Fransa: “Cami Projelerine Ufak Bahanelerle Karşı Çıkılıyor”
Batı Avrupa’da azınlık olarak yaşayan ülkelerdeki Müslümanlardan devletin beklentileri büyük. Peki ya Avrupalı bir Müslüman; siyasilerden, devlet kurumlarından ve çoğunluk toplumundan ne bekler? Bu sorunun cevabı için altı ülkeden altı Müslüman temsilciyle konuştuk.
Fatih Sarıkır, 41 senelik ömrünün 35 senesini Fransa’da geçirmiş. Bilgisayar mühendisi, aynı zamanda da hukuk alanında formasyonu var. CIMG’nin Genel Sekreteri.
“Fransa’da devlet Müslümanlardan radikalliği önleyici tedbirlerde aktif olarak çalışmalarını bekliyor.” diye giriyor söze. Ardından ekliyor: “Oysa bu sadece Müslümanlardan beklenemez, çünkü sorun sadece Müslümanların sorunu değil, tüm toplumun sorunu. Zaten radikalleşen gençler de buradaki İslami kurumlara çok uğramamış ya da dinî eğitim almamış şahıslar. Birçoğunun geçmişleri sıkıntılı, hapis tecrübeleri var ve toplumdan tamamen kopmuş insanlar. Bu durum, radikalleşmenin doğrudan camilerde olmadığını net bir şekilde gösteriyor.”
Bunun yanında devletin din adamlarının Fransa’da yetişmesi en büyük ikinci beklentiyi oluşturuyor. Fransa Batı Avrupa’da bu beklentide yalnız değil. Almanya, Avusturya ve İsviçre gibi ülkelerde de imamların yurt dışından gelmesi ve finanse edilmesi son senelerde pek de hoş karşılanmıyor. Ulusal sınırlar içinde yetiştirilmesi istenen imamlar “radikalliği önlemede” kilit konuma sahip din adamları olarak görülüyorlar. Dolayısıyla diğer ülkelerde de Müslümanlara yönelik “güven” sorunu kendisini yeniden gösteriyor.
Fatih Bey, Fransa’daki Müslümanların devletten temel beklentisinin ise eşit muamele olduğunu söylüyor. Bu konuda sadece hukuki düzlemde değil, siyasi söylem ve kamusal tartışmalar açısından da çifte standartlar olduğu görüşünde. Bunun için de ülkede İslami değerlere dair eleştiri dozajını aşan söylemleri örnek gösteriyor: “Belli kesimler hedef alındığında iş mahkemeye kadar varırken, Müslümanlara yönelik hakaretlerde iş sadece fikir özgürlüğü olarak nitelendiriliyor.”
Bu çifte standart ve eşit olmayan yaklaşım, Müslümanlarla diğer din mensupları arasında başka durumlarda da kendisini gösteriyor. Mesela yeni yapılacak camiler bu eşit olmayan muameleden en olumsuz etkilenen yerler arasında. Fransa’daki kiliselerin en yenilerinin tarihi 18. yüzyıl sonlarına dayanıyor. 1905 yılında devletin dinî cemaatleri finanse etmeyeceğini belirten katı laiklik yasası çıktığında ülkedeki kiliselerin birçoğu zaten ayaktaydı. Dolayısıyla bugün yapılacak ibadethaneler, devletin katkısı olmadan inşa edilmeye çalışılıyor. Buna bir de güvenlik normlarının eskiye kıyasla değişmiş olması da ekleniyor. Fatih Bey, “Cami yapımında çok uğraşarak alınan izinler, yangın tedbirleri gibi güvenlik normları nedeniyle muhakkak bir yerde tıkanıklık yaşıyor. Belediyelerin bir kısmı bu güvenlik koşullarını bahane olarak kullanıp en ufak noktayı bile cami projelerine karşı çıkmak için kullanabiliyor.” diyor.
Fatih Bey’e –her göçmene sorulan o tipik soru- Fransa’da kendisini evinde hissedip hissetmediği sorulduğunda gülüyor. “Burada kendimizi hem evimizde hem de yabancı hissediyoruz.” diyor. Örnek olarak da Fransa İslam Konseyi (CFCM) çalışmaları kapsamında devlet temsilcileri ile buluşmaları gösteriyor: “Bir Faslı, Cezayirli veya Türk herhangi bir resmî toplantıda söz aldığında, bu kişi Fransız vatandaşı olsa da muhatapları bu kişinin uyruğunu dikkate alır, hatta ona göre de bu kişiyle muhatap olurlar.”
Ülkede Türkiye kökenliler Fatih Bey’in deyimiyle “azınlığın azınlığı” oldukları için onlar açısından devletle diyalog daha da zor. “Faslı kardeşlerimizin bazı belediyelerde siyasi gücü olduğu için daha kolay muhatap alınıyorlar. Oysa işin buradaki neredeyse bütün Müslümanların Fransız vatandaşlığı var. Karşıda bir ön yargı olduğu için, insanların nereden geldiklerini unutmaları da mümkün değil.”
Fatih Bey’e göre Türkiye kökenlilerin hem Türkiye’yi, hem de Fransa’yı vatan olarak benimsemesi hâlâ uzun bir süreç. Türkiye kökenlilerin kendilerini Türkiye ile özdeşleştirmelerinde bir sorun gözlemlemiyor, buna karşın Fransa ile özdeşleşme konusunda Türkiye kökenlilerin kat etmesi gereken yollar olduğunu düşünüyor:
“Düzenlediğimiz programlarda anavatanımıza bağlılığımızı daha çok hissettiriyoruz. En basitinden Fransız bayrakları şenliklerimizde eksik kalıyor.”
Öte yandan olumlu gelişmeler de var. Örneğin birçok camide cuma hutbeleri Fransızca da okunuyor. “Arap kardeşlerimiz camilerimizde giderek daha fazla bulunduğu için bu uygulamayı yürürlüğe koyduk. Bu bizim dinî geleneğimizin zenginliği aynı zamanda. Programlarımızda Fransızca sunumları arttırıp, zaten geniş katılımlı olan programlarımızı dışarıya da açarsak, o zaman bu her iki ülkeyi de vatan edinme konusunda büyük mesafe kat ederiz. Fransız siyaseti Türkiye kökenlileri içine kapalı bir topluluk olarak görüyor. Bu eleştiride bazen haklılık payı olabiliyor.”
Son zamanlarda Batı Avrupa ülkelerinde “Charta”lar revaçta. İsviçre’de mart ayında iki Arnavut Müslüman cemaatin imzaladığı “şartname”, İsviçre hukukunu her türlü dinî kuraldan üstün tutuyordu. Buna benzer şekilde Fransa’da da Fransa İslam Konseyi bir imam şartnamesi (Fr. “charte de l’imam”) hazırlamış. Bununla imamların kontrol edilmesi ve radikal imamların önüne geçilmesi amaçlanıyor.
Fatih Bey’in ifadelerine göre bu şartnameye ek olarak imamların Fransa’da eğitilmesini hedefleyen bir sertifika programı da düşünülüyor. Fakat bu sertifika, hangi imamın hangi kritere göre seçileceği konusunda muğlaklıklar olduğu için henüz yürürlüğe geçememiş.
Tüm bu güvenlik perspektifinin devletin Müslümanlara yönelik beklentilerine bu denli damga vurmasını anlatırken Fatih Bey, “Biz Fransızca amalgam deriz” diyor. “Din ile terör olaylarını açıklamaya çalışmak ve bunları birbirine karıştırmak hatalı olur.”