“Müslüman Erkek” Tartışmasında Fikrî Kundakçılık
Genellenerek olumsuz bir çerçeveye sığdırılan Müslüman erkekler, mülteci tartışmasında araçsallaştırılmalarının yanı sıra fikrî kundakçılık yapan çevrelerin de hedefi hâline geliyorlar.
Hâlâ toleranslı mıyız yoksa kör müyüz? Focus dergisi ocak sayısında yılbaşı gecesi Almanya’nın birçok şehrinde yaşanan ürpertici olaylardan sonra bu provokatif soruyu yöneltti. O zamandan beri “bizim”, yani çoğunluk olan Almanların ve “ötekiler”in, yani göçmenlerin, mültecilerin, sığınmacıların kim ve ne olduğuna ilişkin tartışmaların ardı arkası kesilmedi. Arada kalan nesnel yaklaşımlara sahip insanların oldukça duygusal yürütülen bu tartışmada seslerini duyurmaları giderek zorlaşıyor. Bu tartışmada, toplumun tüm kesimlerinde belirsiz korkular hâkim. Çoktan üstesinden gelindiği sanılan ırkçı kalıplar, özellikle genç erkek göçmenlerden kaynaklanan “tehlikelere” karşı halkı uyarma çabalarında kendisini yeniden gösteriyor. Örneğin Tübingen Büyükşehir Belediye Başkanı ve Birlik 90/Yeşiller Partisi üyesi Boris Palmer, 60 Müslüman erkeğin 200 metre yakınlarına yerleştirilmesinin ardından “sarışın kızları” için endişe duyan profesörlere dair palavralar atmaktan çekinmeyerek tartışmanın en düşük seviyesine ulaşmış oldu.
Şimdiye kadar halka atfedilen ve açık bir şekilde kınanan 20. yüzyılın ilk on yılına ait ırkçı tabloları bugün toplumun merkezine iten sadece Boris Palmer değil. Bu algıya göre siyah saçlı ve kirli sakallı, maço erkeklerden oluşan suretsiz anonim bir kitle; narin, sarışın Alman genç kızlarının ve kadınlarının onur ve masumiyetini tehdit ediyor. Focus dergisinin ocak ayı saldırılarından sonra yayımladığı vücudu siyah el izleri ile dolu çıplak ve sarışın kadın görseli bu düşünceyi gösteriyor. Hiç değilse görsel yayımlandıktan sonra yayınevi tarafından gönülsüz bir özür açıklaması yapıldı ve Boris Palmer da hiç de inandırıcı olmamakla birlikte sözlerinin yanlış aktarıldığından ve böylece yanlış anlaşıldığından sitem etti. Ancak bu süreç artık sistematik bir yol izler hâle geldi: Şimdiye kadar mevcut olan tabular yıkılıyor, ırkçı ön yargılar ikiyüzlü bir şekilde alevlendiriliyor. Bu iddiaların fikir babaları açık bir eleştiriyle karşılaştıklarında ise “geri adım” atıp açıklamalarını “yanlış anlaşılma” olarak lanse ediyorlar. Böylece tartışmayı daha da alevlendirip açıklamalarının veya öne sürdükleri görsellerin gündemde kalmasını sağlıyorlar.
Alman ana akım medyasının İslam, İslam kültürü, İslami cemaatler ve öncelikle Müslüman mülteci erkekler ve göçmenler olmak üzere Müslüman erkeklere ilişkin büyük ölçüde olumsuz, reddedici ve yaygaracı haberleri göz önüne alındığında kendime şu soruyu daha sık sormaya başlıyorum: Özellikle konu genç Müslüman erkekler olduğunda karalamaktan ve ön yargıları pekiştirmekten başka bir şey yapabiliyor muyuz? Mülteci yurtlarına düzenlenen saldırılara, bu yurtlara karşı yapılan gösteriler veya kuşatmalara ve sınırlarımızdaki sığınmacıların vurulmasına yönelik isteklere şaşırmamamız gerek. Almanya’daki birçok vatandaş, sansasyon meraklısı, karalayıcı haberciliğin etkisiyle, özellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika veya sahra altından gelen erkekleri insan olarak değil, her şeyi tehdit eden canavarlar ya da insan müsveddeleri olarak görüyor. “İnsan müsveddesi hayvanları suiistimal eder, insan müsveddesi kadınları taciz eder, insan müsveddesi çocuk tacizcisidir, insan müsveddesi her zaman her şeyi yanlış yapar, insan müsveddesi uyum sağlamak istemez, insan müsveddesi cani bir dine mensuptur, insan müsveddesi sosyal sistemimizi sömürür, insan müsveddesinin yok edilmesi uygundur.” Peki, aşağılayıcı bu tartışmalar karşısında Müslüman erkekler ve İslami cemaatlerin temsilcileri nasıl bir tavır sergiliyor? Acaba onların kadın hakları, İslam toplumunda kadının yeri, entegrasyon ve özgürleşme gibi konulara bakış açılarını kamuoyuna sunmak için yeterli fırsatları var mı? Bundan şüphe etmek için yeteri kadar gerekçeye sahibiz. Ne yazık ki sansasyonel başlıklar, sağduyulu açıklamalardan çok daha ilgi çekici. Yine de “çoğunluk Almanlar” grubunun dikkatli ve iyi niyetli gözlemcileri durumun bazen Müslümanlar açısından da zorlu olduğunun farkına varabilir: Yılbaşı gecesi görünüşe göre sadece Köln’de değil başka yerlerde de kadınlar büyük ölçüde cinsel veya diğer suç güdümlü saldırıların kurbanı olduktan sonra Almanya’daki İslami cemaatler, İslam’da kadına bakış açısının saygı ve hürmetle şekillendiğine dikkat çekmekte gecikmediler. Bu böyle olabilir, ancak saldırılar göz önüne alındığında ben bunun duruma yeterince uygun bir açıklama olmadığını düşünüyorum. Asıl yapılması gereken şey, İslami değil, geleneksel ataerkil düşünce yapısına sahip toplumlardan gelen erkek göçmenlerin birçoğunun, Almanya’daki kadın realitesi ile sorun yaşayabileceğini açıkça dile getirmektir. Böylece Müslüman cemaatler tarafından da orada hâkim olan kadın anlayışı tartışılmalı ve sorgulanmalı; amaç saldırıları hafifletmek değil, anlayışı teşvik etmek ve hassasiyet uyandırmak olmalıdır. Elbette ki bu çift taraflı bir anlayış ve hassasiyet olmalıdır. Başka ülkeler ve başka gelenekler de göz önüne alındığında cinsel şiddete maruz kalan hiçbir kadın, faillere karşı anlayış gösteremez, bu çok doğaldır. Failler tespit edilmeli ve cezalandırılmalıdır. Bu bağlamda ocak ayı başında Köthen’deki Müslüman mültecilerin yazdığı açık mektup da oldukça dokunaklıdır: “Biz geçen sene Köthen’e gelmiş olan Suriyeli erkekleriz. İçlerimizden bazıları aileleri ile burada, bazıları ise yalnız. Yılbaşı gecesi Köln’de gerçekleşen iğrenç, insanlık dışı olaylardan utanç duyduğumuzu ifade etmek istiyoruz. […] Biz, burada, Köthen’de çok güzel bir şekilde, büyük bir içtenlikle karşılandık. Burada sığınacak bir yer ve huzur bulduğumuz için çok mutlu ve müteşekkiriz. Burada bize yardım eden ve destek olan kişilerin çoğu Alman kadınlarıdır. Alman kadınları bizim kız kardeşlerimiz, teyzelerimiz, anne ve kızlarımız gibi. Onlara saygılı davranmak bizim için çok doğal bir durum ve onları saldırganlardan korumanın görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Şimdi, Köln’deki olaylardan sonra Almanların ve özellikle kadınların bizden korkmalarından endişe ediyoruz. Lütfen korkmayın. Biz birine zarar vermek veya birini korkutmak için değil, huzur içinde yaşamak istediğimiz için buradayız.”
Böyle sesler şu anda neredeyse hiç duyulmuyor. Çünkü bu tarz sesler kamuoyuna dayatılmaya çalışılan “içgüdüleriyle hareket eden genç Müslüman erkeklerden oluşan anonim kitle” imajına uymuyor. Şubat ayında Erz Dağlarındaki Clausnitz kentinde görmek zorunda kaldığımız tablolar medyada çok daha etkili. Ürkek bir toplum bunlarla çok daha kolay kutuplaştırılabilir ve yabancı düşmanlığı motivasyonlu bir tartışma daha da kızıştırılabilir. Belki de içinde mültecilerin bulunduğu bir otobüsü yuhalayan sloganlarla çevreleyen “organik Almanlar” gerçekten de “endişe” duydukları için böyle davrandıklarını ve “sarışın kızlarını” yabancı genç adamların saldırılarından korumaları gerektiğini söylüyorlardır. Oysa gerçekte yaptıkları şeyin kesinlikle bu olmadığını açıkça belirtmek gerek. Zira gerçeği inkâr etmek ne çoğunluk toplumu ne de göçmenler için iyi olmayacak.
Fotoğraf: ©Flickr.com/Anant N S