İfade Özgürlüğü İçin Yüz Kırbaç
Fransa’da “Charlie” olmak istemeyenler ya da derginin karikatürlerini farklı konulara uyarlayanlar hakkında soruşturma açılmasıyla ifade özgürlüğünün sınırlarına dair sorular yeniden gün yüzüne çıktı.
İfade özgürlüğü için mücadele etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Bir iki tıkla en son Yunanistan tatilindeki kumsal öz çekimlerinden birinin altına “Je suis Charlie” yazısı yerleştirilerek profil resmi yapılabilir. Ya da Charlie Hebdo’nun “Şeriat Hebdo” özel sayısına gülmekten katılmayan herkesi yüz kırbaç vuruşu ile tehdit eden Hz. Peygamber’in bulunduğu üç sene önceki dergi kapağı profil resmi olarak kullanılabilir. Ya da Danimarkalı sağ gazete Jyllands-Posten’ın Muhammed karikatürleri ile ifade özgürlüğünün yılmaz savaşçısı hâline gelebilir insan.
Paris’teki saldırının hemen ardından ifade özgürlüğünün yiğit savaşçıları hem eski hem de yeni medyada göz doldurdu. Medyadaki bu yoğun katılım, konuşma ve basın özgürlüğünün Avrupa’da tehdit altında olmadığını göstermesi açısından güzeldi. Böylece gazetecilerin gözünü ölümcül saldırılarla korkutmayı amaçlayan her çabanın ve Avrupa’da sansürü yeniden yürürlüğe sokacak sözde “İslamlaşma” korkusunun lüzumsuz olduğu da fiilen ortaya çıkmış oldu. Öte yandan ifade ve basın özgürlüğüne yönelik saldırılara karşı sarsılmaz duruşun göstergesi olması amacıyla kullanılan görseller birçok insanı rahatsız etti.
Öncelikle şunun belirtilmesinde fayda var: Düşünce, basın ve ifade özgürlüğünün demokratik yaşamın temelleri olduğu ve bunlar hakkında pazarlık yapılamayacağı kesinlikle doğrudur. Fakat tam da bu nedenle bu özgürlüklerin sınırsız olduğu belirtiliyorsa bu saçmalıktan başka bir şey değildir. Bütün modern devletlerde belirli konuşma içerikleri cezalandırılmakta, her fikir ulu orta söylenememektedir. Nasyonal sosyalist propoganda ya da pornografi, telif hakkı, sırlar ya da iftiralar söz konusu olduğunda her istenen söylenemez ya da basılamaz. Bu, oldukça açıktır. Fikirlerin bitip fesat ve kışkırtmanın başladığı sınırlar ise anlaşılır olmaktan oldukça uzaktır; bu sınırlar toplumsal müzakereler ile çatışmalardan doğrudan etkilenen yapıya sahiptirler.
İfade özgürlüğü için duyulan coşkunun birçok insan tarafından güncel tartışma içerisinde bir türlü konumlandırılamaması, ortaya çıkan huzursuzluğun başka bir yüzünü oluşturuyor. Paris’teki saldırıların ardından Fransa’da insanların “terörizmi yücelttikleri” gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatıldığına dair haberler gündeme düşmeye başladı. Bunlar arasında saldırının kurbanları için düzenlenen saygı duruşlarına katılmaktan kaçınan öğrenciler, Charlie Hebdo’nun “Kur’an çok saçma, kurşunlara bile engel olamıyor” yazan kapağındaki Kur’an yerine Charlie Hebdo’yu karikatürize eden 16 yaşındaki bir genç ve sınıfta Peygamber’e hakaret edildiği için saldırıyı gerçekleştiren teröristleri desteklediğini söyleyen 8 yaşında bir çocuk vardı. Bu örneklerden de anlaşılabileceği üzere neticede ifade özgürlüğünün sınırlarının da söz konusu olan kişi ve durumlara göre esnek bir yapıda olduğu ortaya çıkmış oldu.
Berliner Zeitung “dine eleştirel yaklaşan” Charlie Hebdo kapakları arasında Muhammed Peygamber yerine Yahudi bir hahamın yer aldığı karikatürü yanlışlıkla yayımladıktan sonra hatanın ortaya çıkmasıyla birlikte yazı işleri internet sitesindeki bahsi geçen antisemitik resmi kaldırdı ve hemen ertesi gün ayrıntılı bir şekilde özür diledi. Müslüman karşıtı kapaklar ise “basın ve ifade özgürlüğü, sanat özgürlüğü ve dinin yaşanma özgürlüğü” için orada durmaya devam etti.
Bu örneklerin de gösterdiği gibi ifade özgürlüğünün sınırlarının nereye kadar çekilebileceğine dair soru teknik ya da hukuki açıdan cevaplanabilecek bir soru değil. Bu soru daha çok toplumun tamamını ilgilendiren çatışmalarla yakından ilgili. Dergi kapaklarında yayılmasında bir sakınca olmayan meşru ifadelerle (“Kur’an işe yaramazdır”), Avrupa demokrasilerinin temel değerlerine saldırı olarak görülen ifadeler (“Charlie Hebdo işe yaramazdır”) arasındaki ayrım da İslam’a Avrupa’da reva görülen tutarsız pozisyonla yakından alakalı. Bir yanda sayısız araştırma Müslümanların Fransa ve Almanya gibi ülkelerde ayrımcılık ve ön yargı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer yanda ise Thilo Sarrazin ya da Pegida hareketi gibi aktörler Avrupa’nın gizlice “İslamlaştırıldığını” belirtmektedirler. Paris’teki saldırıların hemen öncesinde Fransa’nın en çok satan yazarlarından Michel Houellebecq, yeni kitabı Teslimiyet’te Müslümanların gizli hâkimiyetleri fantezisi üzerinde yoğunlaşmıştır. 2022 yılında Müslüman bir adayın Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini kazanarak Fransa’yı İslami bir teokrasiye dönüştürdüğü kitap ve benzeri girişimler Batı’nın İslam’ın hâkimiyetine girdiği gibi komplo teorilerinin işine yaramaktadır.
Bu sorun Charlie Hebdo’nun “İslam eleştirisi” yaptığı bazı yayınlarında da kendisini göstermektedir. Hiciv, yöneten kesime yönelerek ve hâkimiyet sahibi olanların tanınırlığını bozarak hayat bulur. Nitekim son haftalarda sıkça kullanılan “Hiciv neyi yapabilir? Her şeyi!” prensibini dile getiren Kurt Tucholsky de bu amacın bilincindeydi. O, hicvin her şeyi söyleyebileceğini belirterek aslında hicvin saldırgan, hakaretamiz ve adaletsiz olmak zorunda olduğuna işaret etmiştir. Bununla birlikte hiciv, iktidar yapılarına nişan aldığı müddetçe hicivdir. Tucholsky’nin de deyimiyle hiciv, “bütün bir ülkeye işkence eden ahtapotun var oluşunu sorgulamayı amaç edindiği” müddetçe hicivdir. Bugün Müslümanlar ve İslam hicvin odak noktasına oturtulduğunda ya da Charlie Hebdo’da olduğu gibi bu kesime yönelik hiciv yerleşik düzene başkaldırı şeklinde sunulduğunda yanlış bir resim ortaya çıkmaktadır. Bu resimde İslam, sanki her türlü sosyal alanda haksızlıklarla karşılaşan bir azınlığın dini değil de hâkim ideoloji olarak düşünülmektedir. Böylece bu tarz karikatürler bilinçli ya da bilinçsizce Avrupa’nın İslam’a teslim olmasına dair ırkçı komplo teorilerine hizmet etmektedir. Bununla birlikte bu tarz karikatürlerin bu nedenlerden dolayı basın özgürlüğünden hariç tutulmaması gerektiği açıktır. Söz konusu olan “kötü hicvin” yasaklanması gerektiğine dair bir düşünce de değildir, burada özgürlüğün kötü hicvi eleştirmek için de geçerli olduğunu bilmek önemlidir. Kişinin kötü, tehlikeli ve halkı kışkırtıcı özelliklere sahip bulduğu şeyleri söyleme hakkı da savunulması gereken özgürlükler arasındadır.
“Sessiz Kalma Hakkına Sahipsin”
İfade özgürlüğünün sınırları üzerinde duran kişi, şöyle diyen bir bebek bakıcısı olarak algılanma riskiyle karşı karşıyadır: “Elbette eğlenebilirsiniz çocuklar, fakat sınırlara dikkat edin!” “Hepimiz Charlie’yiz” korosuna iştirak etmek istemeyen herkes, çok kolay bir şekilde kimsenin kabullenmekten hoşlanmayacağı bu “gıcık bebek bakıcısı” rolüne itildi. Öyleyse madem tartışma “ifade özgürlüğü” alanında sürdürülüyor, o hâlde çuvaldızı kendimize batırıp şöyle dememiz gerekiyor: Daha az değil, daha çok özgürlük istiyoruz! Örneğin bazı ifadeleri dile getirmekten kaçınmak da ifade özgürlüğü değil midir?
Amerikan polisiye dizilerinden duyduğumuz o meşhur cümleyi hatırlayalım: “Sessiz kalma hakkına sahipsiniz.” Bugün Birleşik Devletlerde suç zanlılarına bahşedilen bu hakkın dünyadaki Müslümanlar için pek de geçerli olmadığını görüyoruz. Müslümanların dünyanın herhangi bir yerindeki bir terör grubu adına işlenen nefret eylemleriyle aralarına mesafe koymaları gerektiğine dair sayısız beklenti, Müslümanlara karşı şüphe ve güvensizlik atmosferi oluşturuyor. Bu havada sanki Müslümanlar Paris saldırganları, IŞİD militanları ya da Boko Haram’ın cinayetleriyle, diğer insanlardan daha çok ilgililermiş gibi bir algı besleniyor. Daima yinelenen “onlarla aranıza mesafe koyun” beklentilerine bilinçli bir şekilde karşı çıkmak ve onları geri çevirmek, bir Müslümanın bu tarz eylemler söz konusu olduğunda daha farklı davranması gerektiğini reddetmek de fikir özgürlüğüdür. Ve elbette bu özgürlüğün de hararetle savunulması gerekmektedir.