'Türkiye'de Referandum'

“Evet” Ya Da “Hayır”: Yolumuz Çok Uzun

16 Nisan 2017’de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun halk oylamasına sunulacak. Referandum için Türkiye dışında 57 ülkede sandık kurulacak, yaklaşık 3 milyon yurt dışı seçmen referandumun sonucunu etkileyecek. Bu açıdan yurt dışı seçmenin referandumun içeriğine dair bilgilenmesi de önem taşıyor.

Anayasa değişikliğinin seçmenlere ne getirip ne götüreceğini sloganlara kapılmadan konuşmalıyız; çünkü değişikliklere “evet” de desek “hayır” da desek çıkacak sonuç Türkiye için ne kurtuluş ne de felaket olacak. Bu nedenle değişiklikleri artı ve eksileri ile sağduyulu bir şekilde tartışmak yerine toplumu bölerek, ötekileştirerek, korkuları deşerek konuyu çıkmaz sokağa mahkûm etmeye çalışacaklara fazla kulak vermemekte fayda var. Demirel’in deyimiyle “Seçim meydanlarında söylenenler seçim meydanlarında kalmalı.”

Siyasete aşırı angaje olmak, birlikte yaşadığımız eş, dost, akraba, konu-komşu ile olan ilişkilerimizi de derinden sarsabilir ve bir bakmışız ki kırk yıllık dostluklarımızın üstüne çizgi çekmiş ve düşmanca bir noktaya savrulmuşuz. Hâlbuki bu insanlarla yarın da eş, dost, akraba, muarız olarak birlikte yaşayacağız. Bu bölünme tehlikesi sadece Türkiye’deki değil, yurt dışındaki seçmenler için de geçerli.

Siyasi İklim ve Tarafsızlık

Öncelikle Türkiye için başkanlık sisteminin parlamenter sisteme göre çok daha uygun olduğunu düşünmekle beraber getirilmek istenen sistemin beni bazı noktalarda pek de ikna etmediğini söylemeliyim.

Adım adım gidecek olursak Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı tartışmaları oldukça gereksiz, çünkü geçmişte hiçbir Cumhurbaşkanı tam anlamıyla tarafsız ol(a)madı. Muhtemelen bundan sonra da olmayacak. Darbeci General Cumhurbaşkanları nasıl taraf olmuş ve Ordu Partisini desteklemişlerse siviller de kendi siyasi partilerine az ya da çok bağlılık hissettiler. Sivillerden Özal, Demirel, Sezer ve Gül de yeri geldiğinde tarafgir davranmaktan çekinmedi. Burada bizi asıl ilgilendirmesi gereken tarafsızlıktan çok ülkenin nasıl idare edileceği olmalı.

Erdoğan geçmişten çok farklı bir cumhurbaşkanı portresi çizse bile unutulmamalı ki bugüne kadar kullandığı pek çok yetki mevcut Anayasa tarafından zaten kendisine verilmiş durumda. Bizi şaşırtan ise bugüne kadar bu yetkileri bu denli geniş kullanma iradesi gösteren bir cumhurbaşkanının çıkmamasıdır.

Milletvekillerinin ve meclisin öneminin azalacağı iddiaları da yersiz; çünkü Türkiye’de milletvekilleri hiçbir zaman liderlerden bağımsız olamadı ki bundan sonra bağımsızlıklarını kaybetme tehlikeleri olsun. Bizim siyasi iklimimiz değişmeden milletvekilleri ve yasama organının bağımsızlığından bahsedemeyiz.

Koalisyonlar Dönemi

Yeni sistem tüm aksi iddialarına rağmen siyasette büyük koalisyonlar dönemini başlatacak. Teklifin belki de en olumlu yanı bu. Türkiye şartlarında herhangi bir partinin yüzde 51’i tek başına bulması çok kolay olmayacağı için seçimler öncesi siyaseten birbirine yakın partilerin iş birliğine gitmeleri kaçınılmaz olacak. Bu da partileri siyaseten daha uzlaşmacı ve yapıcı bir noktaya çekecek, çünkü bir sonraki seçimde şanslarını arttırabilmek ve büyük koalisyonun bir parçası olmak için buna mecbur olacaklar. Bu anlamda belki süreç sağlıklı yürütülebilirse Almanya ya da İngiltere örneğinde olduğu gibi iki buçuk partili bir siyasi yapı zamanla Türkiye’de de gerçekleşebilir.

Daha ilginci halk yasama organında farklı, başkanlıkta farklı tercihler kullanarak başkanı sınırlandırabilir ve meclisin daha kaliteli isimlerden oluşmasını sağlayabilir. Vatandaş, başkanlık için layık gördüğü bir isim için bölgesinde sırf o aday gösterdi diye milletvekili olarak uygun görmediği bir ismi seçmek zorunda kalmayacak ve belki de daha layık birini başka bir partiden meclise yollayacak. Belki de bu, zamanla milletvekillerinin daha bağımsız ve etkin olmasının önünü açabilir. Başkan adayı da iyi ve doğru isimler seçmediği takdirde yasama organında güçlü olamayacağını bilir.

Teklifin belki de hemen hiç düşünülmeyen tarafı ise -muhafazakâr kibir ve müzmin muhaliflik haleti ruhiyesi ile- bugün pek fazla ihtimal dâhilinde görmesek de şartlar olgunlaştığında CHP’li, MHP’li hatta HDP’li bir ismin de başkan olabileceği. Çünkü bu sistemde başkanlık için yüzde 51 gerekirken, başkanın partisi daha az oy alabilir hatta mecliste yasama çoğunluğunu bile elde edemeyebilir.

Yeni Sistemin Açmazları

Yeni sistemin en büyük açmazı da burada. Başkana o kadar geniş yetki ve salahiyetler verilmiş ki yürütme ile ilgili atamalarının hiçbirinde meclis onayı ve dolayısıyla da desteğine ihtiyacı yok. “Mevcut yetkiler bana yeter!” diyebilecek bir başkan, ülkeyi beş yıl boyunca yönetebilir ve istediği pek çok şeyi de yapabilir. Başkanın atama yetkisinin neredeyse sınırsız olması belki bürokratik vesayeti kıracak ama icraatlarının denetlenmesinde ciddi bir sıkıntı da doğuracak.

Bu nedenle sistemin belki de en çok sorgulanması gereken noktası bu. Meclisin, başkanı ve uygulamalarını denetleme olanağı var gibi görünse de çok zayıf. Mevcut Anayasa’ya göre cumhurbaşkanları vatana ihanet dışında hiçbir suçtan yargılanamıyor. Değişiklik cumhurbaşkanına ve atadıklarına Yüce Divan yolunu açmış gözükse de bunun fiilen çok da mümkün olmadığını eminim yazanlar da biliyor.

Bugüne kadar Yüce Divan’a sevk edilen bakan sayısı nasıl çok az ise yarın da öyle olacak; çünkü bu yetkinin belirttiğim gibi fiilen kullanılabilmesi çok güç. Dahası Meclis tarafından atamaları onaylanmayan isimlerin Meclis tarafından düşürülmesi demek, bizatihi icranın başı olan cumhurbaşkanının düşürülmesi anlamına gelir ki bu da çok kolay alınacak bir karar olmayacaktır. Bu nedenle “Evet” diyenlerin bu yetkileri yarın aynı şekilde CHP, MHP ya da HDP’li bir başkanın da kullanabileceği gerçeğini bilmesinde fayda var.

Böyle bir ihtimali uzak görmek halkımızın kritik eşiklerdeki inanılmaz sağduyusunun farkında olmamak anlamına gelir. Türkiye’nin demokrasi tarihi bu derslerle dolu. Çok partili hayata geçişte CHP’ye karşı DP’yi iktidara taşıyanlar daha sonra darbecilere inat AP ve Demirel’i seçti. Şartlar olgunlaştığında ve umut gördüğünde partisine bakmaksızın Karaoğlan Ecevit’in etrafında toplandı. Yine darbecilere inat Özal’ı seçti, Erbakan’a meyletti. Ve son tahlilde “Bin yıl sürecek.” diyen 28 Şubatçılara inat Ak Parti’yi iktidara taşıdı. 7 Haziran seçimleri bile bize bir ders niteliğindedir. Doğru siyaset ve doğru dili Türkiye halkı öyle ya da böyle ödüllendiriyor.

Başkanın Engellenebilirliği

Peki başkan hiç mi engellenemez? Çok zor olmakla birlikte, başkanın kanunla belirlenmiş alanlarda kararname çıkarma yetkisi olmadığı için meclis -koşullar oluşursa- başkanı kısıtlayan kanunlar çıkararak başkanı baypas edebilir. Tabii ki bunun için belki de başkanın partisi de dâhil tüm partilerin anlaşması gerek. Böyle bir durumda yasama organınca baypas edilen bir başkan bu durumu ya sineye çekecek ya da seçime gidecektir.

Teklifte başkanlık süresiyle ilgili kaçak kat çıkılması ise hoş olmamış. Anlaşılan o ki güçlü bir lider için başkanlık dönemi üç dönem olabilecek. Maddenin ucu o kadar açık yazılmış ki güçlü bir başkan, seçileceğine kanaat ederse –insani bir zaafla- üçüncü dönemi mutlaka isteyecektir. Bunu yaparken de ne zaman olduğunun pek bir önemi yok. Meclis, 5 yılın dolmasına ne kadar az süre kalırsa kalsın kendisini feshettiği an ikinci dönem yapılmamış sayılıyor.

Buradaki olumlu nokta ise en azından merkez partilerin lider kadroları için 10-15 yıllık süreçlerde değişimin kaçınılmaz olmasıdır. Bir lider ne denli güçlü olursa olsun en fazla 15 yıl başkanlık yapabilecek. Tabii ki burada şeytanın avukatlığını yapacak olursak, çok güçlü bir başkan bu süre sınırlamasını Meclis’teki gücünü kullanarak kaldırabilir de. Mevcut sistemde güçlü liderler için başbakanlık ve genel başkanlık zaten süresizdi. Bu nedenle çok da büyük bir değişiklik söz konusu değil.

İdeolojik Omurgasızlığın Tırpanlanması

Yapılmak istenen değişikliğin uzun vadede bize kazandırabileceği en önemli artı ise partilerimizin ideolojik omurgasızlığını tırpanlayarak ideoloji partilerine dönüşmelerine zemin hazırlayacak olmasıdır. Belki o zaman Türkiye vatandaşları, Avrupa ülkelerinin vatandaşlarının yaptığı gibi, “Bu konuda acaba bizim parti ne düşünüyor?” sorusunu sormaktan kurtulabilirler.

Siyasi partiler ve liderleri keyfî biçimde siyasi pozisyon belirleme rahatlığını kaybedecekleri için bizler de vatandaş olarak Türkiye’nin ve kendi şahsi problemlerimizin çözümü için daha umutlu olma şansını yakalayabiliriz.
Son olarak propaganda sahiplerine de seslenerek noktayı koyalım.

Anayasa değişikliği teklifi ve başkanlık sisteminin asıl sahibi olarak AK Parti’nin “Evet” çıkması hâlinde bizleri nasıl bir Türkiye’nin beklediği konusunda sadece taraflarını değil, diğer kesimlerin de en azından mutedillerini ikna edebilecek argümanlar ve somut deliller ortaya koyması gerek. Aynı şeyler “Hayır”cılar için de geçerli.
Mesela, AK Parti geçmişte başlattığı ancak sonlandıramadığı açılım süreçlerinin başarısı için başkanlık sisteminin ne tür kolaylıklar sağlayabileceğini bizlere izah etse, iyi olmaz mı?

Çok daha önemlisi, bir türlü çağımızın gelişmiş ülkelerindeki seviyeye gelemeyen demokrasi ve özgürlük seviyemize, temel hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasına ve hukuki alt yapımızdaki çarpıklıkların çözümüne başkanlık sisteminin ne gibi katkılarda bulunabileceği ve neleri kolaylaştıracağı anlatılsa… “Hayır” kanadı da aynı şekilde bizlere parlamenter sistemin devamı hâlinde nasıl bir Türkiye vaat ettiklerini deklare etse…

Kısacası, “Evet” ya da “Hayır”, sonuç ne çıkarsa çıksın, tüm sorunlarımız çözülecekmiş gibi davranmak ya da karalar bağlamak için bir sebep yok. Yeter ki akıllı ve sağlıklı düşünelim, kazanan Türkiye ve vatandaşları olsun.

Fotoğraf:©Shutterstock.com/Fulya Atalay

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler