Hangi Ölüm Daha Değerli?
Amerika'da 2015 yılının şubat ayında #MuslimLivesMatter (Müslümanların da hayatı önemli) etiketi Twitter’da oldukça popüler oldu. Bazı yaşamların değerli, diğerlerinin ise değersiz olduğuna dair algı, suçsuz insanların katledilmesindeki matemi daha da yoğunlaştırıyor.
10 Şubat 2015 tarihinde bir antiteist olan Craig Hicks, Kuzey Karolina eyaletine bağlı Chapel Hill kentinde 23 yaşındaki Deah Shaddy Barakat, 21 yaşındaki eşi Yusor Mohammad Abu-Salha ve 19 yaşındaki kız kardeşi Razan Mohammad Abu-Salha’yı başlarından vurarak öldürdü. Katil, cinayet öncesinde Facebook’ta dolu bir silahın fotoğrafını yayımlamıştı. Hicks kendisini radikal “antiteist” olarak tanımlamış ve en sevdiği kitabın da Richard Dawkins’in yeni ateistlerin incili olan “Tanrı Yanılgısı” isimli kitabı olduğunu belirtmişti. Polis Hicks’in cinayeti işleme motivasyonunun park yeri kavgası olduğunu tahmin ederken kurbanların aileleri “nefret suçu”na işaret ediyordu. Öldürülen Filistin kökenli üç genç de sosyal açıdan oldukça aktif ve eğitimlilerdi. Deah, geçtiğimiz yıl Suriyeli mültecilere tıbbi yardımda bulunmak için Türkiye’ye gitmişti.
28 yaşında Somali asıllı bir Kanadalı olan Mustafa Mattan ise Chapel Hill’deki saldırıdan bir gün önce Fort McMurray’de abisiyle paylaştığı evinde vurularak öldürüldü. Ailesinden ve akrabalarından 3700 kilometre uzakta, evinin çalan kapısını henüz açmadan, kapının arkasından vurularak öldürüldü. Mustafa, Ottawa Üniversitesinde öğrenciydi ve St. Laurent Bulvarındaki Assalam Camii’nde rehber ve genç Müslümanlar için örnek bir Müslüman olarak tanımlanıyordu. Her iki cinayetin de ırkçı motivasyonlu bir eylem olduğu tahmin ediliyor.
Batı Medyasının Tutumu
Chapel Hill ya da Fort McMurray’daki ölümler, Batı medyasında “beyazlara” yönelik cinayetlerin ele alınışıyla karşılaştırıldığında birçok farklılık göze çarpıyor. Örneğin 14 Şubat 2015 tarihinde zanlı Omar Abdel Hamid El-Hussein Danimarka’da bir kafede birisini vurduğunda, Paris’te Charlie Hebdo’ya saldırı düzenlendiğinde ya da Sidney’deki rehine olayında haberlerin anında bütün dünyaya ulaştığını gördük. Fort McMurray’daki katilin Müslüman, maktulün ise kapının ardından öldürülen beyaz biri olması durumunda neler olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Chapel Hill’de katil Müslüman, kurban ise ateist olsaydı son dakika haberleri alırdık; başkan hemen bir konuşma yapar, cinayeti işleyen kişi büyük ihtimalle polis müdahalesi esnasında öldürülmüş olur ve “terör”den bahsedilirdi. “Terör” cinayet sebebi olarak isimlendirilir ve kurban tarafından provoke edilmiş olabilecek bir park kavgası yerine “terör” soruşturulurdu. Park yeri ararken karşılaşılabilecek sorunların çatışmaya dönüşmeden çözülmesine dair televizyon programları yerine, radikal Müslümanların önceden tanınmasına yönelik bir katalog oluşturulur, bu katalogda da örneğin baget yememenin radikalleşme için bir işaret olabileceği falan anlatılırdı. Bu durumda “cinayet” değil, “terörist bir saldırı”dan bahsedilirdi. Katil, ama her şeyden önce kurbanlar bütün haber sayfalarını doldururdu.
“Kanallarda ‘Je suis’ Yoktu, ‘I am Mustafa, Deah, Yuzor, Razan’ Cümleler Yoktu”
Chapel Hill cinayetinin ardından Avusturya’da ORF ve Der Standard gibi haber portallarında ise meselenin üzerinden 14 saat geçmesine rağmen herhangi bir haber bulunmuyordu. Alman Zeit gazetesi ise üç satırlık bir haber yayımlayarak henüz açıklığa kavuşturulmamış cinayet sebebinden bahsetmişti. Amerikan medyası da haber yapmak için neredeyse benzer sürelere ihtiyaç duydu. Televizyon programları yoktu, son dakika haberleri yoktu, bütün kanallarda “Je suis” yoktu, “I am Mustafa, Deah, Yuzor, Razan” gibi cümleler de yoktu. Fort McMurray’daki saldırı hakkında ise neredeyse hiç haber yoktu. Büyük olasılıkla Alman medyası cinayeti yayımlamaya değer bulmamıştı.
Uluslararası düzeyde de raporlar, haber akışları ya da sosyal medya üzerinden dile getirilen öfkelere rastlanmıyordu. Bu esnada herhangi bir “mesafe alma” da gerçekleşmiyordu. Kimsenin aklına beyaz bir ateist olarak saldırıyı kınamak ve bu tarz şiddet eylemlerine karşı mesafe almak zorunda olmak gelmemişti. Kimse, cinayetle alakası olmayan belirli bir grubu, meseleyle aralarına mesafe koymaları beklentisiyle karşı karşıya bırakmamıştı. Oysa bunlar her zaman Müslümanlardan talep edilen şeylerdi.
Ateist Radikalleşme Eğilimleri ile İlgili Bir Önlem Alınmayacak
Charlie Hebdo saldırısı sadece dergi kapaklarını domine etmekle kalmamış, aynı zamanda kurbanlarla uluslararası anlamda dayanışma gösterilerini de gündeme taşımıştı. Viyana’da saldırıyla aynı gün bir miting düzenlenmiş ve şehirde geçtiğimiz iki yıl boyunca düzenlenen Mülteci Protesto Kampının gösterilerine katılanlardan oldukça fazla sayıda insan bu mitinge katılmıştı. (Mülteci Protesto Kampındaki gösteriler 2014 yılında 3420 insanın Akdeniz’den Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken yaşamını kaybetmesine neden olan Avrupa’nın sınır politikasına yönelikti.) Avusturya’nın her tarafından birçok Müslüman da Charlie Hebdo saldırısının kurbanları için düzenlenen programlara katılmış, hatta Avusturya Müslüman Gençliği saldırıyı kınamak amacıyla Paris’e bir delegasyon göndermişti. Devlet başkanları ise ikiyüzlü bir yürüyüşte fikir özgürlüğü için el ele poz vermişti.
Fakat Chapel Hill’deki saldırıya yönelik nefret mesajlarına rastlanmadı. Sidney’de ve Paris’teki saldırılar bize medyanın bu tarz terör saldırıları söz konusu olduğunda ne kadar hızlı hareket edebildiğini ve dayanışma şekillerinin ne kadar geniş olabileceğini göstermişti. Şimdi Avusturya’da haftalık Profil dergisinin bir sonraki sayısında “Yeni Ateizmin Tehlikeleri” isimli bir kapak yayımlayıp yayımlamayacağı, Yeşillerin “İçimizdeki Antiteistler” konulu bir program düzenleyip düzenlemeyeceği, ya da Avusturya Uyum Bakanı Sebastian Kurz’un ateist radikalleşme eğilimleri hakkında bir antiradikalleştirme hattı açıp açmayacağını sorabiliriz. Bunlar elbette gerçekleşmeyecektir. Şimdiye kadar oldukça fazla sayıda “ruhsal açıdan hasta, organize olmamış eylemci”ye tanık olduk; öte yandan yine oldukça fazla sayıda asla “beyaz” olarak nitelendirilmeyen “terörist”e de…
“Müslümanlar Ancak Silahın Arkasında Bulundukları Sürece Görünür Oluyorlar”
Müslümanlar, renkliler, zenciler ne yazık ki ancak silahın arkasında bulundukları sürece görünür oluyorlar. “Beyaz adam” silahın arkasına geçtiği zaman “suçluluğu ispatlanana kadar herkes suçsuzdur” prensibi geçerli oluyor ve işlediği suçun motivasyonu ise “zihnî hastalık”larla açıklanıyor. Oysa “sebebi belirsiz bir motivasyonla cinayet aletini elinde tutan akıl hastası beyaz adam” ırkçı suçlar için de yaygın kullanılan bir figürdür. Bu figür ırkçı suçların izafileştirilmesine ve “insan” olmanın farklı şekilleri olduğu gibi bir iddiaya neden olmaktadır.
Chapel Hill’in Batı medyasında oldukça az şekilde ele alınması Müslümanlarda büyük bir öfkeye neden oldu ve bu öfke sosyal medyada, makalelerde ya da düzenlenen programlarda dile getirildi. Avusturya’da Müslüman Sivil Toplum Ağı (NMZ) Chapel Hill saldırısının ardından kurbanlar için Viyana’da bir gösteri düzenledi. Öte yandan Chapel Hill ve Fort McMurray’a gösterilen tepkiler ırkçılığın toplumlarımızda ne kadar derin bir yere sahip olduğunun da göstergesi oldu. İnsan canını bilinçli ya da bilinçsiz farklı derecelerde değerlendiren iktidar mekanizmalarının nasıl işlediğini bir kez daha görmüş olduk. Suç eylemlerini değerlendirirken, acımızı yaşarken, tepki(sizliği)mizi gösterirken farklı ölçüler kullanmanın tutarsızlığı da bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu.