“Türkiye Kökenlilerin Kendilerine Has Kimlikleri Var”
Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Merkezi (PODEM) ocak ayında “Avrupa’da Türkiyeli Olmak” ve “Avrupa’da Yaşayan Türkiye Kökenli Gençler” üst başlıklarıyla iki farklı araştırma yayımladı. PODEM’in proje yöneticisi, siyaset bilimci Aybars Görgülü ile Avrupa’daki Türkiye kökenli gençleri ve araştırmaları konuştuk.
“Avrupa’da Yaşayan Türkiye Kökenli Gençler” araştırması hakkında bilgi verebilir misiniz? Araştırmayı gerçekleştirme hedefiniz neydi, kaç ülkede, kaç kişiyle görüştünüz?
Projenin amacı Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli genç nüfusu farklılıklarıyla tanımak ve anlamaktı. Çalışma kapsamında görüşülen gençleri Alevi ve Sünni olarak iki ana eksende ele aldık ve bu iki kesimin kültürleşme, kişilik edinme, kimlik oluşturma tecrübeleri ile sosyal ve ekonomik hayatlarını anlamaya çalışarak bütünlüklü bir yelpaze çıkartmaya gayret ettik. Ayrıca her iki kesim gençlerin Türkiye’ye yaklaşımları ile Türkiye ve gelecekten beklentileri de detaylıca konuşuldu. Proje Türkiyeli göçmen nüfusun yoğun olarak yaşadığı altı Avrupa ülkesinde (Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsveç) Kasım 2015-Eylül 2016 tarihleri arasında gerçekleştirildi. 18-32 yaş aralığında toplam 184 Türkiye kökenli Alevi genç ve yine aynı yaş aralığında 244 Türkiye kökenli Sünni genç ile derinlemesine mülakatlar yapıldı.
Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler, Türkiye’deki toplum araştırmalarında çok sık ele alınmıyor. Bu tarz bir araştırma fikri nasıl doğdu?
PODEM olarak çalışma alanlarımızdan birisi de diasporalar. Dolayısıyla Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli insanların sosyolojisi bizim ilgi alanımıza giriyor. Ancak bundan daha da önemlisi Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler dediğimizde Türkiye’de çok fazla tanınmayan, beklentileri ve Türkiye algıları pek bilinmeyen, oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış, kendi içerisinde de birçok farklılık barındıran bir kitleden söz ediyoruz. Dolayısıyla özellikle yeni nesillerin anlam dünyalarını anlamak, hem kendi yaşadıkları ülkelere hem de Türkiye’ye bakışlarını öğrenmek ve bunu Türkiye’de kamuoyu ile paylaşmanın çok önemli olduğunu düşündük ve bu projeyi planladık. Yayımladığımız gençlik araştırması ile paralel yürüyen ve bahsi geçen altı ülkede Türkiyeli göçmenlerle birlikte çalışan veya bu alanda faaliyet yürüten 109 kişi ile yapılan derinlemesine mülakatların sonuçlarını da “Avrupa’da ‘Türkiyeli’ Olmak: Kimlikler, Bireyler, Vatandaşlar” ismiyle Aralık 2016’da yayımladık.
Sizi araştırma sonunda en çok etkileyen bulguneydi?
Araştırma sonucunda hepsi birbirinden ilginç birçok sonuç ile karşılaştık. Öncelikli olarak Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli insanların oluşturmuş oldukları kendilerine has bir kimlik ve kültürleri bulunuyor. Bu kültür ve kimlik hem Türkiye’deki akrabalarından hem de yaşadıkları ülkelerde vatandaşlık bağıyla bağlı oldukları insanlardan farklı. Devamlı değişen ve dönüşen bu kimliğin Türkiye’de çok net anlaşılmadığı ve pek iyi tanınmadığı görülüyor. Öte yandan bu kültür ve kimliğin yaşadıkları ülke ile ilişkisi de değişkenlik gösteriyor. Saha çalışması yapılan altı ülkede farklı bir sosyoloji ile karşılaşılsa da ev sahibi ülkenin bakışı ne denli siyasi ise Türkiye kökenliler arasındaki farklılıklar da o denli beslenip öne çıkıyor. Örneğin devletin kimlik siyaseti yürüttüğü Almanya ve Fransa’da göçmenler de kimliksel özelliklerini işlevselleştiriyor ve farklılıkları çok daha fazla önemsiyorlar. Dolayısıyla bu iki ülkede Alevilerle Sünnilerin kendilerini farklılıklar üzerinden tanımladıklarını gözlemliyoruz. Öte yandan Avrupa Birliği’nin çeperinde duran ve Avrupalı kimliğinin güçlü olmadığı İngiltere ve İsveç’te ise kimlikler arası farklılıkların değil, ortak algı ve sorunların öne çıktığı görülüyor.
Araştırmanın odak noktası olan kesimi tanımlarken hangi kavramları kullanıyorsunuz: “Avrupa’daki Türkler”, “Avrupa’daki Türkiyeliler”, “Türkiye kökenliler”, “Türk diasporası”, “Türkiye diasporası”, vs.?
Görüştüğümüz gençlere mutlaka sorduğumuz sorulardan birisi kendilerini nasıl tanımladıkları idi. Kimisi dinî kimliğini öne çıkarırken, bazıları da Türk ya da Kürt diyerek etnik kimliklere vurgu yaptı. Yine aynı şekilde gençlerin yaşadıkları ülkelere ve şehirlere karşı da bir aidiyet geliştirdiklerini gözlemledik. Dolayısıyla kendilerini tanımlarken birçok kimlik ögesine vurgu yapıyorlardı. Bizim onları tanımlarken en geniş çerçeveden ve kapsayıcı bir dil kullanmamız önemliydi. Böylece hepsinin ortak noktası olan Türkiye kökenli olma kavramı ön plana çıktı ve raporun adında da bu tanımı kullandık. Ben Türkiye diasporası kavramını da uygun bir tanımlama olarak görüyorum ama raporlarda daha ziyade “Türkiye kökenli” tanımına sadık kaldık.
Türkiye’de genelde çatışma yaşayan Kürt-Türk, Sünni-Alevi gibi kimliklerin Avrupa ülkelerinde birbiriyle karşılaşması/bir arada yaşamaları ne şekilde gerçekleşiyor sizce?
Bizim saha çalışmasında gözlemlediğimiz farklı kimliklerin birbirlerine fazla temas etmeden yaşadıkları oldu. Elbette Kürtlerin Türk, Sünnilerin de Alevi arkadaşları var, hatta başka göçmen milletlerden ya da yaşanılan ülkenin vatandaşı olan gençlerden de yakın dostlar buluyorlar. Buna rağmen son kertede herkes kendi “mahallesi”nde daha rahat ediyor ve sosyalleşirken gene kendi muhitinden arkadaşlara ağırlık veriyor. Kürt-Türk, Sünni-Alevi arkadaşlıklarında gençler özellikle siyaset konuşmamaya özen gösterdiklerini belirtiyorlar. Belki de bu şekilde çatışmayı engellemiş ve birbirlerini kırmadan arkadaşlık etmenin yollarını bulmuş oluyorlar. Gençler buna rağmen Türkiye’de yaşanan tartışma ve çatışmaların kendilerini olumsuz şekilde etkilediğini dile getiriyorlar.
Araştırmanızdan hareketle Türkiye’deki siyasi karar alıcıların yurt dışındaki Türkiye vatandaşlarına yönelik ne tarz adımlar atması gerekir?
Türkiye kökenli gençlerin Türkiye’den beklentileri iki ana grup altında toplanıyor. Bazıları Türkiye’den hiçbir şey beklemezken, bazıları Türkiye’nin onlarla ilgilenmesini ve yaşadığı ülkedeki sorunların çözümüne katkı yapmasını bekliyor. Beklentiler çeşitlilik arz ettiği gibi, yer yer kişinin yaşadığı ülke ile bütünleşme düzeyi hakkında da fikir verici olabiliyor. Türkiye’den kendileri için bir şey yapmasını beklemeyenler, hatta yapmamasının daha doğru olacağını düşünenler, kendileriyle ilgili olarak öncelikle yaşadıkları veya vatandaşı oldukları ülkenin sorumluluğuna vurgu yapıyorlar. Türkiye’nin bir devlet olarak Avrupa’da yaşayan vatandaşlarına ve Türkiye kökenli bireylere karşı sorumluluğu olduğunu düşünenler genel olarak beklentilerini ayrımcılıkla mücadele, Türkiye’den burs, Türkçe dersleri, dönmek isteyenler için kolaylaştırıcı ve teşvik edici önlemler gibi konularda somutlaştırıyor. Saha çalışması sırasında 3. ve 4. kuşak gençlerde bile Türkiye’ye yönelik güçlü bir ilginin olduğunu gözlemledik. Bu gençlerin hemen hemen hiçbiri Türkiye’de temelli bir yaşam kurmayı planlamasalar da akıllarının ve gönüllerinin bir yerinde hep Türkiye olduğu dikkat edilmesi gereken bir nokta.
Araştırmada Alevi kesim arasında Türkiye devleti ve kurumlarının yurt dışındaki her faaliyetinin sadece Sünniler göz önünde bulundurularak yapıldığına yönelik güçlü bir algı olduğu söyleniyor. Türkiye yurt dışındaki vatandaşlarını bütün farklılıklarıyla kucaklayamıyor mu sizce? Neden?
Alevilerin Türkiye devletinden talepleri bulunuyor. Geçmişte bu konuda yapılan açılım süreçleri, düzenlenen çalıştaylar ve çeşitli girişimlere rağmen bu taleplerin hâlâ gerçekleştirilememiş olması Alevilerde devlete yönelik kuşkucu bir bakışın gelişmesine yol açmış durumda. Türkiye’deki bu olumsuz algı Avrupa’da yaşayan Alevilerde de bulunuyor. Devletin kendilerini kucaklamak bir yana en temel taleplerini bile yerine getirmede isteksiz olduğunu düşünüyorlar. Aleviler Avrupa’da yaşadıkları ülkelerde dinî bir cemaat olarak tanındıkları ve cemevleri ibadethane olarak kabul edildiği için Türkiye’ye göre daha rahat olduklarını belirtiyorlar. Avrupa’daki bir devletin kendilerine tanıdığı haklara anavatanlarında sahip olamamaktan ötürü rahatsız olduklarını söylüyorlar. Buna ek olarak Türkiye’den Avrupa’ya göç başladığından beri Türkiye devleti ve kurumlarının hep Sünni kesime öncelik verdiği yönünde de güçlü bir algı var. Dolayısıyla Alevi kesim arasında Türkiye’nin yurt dışındaki vatandaşlarını bütün farklılıklarıyla kucaklayamadığı düşünülüyor. Bu noktada konu Türkiye’de yaşayan Alevilerin hak taleplerinde düğümleniyor. Eğer Türkiye’de Alevilere yönelik gerekli reform ve açılımlar yapılır ise bunun Avrupa’daki Alevilerin Türkiye algısında olumlu bir değişim yaratacağı aşikâr.