Almanya: “Eşit Muhatap Olarak Kabul Edilme Beklentisi”
Batı Avrupa’da azınlık olarak yaşayan ülkelerdeki Müslümanlardan devletin beklentileri büyük. Peki ya Avrupalı bir Müslüman; siyasilerden, devlet kurumlarından ve çoğunluk toplumundan ne bekler? Bu sorunun cevabı için altı ülkeden altı Müslüman temsilciyle konuştuk.
Ali Kızılkaya 9 yaşından beri, yani 45 senedir Almanya’da yaşıyor. 80’li yılların başında bir camide gençlik başkanı olarak başladığı yolda, Bremen İslam Federasyonu Genel Sekreterliği, bölge teşkilatı üniversiteliler başkanlığı ve İslam Konseyi Başkanlığı gibi çok çeşitli görevlerde bulunmuş. Cemiyet düzeyinden federal düzeye kadar birçok Müslüman kurumda temsil pozisyonları üstlenmiş. Dolayısıyla devletin Müslümanlara yönelik yaklaşımının son 30 yılının en yakın şahitlerinden.
Almanya’da Müslümanların devletten beklentileri sorulduğunda şöyle diyor Kızılkaya: “Aslında uzun bir listeye gerek yok. Bir mutabakata varabilmek için her şeyden önce muhatap olarak kabul edilebilmek şart. Mesele beklentilerin karşılanması değil, şu anda o talep kapısının tam açık olmaması.”
Almanya’daki din-devlet ilişkilerini düzenleyen hukuka göre dinî cemaatler özerk olmasına rağmen, “kendi meselelerini kendi tayin etme hakkı”nın Müslüman cemaatlere tanınması konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Kızılkaya, “Devletten en önemli beklenti, Müslüman cemaatleri diğer cemaatler gibi eşit muhatap kabul etmesidir.” diyor.
Kızılkaya’nın “muhatap almaktan” kastettiği devletle Müslümanlar arasında iletişim platformlarının gerçekleştirilmesi değil, bundan daha fazlası. Çünkü hâlihazırda ülkede federal düzeyde Alman İslam Konferansı, eyalet bazında yuvarlak masa toplantıları olmak üzere birçok yerde devletle Müslümanlar “konuşuyorlar”. Fakat bu konuşma, her zaman olması gereken çerçevede gerçekleşmiyor. Kızılkaya’ya göre bu çerçevede bazı farklılıklar var: “Birisini karşınıza oturtmak, onu muhatap aldığınız anlamına gelmez.
Bir çocukla da, bir yetişkinle de konuşabilirsiniz, ama bu aynı bağlayıcılıkta olmaz. Buradaki temel ayrım, eşitlik ve reşitlik meselesi. Devlet Müslümanlara eşit muamele gösterme konusunda çok temkinli.”
Almanya’da devletle Müslümanların ortak karar vermesi gereken alanlar var; okullardaki İslam din dersleri, mezarlıklar ya da üniversitelerdeki ilahiyat fakülteleri gibi… Eyaletlerde bu iş birliği zemininin anayasada öngörülen çerçevede gerçekleşmesinden genelde imtina edildiği gözlemleniyor. Bahsi geçen konular, devletle Müslüman cemaatler arasında bir pazarlık meselesi hâline getirilebiliyor.
Kızılkaya örnek olarak eyaletlerdeki İslam din derslerini gösteriyor. Eyaletlerde din dersleri, anayasal zeminde Müslüman cemaatlerle ortaklaşa gerçekleşmek zorunda. Fakat İslam din dersleri Kuzey Ren-Vestfalya’da olduğu gibi bir Danışma Kurulu (Alm. “Beirat”) aracılığıyla ya da model projelerle ara çözümlerle sunulmaya çalışılıyor.
Devletin Müslümanlara bu yaklaşımının arka planında güvensizlik olduğunu söylüyor Kızılkaya. “Devlet her ne kadar Müslümanları genel bir töhmet altında bırakmadığını söylese de fiiliyatta böyle değil. Anayasal bir hak olan İslam din dersine siyasiler, radikalliğin önünü kesmek adına sıcak bakıyorlar. Radikalizmin elbette önünün kesilmesi gerek, elbette bir yan etki olarak radikalizmin önlenmesinden bahsedilebilir. Fakat bizim dinî bilgiye olan ihtiyacımız, öncelikli olarak devletin güvenlik politikalarını sağlamak amacına bağlanmamalı.”
Dosya kapsamında söyleşi yaptığımız 6 ülkeden de Müslümanların “güvensizlik”ten şikâyet ettiğini söylediğimizde Kızılkaya, “Bu güvensizlik Avrupa geneli için geçerli.
Ülkeler arasında genelde sadece dozaj farkı var.” diyor. “Geçmişte toleranslı görüntüsüyle bilinen Hollanda gibi ülkelerde dahi bir gerileme, bir denetim ihtiyacı gözlemleniyor. Müslümanlar, diğer vatandaşlardan farklı olarak, bir suçlunun mahkemede iyi hâlini ispat etmeye çalışmasına benzer bir konuma itiliyor.”
Bu güvensizliğin haklı gerekçelerinin olup olmadığını soruyoruz bu kez. “Artan terör saldırılarının toplumsal güvensizliğe zemin hazırlaması normal değil mi?” sorusunu Kızılkaya şöyle yanıtlıyor: “Şu anda Alman devletinin muhatap olduğu kuruluşlar güven sarsacak hiçbir faaliyette bulunmadılar.” Bu açıdan bakıldığında “güvenlik”in siyasetin elini güçlendirecek bir argüman olarak kullanıldığı ve Müslümanlara yönelik genel olumsuz yaklaşımda bir bahane olarak ileri sürüldüğü söylenebilir.
Bunun yanında Kızılkaya, Almanya’da farklı kültürlerin bir arada yaşamına dair çabaların sözde kaldığından yakınıyor. Alman Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’nin nisan ayında “Alman öncü kültürü”ne (Alm. “Leitkultur”) dair yazdığı yazı, hiç de yeni olmayan öncü kültür tartışmasını yeniden alevlendirdi. Bu tartışma, tabiatı itibariyle farklı kültür havzasından gelen insanların Almanya’da bir öncü kültür etrafında toplanmasını ve farklılıkların büyük ölçüde bu öncü kültür içerisinde eritilmesi gibi saklı bir talebi barındırıyor.
Kızılkaya, “Bir üstün kültür olacak, bir de ondan daha az değerli kültürler olacak. Böyle bir şey anayasaya aykırı!” diyor. Kızılkaya’ya göre öncü kültür, bir paranoya tartışması: “Bu tartışma, birçok hakkından mahrum bırakılmış ufak bir azınlığı tehdit unsuru olarak görmekten kaynaklanıyor. Oysa öncü kültür endişesi duyulmasına hiç gerek yok. Buradaki tek öncü kültür, ortak kültürümüz olarak kabul edeceğimiz, anayasadır. Bununla da Müslümanların ya da azınlıkların bir sorunu yok, olamaz.”
İslam’ın, diğer dinlere kıyasla Almanya’da oldukça “yeni” bir din olduğu ve eşitlik beklentisinin bu açıdan değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorulduğunda, “Bu mantıklı bir yaklaşım değil.” diyor Kızılkaya. “Müslümanların Hristiyanlarla eşit sayılması için asırlarca beklememiz mi gerek? Bahsettiğiniz şey, anayasanın öngördüğü bir şart değil. Burada yarım asrı geçkin süredir yaşayan Müslümanlar buraya kök saldılar, artık dördüncü nesilden bahsediyoruz.”
Kızılkaya’ya göre Müslüman kurumların özeleştiri de yapması şart. Mevcut sıkıntıların hepsinin devletin tutumundan kaynaklandığını söylemenin doğru olmayacağını belirtip ekliyor: “Müslümanların eksiklikleri olmakla beraber, bu eksiklikler eşitsizliği haklı çıkartmıyor. Müslümanlar sürekli yönlendirilmesi gereken gelişmemiş bir topluluk muamelesi görüyor. Oysa özgürlüklerin olgunluğu, azınlıklara yapılan muameleyle ölçülür.”
Kızılkaya’ya göre devlet, Müslüman kurumlardan bazen hak ettiklerinden daha azına razı olmalarını bekliyor. Bunun için örnek olarak Almanya’daki eyaletlerde Müslüman cemaatlerle imzalanan devlet anlaşmalarını gösteriyor. “Bunların içeriğinde Müslümanların görevlerine atıfta bulunurken, devletin Müslümanlara tanıdığı haklara çok kısıtlı bir şekilde değiniliyor. Bu diyaloğu gizli ya da açık bir öncü kültür ajandası belirliyor.”
Kızılkaya’ya göre devlet-Müslüman diyaloğunun sağlam bir zemine oturması şart. En ufak bir aksilik anında diyaloğun sorgulanması ise bu sağlamlığı zedeliyor.
Müslümanların devletten beklentilerine dair son değerlendirmesi ise şöyle: “Müslümanlarla devletin iletişimi konusunda ufak iyileşmeler olsa da, süreç çok yavaş işliyor.
Bu insanların topluma zenginlik katabilmesi için eşit muamele görmeleri lazım. Bazen kendime bu eşit muameleyi görmeye ömrümün yetip yetmeyeceğini sorduğum zamanlar oluyor.”