"Devlet Anlaşmaları"

Popülist Tartışmalarda Bir “Bilimsel” Referans Örneği

Sipariş üzerine yapılan sosyal araştırmaların popülist tartışmalara zemin hazırlamak için araçsallaştırılması olası. Bu ihtimalden daha kötü olan bilimsel tarafsızlık çerçevesinde yapılması gereken bu tür araştırmalarda çok sayıda metodolojik hatanın bulunması. Bu yıl yayımlanan ve ekim ayında Avusturya medyasında hak ettiğinden fazla değer gören Viyana Araştırması da bunlardan biri.

Viyana Belediyesi tarafından “think-difference” isimli bir büroya yaptırılan “Gençlik Çalışmalarında Gençler” başlıklı araştırma gençlerin kimliklerini, yaşam koşullarını ve değersizleştirme eğilimlerini ele alıyor. Araştırmacılar “Gençlerin başkalarını değersizleştirme eğilimleri, kendilerini aşırı değerli görmelerindeki sıklık ve bunların belirtilerini araştırmayı, bunların muhtemel sebeplerini ortaya çıkarmayı” hedefliyorlar. Bu çerçevede Viyana şehrindeki gençlik çalışmalarına bağlı 30 müesseseden, yaşları 14 ile 17 arasında değişen, çoğunluğu göçmen kökenli olan ve hemen hemen hepsi alt tabakadan toplam 401 gence sorular sorulmuş.

Araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlardan en çok ilgi göreni şu: Müslüman gençlerin çoğunluğu, yani ankete katılanların yüzde 53’ü radikalleşme tehlikesi altında. Araştırmaya göre Müslüman gençler diğer gençlere oranla bariz bir şekilde başkalarını değersizleştirme eğilimine sahip; ayrıca homofobik ve antisemitik eğilimleri diğer gençlere oranla daha yüksek. Müslüman gençlerin “radikalleşme tehdidi” hakkında da ifadeler içeren rapora göre gençlerin yüzde 27’si sözde “cihatçılığa” derin bir sempati beslemekte, şiddetle aralarına mesafe koymamakta ve Batı düşmanı düşünceler barındırmaktalar.

Araştırma her ne kadar soruların seçilmesi ve teorik arka planında oldukça genel bir şekilde ankete katılan “bütün” gençlerin kimliklerine, hayattan beklentilerine, endişelerine ve diğer grupları değersizleştirme eğilimlerine odaklanma iddiasındaysa da araştırma raporunun ana temasını “Müslümanların radikalleşme eğilimi” teşkil ediyor. Araştırmada git gide “radikalleşme eğilimine” odaklanılması sanki araştırmanın başından beri aslında Müslüman gençlerin radikalleşme tehlikesinin araştırmanın ağırlık merkezi olduğu fikrini uyandırıyor. Bu konu araştırmanın giriş kısmında ve teorisinde somutlaştırılsaydı ve detaylandırılsaydı belki bu odak noktası daha anlaşılır olabilirdi.

Öte yandan araştırmada radikalleşme eğiliminin teorik çıkarsaması oldukça yüzeysel. Bu sebeple rahatlıkla şu iddiada bulunabiliriz: Araştırmada “radikal, Batı düşmanı” gibi popülist kavramlar ve Avrupamerkezci yaklaşımlar kendini gösteriyor. Bu şartlar altında akıllara bu araştırmanın ne kadar tarafsız olacağı sorusu geliyor.

Bununla birlikte araştırmanın başındaki isimler olan Kenan Güngör ve Caroline Nik Nafs tarafından bir noktanın açık ve dürüstçe ortaya konmuş olması takdire şayan: Araştırma sonuçları bütün Viyanalı gençleri temsil değeri taşımıyor. Her ne kadar onların bu ifadeleri araştırmayı okuyanlar için rahatlatıcı olsa da, ana akım medyadan aynı tepkiyi beklemek güç. Çünkü medyada ve basın açıklamalarında bu sonuçların bütün Viyanalı gençleri temsil ediyormuşçasına yansıtılması söz konusu.

Yapılan araştırmanın hem niceliksel hem de niteliksel olarak temsil gücünden yoksun oluşu, kendisini soruların sorulacağı kişilerin seçilişinde de gösteriyor. Araştırmada zaten rehberliğe muhtaç olan gençler soruların muhatabı olmuş. Buna ek olarak sorular sosyal açıdan sorunlu çevrelerden gelen gençlere yöneltilmiş. Bu durum da araştırmaya katılanlar arasında böylesi bir sosyal dengesizliğin baskın olduğu anlamına gelir, ki bu kişiler genel olarak suç geçmişleriyle ön yargılı olmaya ve başka grupları/insanları değersizleştirmeye eğilim gösterirler. Bu nedenle İslam inancıyla bu gençlerin diğer grupları değersizleştirme eğilimleri arasında bahsedildiği gibi bir bağlantı kurulamaz. Zira aynı şekilde benzer sosyal ortamlarda yetişmiş doğu Almanyalı “organik” Almanlara da bu yönde sorular sorulsaydı, aynı sonuçların çıkması sürpriz olmazdı.

Araştırmanın endeksleri de aynı şekilde çok sorunlu. Her şeyden önce araştırmanın ana kategorilerini sosyal bilimler açısından yeterince temellendirilebilir olmayan değerlendirmeler oluşturuyor. Bu çerçevede belli grupların değersizleştirilmesi ile cinsiyet ayrımı, ırkçılık, homofobi ve dinî değersizleştirme kastediliyor. Bununla birlikte değersizleştirme eğilimlerini ölçmesi istenen başlıklar da –otoriterlik gibi- tartışmasız değil. Her şeyden önce mülteci yurtlarına ve camilere saldırılarla beslenen sağ radikalliğin yükseldiği bir dönemde ifade ve gösteri özgürlüğüne dair sorular sormak, verilecek muhtemel cevapların hangi çerçevede olacağının da önceden sezilmesine yol açıyor. Ki bu sorulara verilen cevaplar da beklenildiği gibi pek ”demokratça” olmuyor.

Buna ek olarak araştırmada radikalleşme tehlikesinin boyutları olarak ifade edilen noktalar, örneğin ideolojik toplumsal şiddetin kabulü, dinî köktencilik, Batı düşmanı tutumlar gibi hususlar açıkça kutuplaştırıcı nitelikte. Aşırı bir sınıflandırma ve bunların kategorizasyonunda görülen sübjektif değerlendirmeler etnopluralist düşünceye arayıp da bulamayacağı malzemeler sunuyor, sanki Batı değerleri “her şeyin ölçütü” gibi sunuluyor. Nitekim bu değerler araştırmanın başlıklarında da kendini gösteriyor: Sekülerlik (“Din şahsi bir konudur.”), dinî ibadet ve yasakların reformu (“Başka dinden biriyle evlilikte bir sorun yoktur.”), “zorunlu olmayan” din tasavvuru (“Benim dinim bütün dinlerden üstündür.”) Soru yöneltilen, bambaşka bir din anlayışı ve düşünce geçmişi olan söz konusu gençler İslam dinine mensup olduğundan kanıksanmış Batılı değerler bu anket için iyi bir temel oluşturmayabilir.

Bu sorunlu yaklaşım nedeniyle –özellikle de son olarak zikredilen husus açısından- araştırmanın yazarları en azından hakikat iddiası ile diğer dinlerden üstün olma ve diğer dinleri dışlama olgularını birbirinden ayırmayı deniyor. Ancak bu deneme yine dinî bir temele değil, aksine bireyselci bir din tasavvuruna dayanıyor. Bu tasavvur da diğer hususlar gibi Batılı dünyaya özgü olan modern din anlayışına dayanıyor.

Özellikle “Batı düşmanı görüşler” boyutunda ölçülemeyen soyut kavramların ölçülebilir hâle getirilmesinin (Alm. “Operationalisierung”) başarısız bir şekilde temellendirildiği göze çarpıyor. İlginç bir şekilde, “savaş ve krizlerin tek sorumlusunun Batılı ülkeler olduğu iddiasındaki Amerika ve İsrail gibi Batılı güçlere yönelik genel eleştirinin” altı özellikle çiziliyor. Genelleştirilen ve dogma hâline getirilen bu kavramların kullanımı sistem eleştirilerinin tamamını tabulaştırıyor ve radikalleşme ile doğrudan bir ilişki kuruyor. Bu mantığa göre Noam Chomsky ve Norman Finkelstein gibi Batılı sistem eleştirmenleri “gizli radikalleşme riski” taşıyanlar kategorisine yerleştirilmeli. Elde edilmeye çalışılan sonuç, yani Batı karşıtı tutumla radikalleşme tehdidi, ziyadesiyle genellemeci. Özellikle yazarların kelime seçimleri de antisemitizmden Amerikan karşıtlığını anlamaya kadar varan bir genişlikte.

Makalenin başında belirtildiği gibi, ne yazık ki bu tür çalışmalar Müslüman gençlerin inançlarının radikalleşme tartışmalarına konu edilmesini sağlıyor. Nitekim bu araştırma da “Talk im Hanger-7” gibi çeşitli talk-show programlarına “bilimsel” bir referans kaynağı oluşturuyor. Örneğin bu talk-show, bu anketin temsil değeri olmasa da ana akım medya için gayet temsil gücü oluşturduğunu şu başlığıyla gösteriyor: “Radikal Gençlik: Müslümanlarımız Ne Kadar Tehlikeli?” Sonuç olarak Müslüman gençlerin radikalleşmesine dair bu hayati diskur sosyal araştırmalara konu olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler