'ANATOMİ SERİSİ'

Yabancı Düşmanlığı Nedir?

"Yabancı" olanın "ötekileştirilmesi" ve bunun üzerinden kişi ve gruplara karşı düşmanlık üretilmesi sıkça gözlemlenen önemli bir sorun. Perspektif Anatomi Serisi bu kez yabancı düşmanlığını ele alıyor.

@Shutterstock değişiklikler Perspektif

Yabancı düşmanlığı (Alm. “Xenophobie, Ausländer-/Fremdenfeindlichkeit”), Yunanca “korku” anlamına gelen “phobia” ile “yabancı” ve “misafir” anlamına gelen “xenos” sözcüklerinden türemiştir. Yabancıdan korku anlamına gelen tamlama genellikle “yabancıdan nefret etme” fikrini ifade etmek için de kullanılmaktadır (Smelser and Baltes, 2001).

Yabancı düşmanlığı kavramına dair uluslararası düzeyde genel kabul gören bir tanım bulunmamaktadır. Bununla birlikte yabancı düşmanlığı; yabancı oldukları veya dışarıdan geldikleri düşünülen belli bir topluluğa, topluma veya ulusal kimliğe karşı onları reddeden, dışlayan ve sık sık kötüleyen tavırlar, önyargılar ve davranışlar şeklinde görünürlük kazanan tutumlar olarak tanımlanabilir. Yabancı düşmanlığı genellikle ulusal-etnik köken, din ve ırksal özellikler açısından çoğunluk toplumundan farklı olarak algılanan kimselere yöneliktir.

Birbirinden ayırt edilmesi zor olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı arasında yakın bir bağ bulunmaktadır (Perruchoud & Redpath – Cross, 2013:97). Yabancı düşmanı tutum sergileyen kimse, öznel yaşam tecrübesinden hareketle, yabancı, dolayısıyla tehdit edici olarak algıladığı kimselere karşı reddedici ve düşmanca tutum geliştirmektedir. Bu düşmanlık genellikle ulusal-etnik köken, din ve ırksal özellikler açısından çoğunluk toplumundan farklı olarak algılanan kimselere yöneliktir. Söz konusu düşmanlık dışlama, fiziksel saldırı, sürgün ve hatta yok etme şeklinde kendini gösterebilir (Bundeszentrale für politische Bildung, bpb).

yabancı düşmanlığı nedir

Yabancı düşmanı kimseler, kendilerinin üyesi bulundukları gruplarının olumlu özelliklerini genellikle abartırlarken üyesi olmadıkları grupları ötekileştirir, değersizleştirirler. Mesela bazı Almanlar kendilerini Alman olmayanlardan daha dakik ve güvenilir olarak görmektedir. Bu tip bir yaklaşımda kişilerin bireysel özelliklerinden ziyade grup üyeliklerinin şekillendirdiği önyargılar aktif durumdadır ((Förster, 2007:18). Söz konusu önyargılar ise bir grubun özellikleri ve/veya davranışları hakkında sosyal olarak paylaşılan inançlar olarak tanımlanabilecek olan stereotiplerle beslenmektedir (Appel, 2008:315). Buna göre belirli bir grup hakkında tipik görüşler ve yargılar hazırdır. Grup üyeliği için belirleyici faktör ise genellikle ten rengi gibi dışsal özelliklerdir.

Kalıp Yargılarla “Öteki”nden Düşman Üretmek

Önyargılar, açık ve örtük olmak üzere iki grupta incelenebilir. Yabancı düşmanlığı belli tutumlarla tespit edilebildiği için açık önyargılara dayanır. Mesela yabancı grubun üyelerinin kendi grubunun üyelerinden iş yerlerini çalacağı veya bu farklı grupların üyelerinin kendilerini bir arada asla huzurlu hissetmeyecekleri açık önyargılardır. 

Bir gruba dair ötekileştirme sürecinde genellikle grup üyelerinin tartışma konusu olan özellikler açısından eşit oldukları varsayılır. Sanki grup üyelerinin hepsi genellikle olumsuz olan aynı streotiplere göre tutum ve davranış geliştirmektedir. Mesela bu tip yargılara göre sanki bütün Amerikalılar şişman, aptal ve tembel; bütün Polonyalılar araba hırsızıdır. Bu noktada karşımıza “yabancı” kavramının üretimi çıkmaktadır. Aynı kültürel özelliklere sahip olmayan insanlar, kültürel farklılıkları sebebiyle ötekidir, yabancıdır. Dolayısıyla kültür burada ortak bir değer üreticisidir.

Bir toplum içindeki azınlık gruplara yönelik önyargı, dışlama ve ayrımcılığın boyutlarının zaman zaman ırkçılık seviyesine ulaştığı görülebilmektedir. Bu sebeple yabancı düşmanlığı ırkçılık ile bağlantılı; hatta çoğunlukla ırkçılığın bileşenlerinden biridir. Zira yabancı düşmanlığında kültürel özellikleriyle özdeş kabul edilen gruba ya da üyelerine karşı duyulan güvensizlik, korku ve/veya nefret etkindir. Buna göre düşmanlık güdülen yabancılar, ulusal bütünlük için potansiyel tehdit olan yabancı kültürün taşıyıcılarıdır.

Rekabet teorisine göre kıt kaynakların yabancılar ile paylaşılmasından doğan rekabet, düşmanca tutumlar üretebilmektedir. Toplumun sosyo-ekonomi ve eğitim düzeyi açısından alt sınıflarına dâhil olan ve istihdam sorunları yaşayan kesimleri; yabancıların gelmesi ile oluşan rekabette iş gibi kaynakların azalacağı ve refah sorunu yaşayacakları endişesi ile kendilerini tehdit altında hissetmektedirler (Bobo and Hutchins, 1996, p. 953).

Sosyal Kimlik Teorisi’ne göre ise yabancı düşmanlığı, bireyin kendi kimliği ile sosyal kimliği arasındaki inanç ilişkisine dayalıdır. Diğer bir deyişle; sosyal kimlik, bireyin ait olduğu gruba iltimas ve hoşgörü göstermesine; ait olmadığı gruba karşı da hoşgörüsüzce davranmasına sebep olmaktadır (Tajfel, 1982:2).

Yabancı düşmanlığındaki “yabancı”, kimlik tanımlamalarında ve kültürel anlamda kurgulanan “öteki”nin somutlaşmış diğer adıdır. Bu tamlamadaki düşmanlık ise güvensizlik, korku ve/veya nefret şeklinde görünürlük kazanmaktadır. Böylelikle yabancı düşmanlığı, kendini belirli bir gruba dâhil edenlerin ötekileştirdiği ve dışladığı bir karşı gurubun varlığı üzerine geliştirilir. Yabancılaştırılan gruba karşı bir öfke ve hatta nefret tutumu sergilenmektedir. Bu süreçte yaygın olan, alt gruplardan ziyade belli bir ulusun diğer uluslardan olanlara karşı geliştirdiği dışlayıcı tutumdur.

Anderson’un meşhur yaklaşımıyla hayal edilmiş siyasi topluluklar olan uluslar için “yabancı”, diğer uluslardır. Zira hiçbir ulus kendini tüm insanlıkla örtüşür olarak hayal etmez. Tüm insanlığı kucaklamak gibi bir yaklaşım bir yana, etnik merkezci (İng. “ethnocentrism”) anlayışa sahip olan birey ve gruplar, zenginliklerini öteki ile paylaşmaya rıza göstermemektedir. Diğer yandan göç süreçleri sonucu başka toplumlarda azınlık oluşturmuş olan topluluklar, kendi kültürel kimliklerini korumaya yönelik teşebbüsleriyle ister istemez “yabancı” durumuna düş(ürül)mektedir. Göçmenlerin ve göç kökenlilerin farklılıklarından kaynaklanan bu durumları, kalıp yargılarla perçinlenmektedir. Ekonomik krizler, işsizlik gibi toplumsal sorunlarda kolaycı yaklaşımla “yabancılar” sorun üreten düşmanlar olarak algılanmakta/sunulmaktadır.

Nefret söylemi, aşırı sağ, ırkçılık gibi sıkça kullanılan kavramları Anatomi Serisi’nde açıklıyoruz. Diğer Anatomi yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Yabancı Düşmanlığının Sebepleri:

Sınıflandırma Eğilimi

Sosyal psikolojinin tespitlerine göre insan beyni, bireyin çevresindeki kişi, olay ve olguları otomatik olarak sınıflandırma eğilimindedir. Pratik sebeplerle çevremizde bulunanları bazen farkında bile olmadan gruplara ayırmaktayız. Böyle bir sınıflamada ise bireyi belli bir gruba ait sayabilmek için onun en belirgin, dışsal, ayırt edici özellikleri aktif rol oynamaktadır. Böylelikle ortaya mesela Hindular, Almanlar, FC Köln taraftarları gibi gruplar çıkmaktadır.

Kalıp/önyargılar, kategorize edilmiş yabancı grup üyelerini özdeşleştirmeyi kolaylaştırmaktadır. Zira yabancı grubun bütün üyeleri sözde aynı veya benzer özelliklere sahip olarak algılanır.  Ayrıca biz insanlar, önceki değerlendirmelerimizi destekleyen malumatları tercih etmek eğilimindeyizdir. Böylelikle ortaya yıkılması kolay olmayan güçlü önyargılar çıkmaktadır. Bu şekilde kalıplaşan ön değerlendirmeler genellikle aileden, yakın çevreden, eğitim kurumlarından edinilmektedir.

Çokkültürlü toplumlarda kişisel olarak tanınmamalarına rağmen dış görünüşleri sebebiyle belli toplumsal grupların üyesi olarak algılanan kimseler zaman zaman hiç ilgisiz şekilde çeşitli suçların faili olarak algılanabilmektedir. Bu algı zamanla korkuya ve nihayet düşmanlığa evirilebilmektedir. Kısacası sınıflandırma eğilimi önyargılı görüşlerin benimsenmesi ile birlikte, yabancı düşmanlığı için sosyal-psikolojik bir sebep olarak görülebilir.

Eşit Değerde Görmeme İdeolojisi

Yabancı düşmanlığı, sadece sınıflandırma eğilimi ile hazır değerlendirmelerin bütünleşmesine dayanmamaktadır. Yabancı olana düşmanlık besleyen birey; günümüz dünyasında evrensel bir değer olarak vurgulanan insanların eşitliğini, eşit haklara sahip olduğunu içselleştirememektedir. İnsanların eşitliği ilkesi konuşulan dilden, inançlardan, ait olunan kültür dünyasından ya da ten renginden bağımsız olarak yaşatılması gereken bir değerken insanları eşit değerde görmeme ideolojisine sahip kimseler; yabancıların da kendileriyle eşit olduğunu, eşit haklara sahip olduğunu kabul etmez/edemezler. Onların düşünce sistemlerinde kimilerini sahip olduğu ten rengi, köken ya da kültür sebebiyle üstün gören sosyal bir hiyerarşi hâkimdir. Bu hiyerarşik yapı “Siyahlar şiddete eğilimlidir.” veya “Polonyalılar araba çalar.” gibi önyargılarla desteklenmeye çalışılır. Böylelikle yabancı düşmanlığı güden kimseye göre yabancılar; kendileriyle eşit değildir, onlar başkadırlar ve kendileriyle aynı değerde görülemezler.

Özellikle öznel olarak zayıf sosyal statüye sahip kimseler; eşit değerde görmeme ideolojisinden (Alm. “ungleichheitsideologien”) yararlanarak sözde eşit değerde olmayan yabancılar grubunun üyelerini değersizleştirerek kendi değerlerini artırdıklarını sanırlar. Çünkü insanlar sosyal olarak kabul edilmek hedefi güderler. Bazıları da bu hedefe ulaşmak için yabancı gruplara ayrımcılık yapmak gibi başkalarını değersizleştirerek sosyal-psikolojik olarak kendi değerlerini artırma yolundan medet umarlar (Zick & Küpper, 2006). Kısaca “eşit değerde görmeme ideolojisi” de yabancı düşmanlığının önemli, açık sebeplerinden biri olarak değerlendirilmelidir.

Geleneksel Değerlere Tehdit Algısı

Kimi araştırmacılara göre Amerika ve Avrupa’da yüzde on beşleri bulan yabancılara yönelik açık önyargıların temel sebebi bu tür yargıları taşıyanların kendi geleneksel değerlerine yönelik tehdit algısına sahip olmalarıdır. Onlara göre halkları, kendi değer ve geleneklerine sıkıca sarılmalıdır (Alm. “sozialen Konservatismus”). Böylelikle toplumsal değerler ve gelenekler yabancı grupların etkisiyle kaybolmamalı, değiştirilmemeli veya önemini yitirmemelidir. Bu amaçla kendi gelenek ve değerlerinin daha iyi olduğunu düşünenler, yabancı etnik gruplardan kimselerle haşır neşir olmaktan kaçınmalıdır.

Mesela bazı Almanlara göre kendilerine ait olan düzen, dakiklik, çalışkanlık gibi tipik özellikler yabancılarda genellikle bulunmayan, korunması gereken özelliklerdir. Böyle düşünenler kendi geleneksel değerlerinin kaybından korkmaktadırlar. Onlara göre yabancılar bu tür değerlerin bozulmasına sebep olmaktadır. Bu kimseler bir yandan yabancıların kendi değerlerini benimsemelerini isterken diğer yandan yabancıların kendi değerlerini çoğunluk toplumuna enjekte edeceklerinden korkmaktadırlar. Kısacası yabancı düşmanları; daraltılmış değerler sistemi, gruplar arası iletişimin önemini kavrayamama ve düşük eğitim seviyesi sebebiyle değerlerinin yabancılar tarafından tehdit edildiğini düşünmektedirler (Fiske, 2002: 63-70).

Düşük Eğitim Seviyesi

Kamu araştırmaları düşük eğitim seviyesine sahip olanlarda milliyetçi duygu ve düşüncelerin daha yoğun olduğunu göstermektedir. Aslında düşük eğitim seviyesi dolaylı olarak düşük sosyal statü, iş piyasasında zayıf fırsatlar ve daha düşük sosyal tanınma anlamına gelmektedir ki yukarıda da işaret edildiği gibi bu durum, birey için çeşitli stratejilerle aşılması gereken bir durumdur. Kimi kesimler bu dezavantajlı durumları artan ulusal gurur ve yabancıları değersizleştirme taktikleriyle aşmaya çalışır. Dolayısıyla düşük eğitim seviyesine sahip olanların yabancı düşmanlığı tutumuna eğilimli oldukları söylenebilir (Ahlheim ve Heger, 2008: 34-35; Fiske, 2002:70).

Medyanın Yaydığı Stereotipler

Günümüz toplumlarında bireyleri çok yönlü kuşatan medyanın basmakalıp düşünceleri yayma işlevi, yabancı düşmanlığı bağlamında özellikle vurgulanması gereken bir husustur. Bu bağlamda “klişeleştirme” süreci dikkat çekicidir. Yabancıya dair klişeleştirmenin ilk aşamasında yaygın kalıp yargı harekete geçer. İkinci aşamasında bireyin kalıp yargı karşısında tutumu devreye girer. Geçmiş yaşantı, eski düşünce ve bilgiler kalıp yargının onaylanıp onaylanmayacağını belirler. Mesela eğer mültecilerle iyi deneyimler yaşanmışsa, bir kaçı ile yakın iletişime geçilmişse onlara yönelik klişelerin reddedilme ihtimali yüksektir. Yine burada sahip olunan bilişsel kaynakların da önemi büyüktür. Zira sosyal klişelerle mücadele etmek belli bilişsel bir çaba gerektirir. Bu çaba gösterilmezse klişelerin girdabına kapılma tehlikesi her zaman vardır. Bu noktada medyanın yaptığı klişeleri kullanıma hazır ve kolay erişilebilir hale getirmektir (Appel, 2008:316, 324).

Medyanın özellikle yabancıların aleyhindeki klişeleri hazırlama ve yayma konusundaki rolü yapılan çeşitli araştırmalarla ispatlanmıştır (Lukesch v.d. 2004:4-5; Gerbner, 2000:102 v.d.). Kısacası medyaya çok fazla maruz kalmak, kişilerin farkında olmadan düşünce ve davranışlarının manipüle olmasına ve yabancı düşmanlığına kadar varan kalıp yargıları benimsenmesine sebep olabilmektedir.

Sonuç olarak günümüzde birçok toplumda yaygınlaşma eğilimi gösteren yabancı düşmanlığının çok çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Sebeplerin çoğu, yabancıların etkisi ile herhangi bir şekilde dezavantajlı duruma düşme korkusuna dayanmaktadır. Diğer taraftan yabancı düşmanı olan kimselerin insanların eşit haklara sahip olduğu inancını yeterince paylaşmadıkları görülmektedir. Bu kimseler daha az kültürel temas ve bilgisizlikten kaynaklanan basmakalıp yargılarıyla insanlar arasında sosyal hiyerarşik bir ayrım yapmakta ve nihayet düşmanca tavırlara yönelmektedir.  

 Kaynaklar

Ahlheim, K. und Heger, B. (2008). Nation und Exklusion – Der Stolz der Deutschen und seine Nebenwirkungen. Schwalbach/Ts.: Wochenschauverlag.
Appel, M. (2008). Medienvermittelte Stereotype und Vorurteile. In B. Batinic & M. Appel (Hrsg.), Medienpsychologie (ss. 313-335). Heidelberg: Springer Medizin Verlag.
Bobo, L., Hutchings Vincent, L. (1996). Perceptions of Racial Group Competition: Extending Blumer’s Theory of Group Position to a Multiracial Social Context. American Sociological Review, 61(6), ss. 951-972.
BPB, Bundeszentrale für politische Bildung, “xenophobia“.  [Erişim:19.01.2020].
Fiske, S. T. (2006). Fremdenfeindlichkeit und Rechtsextremismus – Dokumentation einer multidisziplinären Vortragsreihe. In F. Büchel. J. Glück, U. Hoffrage, P. Stanat & J. Wirth (Hrsg.) (ss. 63-91). Opladen:   Leske + Budrich.
Förster, J. (2007). Kleine Einführung in das Schubladendenken. Über Nutzen und Nachteil des Vorurteils. München: DVA.
Gerbner, G. (2000). Die Kultivierungsperspektive: Medienwirkungen im Zeitalter von Monopolisierung und Globalisierung. In A. Schorr (Hrsg.), Publikums- und Wirkungsforschung. Ein Reader (S. 101–121). Wiesbaden: Westdeutscher Verlag.
Lukesch, H., Bauer, C., Eisenhauer, R. & Schneider, I. (2004). Das Weltbild des Fernsehens. Eine Untersuchung der Sendungsangebote öffentlich-rechtlicher und privater Sender in Deutschland. Synopse der Weltbildstudie. Regensburg: Roderer.
Perruchoud, R.& Redpath – Cross J. (Ed.) (2013). Göç Terimleri Sözlüğü. Uluslararası Göç Örgütü (IOM).
Tajfel, H. (Ed.). (1982). Social Identity and Intergroup Relations. Cambridge: Cambridge University Press.
Zick,Andreas & Küpper, Beate (2006). Soziale Dominanz. In: Frey,D.und Bierhoff,H.W.(Hrsg.): Handbuch Sozialpsychologie und Kommunikationspsychologie.Göttingen: Hogrefe.

Ahmet Aslan

Bir dönem Almanya’da ikamet etmiş olan Ahmet Aslan, Din Sosyolojisi alanında doktorasını tamamlamış olup gençlik, değerler ve göç sosyolojisi alanlarında araştırmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler