımcılık güncel hayatta yaygınlaştı.

Birçok Avrupalı, etnik azınlık grupları ve STK’lar, Avrupa ve ulusal karar mekanizmalarını uyararak güçlü bir şeyin ortaya çıkmakta olduğunu ve önlem alınması gerektiğini söylediler. Buna karşın merkez partiler ırkçılık karşıtı hareketleri destekliyormuş gibi görünmek istemedikleri için somut hiçbir şey yapılmadı. AP seçimleri ise azınlıkların endişelerini haklı çıkarmış; Avrupa, sadece etnik ve dinî azınlıklar için değil, demokratik imaj, sosyal harmoni ve vatandaşlarının refahı için de korkunç sonuçları olacak yanlış bir yola girmiştir.

AP seçimlerinin birçok AB ülkesindeki ulusal seçimleri etkileyeceğine ve bu seçimlerde aşırı sağ ve İslamofobik söylemin etkili olacağına dair gerçekçi korkular var. Bu durum yalnızca ana akım merkez partileri büyük oranda etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda onları insan hakları, ırkçılık karşıtlığı ve İslamofobi’yle mücadele anlamında tavizler vermeye zorlayacak. Doğrusu bu, Avrupa demokrasisi için üzücü bir durumdur.

Avrupa’daki bu gelişmenin en kötü yanı ise, ana akım medya ve merkez siyasi partilerin –yüzlerinde geniş bir gülümsemeyle- ırkçı ve aşırı sağ partileri seçimlerdeki zaferleri için tebrik etme yarışına girmiş olmalarıdır. Hiç kimse bu korkunç sonuca kendi pasifliği ve vizyon yoksunluğunun sebep olduğunu itiraf etmeye niyetli gözükmüyor.

Seçimler boyunca ve sonrasında AB’deki 20 milyon Müslüman’ı hedef alan İslam karşıtı söylemi incelediğimizde, en kötünün henüz gelmediği iddia edilebilir. Zira aşırı sağcı ırkçı partiler cesaret verici bir ajandaya sahiptir, çoğunluk ise bu gelişmelere sessiz kalmakta ya da göz yummaktadır.

Tüm bunlara karşın eğer AB’deki Müslüman topluluklar, sürekli İslam karşıtı söylemlerde bulunan popülist siyasetçilerin, ana akım medya ve sosyal medyanın Müslüman toplulukları olumsuz bir biçimde ele almasını önlemek, ayrıca entelektüel ve akademik çevrenin yanlış bilgilendirmesiyle oluşturulan İslamofobik atmosferi yok edemese de azaltmak istiyorlarsa, kendilerini zorlayarak bir hareket planı hayata geçirmelidirler.

Ne Yapılabilir?

İslamofobi dindar, dini tatbik etmeyen ve hatta laik kesimler dâhil bütün Müslümanları etkilemektedir. Buna karşılık olarak Müslüman kuruluşlar, STK’lar ve bireyler birlik içinde, profesyonelce ve koordineli bir biçimde çalışmamaktadırlar. AB’deki Müslüman topluluklar İslamofobi’yle siyasi, STK düzeyi, medya, dinî cemaatler, akademi, iş toplulukları ya da AB kurumlarında lobi faaliyetleri gibi pek çok alanda mücadele edebilirler. AB genelindeki bütün Müslümanlara bu anlamda düşen bazı görevler vardır:

    1. Siyasi partilere yerel, bölgesel, ulusal ve AB düzeyinde katılım ile meselenin gündeme getirilmesi,
    2. Medya dünyasına gazeteci, yorumcu veya kaynak sağlayan şahıslar olarak katılımda bulunulması,
    3. Bloglar, Facebook ve Twitter gibi sosyal medya ortamlarında İslam’la ilgili yapılan tartışmalara katılınması; televizyon ve gazetelerle iletişime geçilmesi,
    4. Aktif STK’ların oluşturulması ya da mevcut olanlara katılımın sağlanması, bu yolla topluluklara sosyal meseleler üzerine tavsiyeler verilmesi, profesyonel hizmetlerin sağlanması, bilgilendirici gazete ve dergilerin ortaya konulması, yerel radyo ve televizyon programlarının yapılması ve Müslümanlarla toplum arasında kolay anlaşılır bir bağlantı kurulması,
    5. Birçok ulusal ve AB kurumunda devamlı, profesyonel ve anlaşılır bir dilde olmak kaydıyla lobi faaliyetleri yürütülmesi,
    6. Müslüman topluluklar arasında spor, eğlence, kültür, iş, politika ve dinî meseleler gibi alanlarda iyi rol modellerin ortaya konması ve teşvik edilmesi.
      Dinî duyarlılığın artırılmasının sosyoekonomik durumun iyileştirilmesi ve eğitimle bütünleştirici şekilde bir arada yürütülmesi,
    7. Her ne isim altında olursa olsun aşırılık, şiddet ve terörizme karşı Müslüman toplulukların açık ve güçlü bir pozisyon alabilmesi için yapılan lobi faaliyetlerinde daha fazla şeffaflığın sağlanması,
    8. Medyayla, siyasetçilerle ve yetkililerle Müslüman azınlıkların ihtiyaçlarının karşılanması için daha yakın bir çalışma içine girilmesi,
    9. İnsan haklarının ilerletilmesi ve toplumun refahı için dayanışmayı sağlayacak olan kültürel çeşitliliğin Avrupa ve Müslüman topluluklar için bir zenginlik olduğunun kabul edilmesi.

Özetle ulusal kimliği, etnik arka planı, dinî hayat ve siyasi ideolojileri ne olursa olsun, AB’deki Müslüman topluluklar kendi iyilikleri için uyumlu ağlar oluşturmalı ve güçlü bir lobi faaliyeti yürütmelidir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler