Yeni Bir Alan ve Toplumsal Bir Talep: İslami Sosyal Hizmet
Alman İslam Konferansı, bir İslami Sosyal Hizmet Derneği’nin ve İslami Manevi Rehberlik Enstitüleri’nin kurulması konusunda talebini dile getirdi. Bu tutum devletin Müslüman dernekleri Almanya’daki mevcut yapıya katma arzusunun da bir göstergesi. Buna karşın aksiyoncu bir tavır, üzerinde düşünülmeden alınan kararlara yol açmamalı.
İslami sosyal hizmet çalışmalarına dair fikir yürütebilmek için öncelikle mevcut sosyal hizmet derneklerinin oluşma süreci incelenmelidir. Yine dinî pratiğe biçilen değerdeki değişme ve var oluş hakkının bir gereği olarak sosyal angajman gibi konular da ele alınmalı, sosyal çalışmaların gerekliliği ile bu tutumun dinî-ahlaki gerekçeleri ortaya konmalıdır.
İslami sosyal hizmet çalışmalarına dair mütalaların sonunda, cevaplandırılmaya muhtaç bazı sorular ortaya çıkar:
• Dinî ve ruhani açıdan Müslüman topluluk şu anda, toplumdaki muhtaçlara karşı çözüm önerilerine sahip?
• Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumlardaki sosyal hizmetler ile Müslümanların azınlıkta olduğu toplumda geliştirilen çalışmalar arasında ne tarz farklılıklar var? Örneğin manevi rehberlik (Alm. “Seelsorge”) olarak adlandırılan şey başka bir isimde mevcut mu?
• İslam tarihinde ya da İslami topluluklarda, modern sosyal hizmet çalışmaları mevcut mu, bu çalışmalar takdirle karşılanıyor mu?
• Almanya’da, henüz tam anlamıyla gelişmemiş, fakat de facto mevcut olup sadece farklı isimlendirilen İslami sosyal hizmetlerden söz edilebilir mi?
• Hristiyan ve Yahudiler tarafından manevi rehberlik nasıl algılanıyor ve bu algı kendisini ilgili çatı kuruluşların somut çalışma alanlarında nasıl gösteriyor? Bu vakıflar ne şekilde oluşturulmuş ve yapılandırılmışlar? Müslümanlar istedikleri takdirde bu yapıları olduğu gibi taklit edebilirler mi? Bu dernekler ve enstitülerin hamili kim? Bu enstitüler ve icracıları bağımsız mı?
• Bu dernekler ne şekilde finanse ediliyor ve olası bir İslami sosyal hizmet derneği için mevcut durumda hangi seçenek sunuluyor?
Tanım ve Statükonun İncelenmesi
Bugün Almanya’da var olan 6 büyük sosyal hizmet derneğinin tarihî kökleri büyük ölçüde 1890’lı yıllara uzanmaktadır. Bu dernekler, o zamanlar patlak veren sanayileşme esnasında insanların içinde bulunduğu korkunç duruma cevap olarak oluşmuşlardır.
Geleneksel bir yapıya sahip taşradan şehre giden insanların kökenlerinden kopmaları, o zamanki Alman İmpratorluğu’nu çözülmesi zor sorunlarla karşı karşıya bırakmıştı. O zamanki kilise oluşumlarının amacı, sosyal ve finansal krizi çözmek değil, hafifletmekti (İlginç bir şekilde sosyalizm ve komünizm de o zamanki finansal sorunlara bütüncül bir çözümün eksikliğine cevap olarak ortaya çıkmıştır). Bugüne kadar uzanan sosyal girişimlerden birini de, Bismarck tarafından başlatılan ve cumhuriyet dönemindeki emeklilik düzenlemeleri için örnek alınan sosyal güvence konsepti teşkil etmektedir.
1. Dünya Savaşı’nın ardından Weimar dönemindeki ekonomik facia esnasında da fakirleşme ve maddi kriz senaryoları tekrarlanmıştır. Fakat krallık dönemine kıyasla bu sefer devlet, halkın içinde bulunduğu kötü durumu gidermek anlamında çaba göstermektedir. Buna bir de 2. Dünya Savaşı’nın ardından mültecilerin geri alınması, kayıp arama gibi Almanya’ya has durumlar eklenir.
Hristiyan derneklerin sosyal hizmet alanında kendilerini konumlandırmalarında, kendilerine dair yeni bir tanımlamanın da büyük etkisi olmuştur: Weimar dönemine kadar Hristiyan değerler büyük oranda toplumun tamamı tarafından benimsenirken, Weimar döneminde toplumun fakirleşmesi ve 2. Dünya Savaşı nedeniyle elde edilen korkunç tecrübeler, o zamana kadar Alman düzleminde var olan bütün kurumları çok temel bir soruya götürmüştü: Bu sıfır noktasında Hristiyan kurumların görevi ne olmalıydı?
Bugüne dönecek olursak özellikle son 10 sene içinde birçok vatandaşın kiliseye karşı eleştirel yaklaşımı büyük ölçüde artmıştır. Kiliseden ayrılmalar artarken, kilise ve ona bağlı kurumları sadece sosyal kuruluşların hamilleri olarak gören ve sadece sosyal angajmanları sebebiyle bunları tolere eden yaklaşım, elbette Hristiyan olmayan cemaatlerin görüşünü de etkilemiştir. Çoğunluk toplumu, kendisini geleneksel olarak Hristiyan değerlerine olmasa da en azından Hristiyan kavramlarına bağlı olarak görürken, Almanya’daki “normal” bir vatandaş, İslam’a karşı kültürel olarak temellenmiş bir tolerans gösterememektedir. Tam tersi İslam, birçok gayrimüslimin zihnine düşman olarak kazınmıştır. Bu şartlar altında Müslümanların varlığına tahammül edebilmek için geriye sadece –çoğunluk toplumunun bakışına göre- Müslümanların ortaya koydukları sosyal getiriler kalmaktadır.
Burada Müslümanların, peşinen taşıdıkları suçluluk duygusu sebebiyle ya da çoğunluk toplumundan kaynaklanabilecek sert düşmanlıkları bertaraf edebilmek için kendilerine Hristiyan modellerine uygun olarak dayatılan hazır çözümleri benimsemeleri gibi gizli bir tehlike söz konusudur. Öte yandan Müslümanlar, kendilerinin de toplumsal manada birşeyler sunabileceklerini göstermelidirler.
Sosyal Hizmet Çalışmaları ve Dinî Bağlayıcılık
Almanya’daki İslami cemiyetlerin birçoğu tarihsel sebeplerden ötürü bir zamanlar yürürlükte olan “dinî dernek” ya da “dinî ve kamu yararına hizmet eden dernek” şeklinde kurulmuşlardır. Daha sonradan o zamanların İçişleri Bakanı Otto Schily’in girişimleriyle Dernek Yasası’ndaki dinî unsurlar çıkarılmıştır.
Ardından devletin tüzel kişiliği tanımaması sebebiyle kiliselerle eşitlenemeyen Müslüman çatı dernekleri kurulmuştur. Bu dernekler, tanınmış sosyal hizmet derneklerinin sahip olduğu kaynakların birçoğuna sahip değillerdir. Fakat son yıllarda özellikle gençlerin girişimiyle bu durumu dengelemek için ciddi bir çaba ortaya konulmuştur. Bağımsız Müslüman “streetworker”lar1 yoğun yerleşim alanlarında, Müslüman cemaatten ya da çoğunluk toplumundan dışlanmış gençlere yeni bir başlangıcı mümkün kılmak için çaba sarf etmektedirler. Müslüman mahkûmlarla ilgilenen gönüllüler ya da cemiyetler bugün oldukça yaygın ve devlet tarafından takdirle karşılanıyor. Açık Cami Günü gibi sosyal oluşumlar birçok yerde camilerin komşularıyla ilişkilerini iyileştirmek amacıyla gerçekleştiriliyor.
Bütün bunlar, Hristiyan ve Yahudi derneklerin içinde bulundukları duruma uygun olarak şekillenmelerine benzer şekilde pratik gereklilikler sebebiyle oluşmuştur. Dinî ve toplumsal olarak damgalanan ve tanınmayan bir azınlık olarak Müslümanların özel durumu, “cemiyet manevi rehberliği” (Alm. “Gemeindeseelsorge”) ya da “cemiyet bakımı” (Alm. “Gemeindeerhaltung”) olarak adlandırılan kavramların yeniden incelenmesine neden olmuştur. Bu durum, Almanya’daki Yahudi cemaatinin gereklilikleriyle de benzerlik göstermektedir. İki dinî cemaatin de çalışmalarındaki ortak unsur, dinî cemiyet yaşamının korunmasıdır. Öte yandan bazı farklılıklar göze çarpmaktadır:
• Yahudi cemaati kamu tüzel kişiliğine sahiptir, bu durum Müslümanlar için söz konusu değildir.
• Yahudi cemaatinin eskiden de şimdi de yeteri kadar üyesi yoktur, buna karşın Müslüman cemaat oldukça kalabalıktır.
• Bahsi geçen hukuki form nedeniyle cami gibi dinî mekân ve kuruluşlar, sinagoglarla aynı statüye sahip değildir.
• Müslüman cemaatin toplumsal rolü ve çoğunluk toplumu tarafından algılanışı olumsuzdur. Yahudi cemaatinin rolü de yeteri kadar tanımlanmamıştır. “Normal Hristiyan” vatandaşlar, dindar Yahudilerle iletişim ya da duygusal bir ilişki içerisinde değillerdir.
• Yahudilerin Sosyal Yardımlaşma Merkezi’nin (Alm. “Zentralwohlfahrtsstelle der Juden in Deutschland”) ana çalışma alanı Yahudi gençlere yönelik gençlik çalışmaları ve Yahudi göçmenlerin Almanya’ya uyumudur; bu durum toplumsal açıdan eleştirel karşılanmaz. Buna benzer şekilde Müslüman cemaat ve derneklerin senelerdir ortaya koydukları çalışmalar gayrimüslim çoğunluk toplumu tarafından uyumu engelleyici olarak görülmektedir.
Devlet tarafından ortaya konulan bu tarz yanlış anlaşılmaların en önemli göstergesi, bütün zorluklara ve şüphelere rağmen Müslüman sosyal yardımlaşma çalışmalarının “sosyal hizmet” olarak bile algılanmamasıdır. Müslümanların bu anlamdaki çabaları, mevcut tartışmalara yansımamaktadır.
Bir diğer soru da, Hristiyanlığın belirlediği “manevi rehperlik” (Alm. “Seelsorge”) kavramının doğrudan Müslüman kontekse aktarılıp aktarılamayacağıdır. Burada Protestanlıktaki “manevi rehperlik” kavramının “iç misyon” (Alm. “innere Mission”) kavramından çok fazla etkilendiği belirtilmelidir. Bu sosyal hizmet dernekleri sadece hizmet görevi değil, aynı zamanda dine yaklaştıran bir bağlayıcı işleviyle birlikte Alman kamuoyunda etkinlerdir.
Eğer devlet, Müslümanlar için Caritas ya da Diakonie gibi sosyal hizmet derneklerine doğru bir süreç arzuluyorsa, kurulması durumunda Müslüman sosyal hizmet derneklerine de, aynı diğerlerine olduğu gibi dinî açıdan bir bağlayıcılık görevi tanınacağı, yani bir anlamda toplumun geneli içerisinde Müslümanlara karşı bir sempatinin oluşturulması yönünde reklam yapılabileceği unutulmamalıdır. Bu tutum, İslam’a karşı yerleşik düşman algısıyla etkin bir şekilde mücadele edebilmek için özellikle devlet tarafından teşvik edilmelidir. Aksi takdirde resmî Müslüman sosyal hizmet derneği, yukarıda bahsedilen rolü üstlenemeyecektir.
Düşman olarak algılanan bir kişi, bu düşman algısına karşı savaşamaz. Zincirler, ancak çoğunluk toplumunun ya da Müslümanlar tarafından tehdit edildiği varsayılan değerlerin garantörü olan devletin bir üyesinin savunmaya geçmesiyle kırılabilir. Devlet yetkililerinin, Müslümanları sosyal hizmet derneği aracılığıyla çoğunluk toplumunun bulunduğu gemiye alıp almayacağı da böylece ortaya çıkacaktır.
İslam Tarihinden Örnekler
Diğer bir soru bugün sosyal hizmet derneklerinde görülen faaliyet alanlarıyla ilgili tarihten örneklerin olup olmadığıdır.
Bir karşılaştırmanın doğru olması için karşılaştırılan şartların da eşit olması gerekir. Hristiyan sosyal hizmet çalışmalarını İslami çalışmalarla karşılaştırırken dikkate alınması gereken nokta şudur: O zamanki toplumda sosyal ve etik görevler üstlenen klasik İslami enstitüler, dine odaklı olan bir devletin hukuk sistemi içerisinde bulunuyorlardı. Bugünkü sosyal hizmet dernekleri ise dinî-etik amaçlara sahip olmalarına rağmen seküler olarak tanımlanan hukuki kuruluşlardır.
Bugünkü sosyal hizmet derneklerine benzer hizmetlerde bulunan klasik İslami sosyal kuruluşlar, ya özel ya da devlete bağlı vakıflardı, ya da esnaf loncalarının özel sigorta oluşumlarıydı. Hristiyan sosyal hizmet dernekleri ise devlet kontrolünün yanında kilisenin gözetimi altındadırlar. Bu tarz bir devlet-kilise ayrımı İslam tarihinde yabancıdır.
Öte yandan ikinci halife Ömer ibn Hattab, Hz. Peygamber’in hanımlarına devlet kasasından emeklilik bağlamıştır. 8. yüzyılda Abbasi dönemindeki toplumsal değişiklikler sebebiyle hayır kurumlarının ilk formları (vakf-ı hayri) kurulmuştur. Bu kurumlar kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan ya da bakıma muhtaç yakınları olanlara yemek ve kıyafet yardımı yapmışlardır. Daha sonra bu vakfın görev alanı genişlemiş ve eğitimle ilgili meseleler de faaliyet alanına dâhil edilmiştir. Bugünkü sosyal yardımlaşma düşüncesine benzeyen bir diğer örnek de 12. yüzyılda Doğu’ya ticaret yapan ve zarar riskleri yüksek olan tüccarların kurduğu tasarruf fonlarıdır. Zarar söz konusu olduğunda bu fonla lonca üyesi finansal ve sosyal olarak desteklenmiştir. Bunlar, Hz. Peygamber’in ardından gelen dönemdeki gelişmelerdir ve o zamanki aciliyet ve toplumsal gerekler açısından olumlu karşılanmış, İslam fıkhı tarafından meşru olarak görülmüştür.
Almanya’nın toplumsal gerçekliği içerisinde İslami cemaatler için sosyal hizmet çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Bu önem kendisini Müslümanlar ile gayrimüslim vatandaşlar arasındaki finansal uçurumun giderilmesi açısından da göstermektedir. Bu çalışmalar şu anda ufak ölçekte ve gönüllülük esasına dayalı olarak gerçekleştirilmektedir. Bu manada sosyal hizmet derneği şeklindeki kurumsallaşma faydalı, İslami temeller açısından sorunsuz ve cemaatler için olumludur.