Avusturya: “Neyin İslami Olduğu Siyasetin Değil, Müslüman Cemaatin Konusu”
Batı Avrupa’da azınlık olarak yaşayan ülkelerdeki Müslümanlardan devletin beklentileri büyük. Peki ya Avrupalı bir Müslüman; siyasilerden, devlet kurumlarından ve çoğunluk toplumundan ne bekler? Bu sorunun cevabı için altı ülkeden altı Müslüman temsilciyle konuştuk.
Abdi Taşdöğen, 37 yaşında, Avusturya doğumlu bir Müslüman. Avusturya’da Millî Eğitim’e bağlı müfettiş olarak çalışan Abdi Bey, 2001 yılından bu yana Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) Yüksek Kurul Üyesi, 2016 yılından beri de IGGÖ Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı. Aynı zamanda Avusturya İslam Federasyonu ve IGMG Arlberg Bölge Başkanı. Kendisi Avusturya’da 105 yıllık geçmişe sahip olan İslam’ın 15 yılının yakın şahitlerinden biri diyebiliriz.
Avusturya, bir asrı geçen İslam Yasası tarihiyle Avrupa’da örnek bir konuma sahip. Ya da “sahipti” demek daha doğru olur. 2015 yılında İslam Yasası’nın güncellenmesiyle birlikte bu olumlu pozisyonun tepetaklak olduğu söylenebilir. Abdi Bey de son senelerde ülkede Müslümanlar açısından negatif bir seyrin hâkim olduğunu söylüyor. “İslam Yasası’nın güncellenmesiyle Müslümanların Avusturya’daki yaşam tarzı ve ibadet yerlerinin garanti altına alınması hedefleniyordu. Fakat İslam Yasası’nı güncelleyen hükûmet, daha geçtiğimiz aylarda başörtüsünü tartışır bir pozisyona geldi. Bu durum, Avusturya’da İslami yaşamı sorgulayan yaklaşımları İslam Yasası’nın bile engelleyemediğini gösteriyor.”
Abdi Bey’in bahsettiği “başörtüsü tartışması” mart ayında gerçekleşti. Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) 16 Şubat 2017’de teolojik bir rapor yayımlayarak başörtüsünü dinî bir yükümlülük olarak nitelemişti. Bunun üzerine Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz (ÖVP), başörtüsü yükümlülüğünü “çok açık bir şekilde reddettiğini” belirtmiş, IGGÖ’nün bu tavsiyeye sahip çıkıp çıkmadığını yeniden düşünmesi çağrısında bulunmuştu. Buna karşılık Müslüman cemaat, hangi eylemin İslami olup olmayacağına siyasetin değil, dinî cemaatlerin karar verebileceği eleştirisini getirmişti.
Kurz’un bu çıkışı başörtüsü ile ilgili ne ilk, ne de son çıkışıydı. Bu tartışmanın hemen öncesinde 2017’nin ocak ayında Kurz’un kamu hizmetinde başörtüsü yasağını talep etmesiyle Avusturya’da haftalar süren bir tartışma patlak vermişti. Başörtüsü tartışmaları Batı Avrupa’daki Müslüman cemaatte bıkkınlık oluştururken, sağ popülist siyaset bu tartışmalardan genelde kârla çıkıyor.
Abdi Bey, Avusturya siyasetinden en büyük beklentisinin İslam ve Müslümanlar üzerinden oy avına çıkılmaması olduğunu söylüyor. Dahası partilerden sürekli değişmeyen, iniş çıkışları olmayan bir İslam yaklaşımı bekliyor. Bu beklentisinde yalnız da değil. Avusturya’da yaşayan başta Türkiye kökenliler olmak üzere Müslüman cemaat, en az yarım asırdır ülkede bulunan, yerleşik bir cemaat. Sürekli değişen söylemler ve dozajı bazen artıp bazen azalan gerginlikler bu “yerleşik” cemaat açısından doğru bir politika değil. Çünkü Avusturya’da olduğu gibi diğer Batı Avrupa ülkelerinde de Müslüman cemaat, arada sırada ülkeye giriş yapan bir turist kafilesi değil. Orada yaşıyorlar, meskûnlar. Bu nedenle de ani değişikliklerle tepetaklak olmayan, sürdürülebilir, eş vatandaş yaklaşımı üzerinde yükselmiş bir politika bekliyorlar.
Avusturya’da bu politikanın “eşitlik” üzerine bina edilmesiyle ilgili ciddi açıklar söz konusu. Ülkede İslam’la birlikte birçok din, dinî cemaat olarak tanınmış durumda. “Fakat dikkat ederseniz sadece İslam dini tartışılıyor Avusturya kamuoyunda.” diyor Abdi Bey. “Diğer dinler kendi iç meselelerini kendileri dizayn ediyor ve devlet bunu kabul ediyor. Bizim beklentimiz diğer dinlere verilen bu özgürlüğün bizim için de geçerli olması. Nasıl ki Katolik kilisesi, din dersini verecek öğretmenlerin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini kendisi belirleyebiliyorsa, aynısının bizim için de geçerli olması lazım. Siyaset, diğer dinlere ne yapacağını söyleyemiyorsa, bu tavrı bize karşı da takınmalı.”
Abdi Bey’in işaret ettiği sorunun arka planında ise devletin ve siyasetçilerin Müslüman cemaate güvenmemesi yatıyor. Batı Avrupa ülkelerinde Müslümanlarla devlet arasındaki ilişkiye güvensizlik, tereddüt ve şüphe kültürü hâkim. Bu güvensizliğin desteklenmesi yönünde Müslümanların öz eleştiriye de ihtiyacı var.
Örneğin Linz’te yapılması planlanan “imam hatip okulu” tartışması mayıs ayının sonunda Avusturya gündemini hayli meşgul etti. Neues Volksblatt’ın haberine göre Linz’de ALİF (Avusturya Linz İslam Federasyonu) tarafından bir “imam hatip lisesi” açılması planlanıyordu. İslam Toplumu Millî Görüş’ün (IGMG) 2017 İnfak Kampanyası filminde de belirtilen bu durum Avusturya’da ciddi bir tepki doğurdu. Çünkü söz konusu inşaatın izni “okul” olarak alınmamıştı. Abdi Bey, “Söz konusu proje izin alındığı şekliyle anlatılsaydı herhangi bir sıkıntı yaşanmazdı. Bizim müracaatımız da ‘okul’ şeklinde değil zaten. Bugüne kadar ‘okul’ şeklinde müracaat olmamasına rağmen, haber ‘imam-hatip okulu planlanıyor’ şeklinde takdim edilince sorun çıktı. Burada hatalı bir dil kullanılması, işi başka boyutlara taşımış oldu.”
Bu tarz takdim hataları, Müslümanlara karşı zaten güven sorunu yaşayan siyasilerde “şeffaf olmayan”, “farklı ajandaları olan” bir cemaatle karşı karşıya oldukları paranoyasını destekliyor. Müslüman cemaat, mevcut durumda zaten güvensizlik ve şüphe varken, bir de yanlış anlaşılabilecek ifadelerle şimşekleri kendisine çekebiliyor.
Yani özetle Müslümanlar devletten eşitlik ve saygı beklerken, devlet de Müslümanlardan “şeffaflık”, “açıklık” ve “hesap verilebilirlik” bekliyor. “Bu haklı bir beklenti!” diyor Abdi Bey ve ekliyor: “Devletin bu beklentisi olmasa da Müslüman cemaatler olarak zaten böyle olmamız gerekir. Bizim dışarıya başka, içeriye başka yüz göstermemiz gibi bir durum zaten söz konusu olamaz.”
Abdi Bey’e göre İslami yaşamın “tartışmaya” açılması, siyasetin belli zamanlarda diğer siyasi partilere ve kamuoyuna korku salmasıyla gerçekleşiyor. Ona göre bu sorun, İslam’ı sadece kültürel bir aidiyet olarak taşımakla kalmayan, buna ek olarak dinî vecibelerini de yerine getiren Müslümanların siyasi partilerde daha çok yer almasıyla çözülebilir. Avusturya siyasetinden beklentisi, siyasi partilerin Müslüman adayları seçim listelerinde en sonlara, yani Müslümanların oylarını almak için göstermelik yerlere koymaları değil, bütün partilerin Müslümanlara kapılarını açmaları. Abdi Bey’e göre partilerin içinde Müslümanların bulunması demek, İslam ve Müslümanlarla ilgili gelişmelerde gerekli bilgilendirmenin parti içinde zamanında yapılabilmesi ve böylece siyasete Müslümanlar bağlamında yeni bir çehre kazandırılması demek.
Batı Avrupa ülkeleri arasında ortak bir diskur alanı olduğu açık. Abdi Bey, bu konuya “Avrupa İslam’ı” tartışmaları üzerinden açıklık getiriyor ve “Avusturya İslam’ı” oluşturma konusundaki çabaların başarılı olması durumunda bu çabaların diğer ülkeler tarafından da baz alınacağını belirtiyor.