"SÖYLEŞİ"

Fransa: “Cumhuriyetçi Paradigma, Müslümanlara Yönelik Ayrımcılığa Alet Ediliyor”

Lizbon Üniversitesi Enstitüsü’nde baş araştırmacı olan ve göç politikaları, karşılaştırmalı siyaset bilimi ve aşırı sağ partiler üzerine çalışmalar yapan João Miguel de Carvalho ile Fransa’nın geçmişten bugüne göç politikalarını konuştuk.

31 Ocak 2018 Mehmet Enes Beşer

Afrika’yla “özel bağları” olan Fransa, “göç krizi” haricinde de düzenli göç alan bir ülke. Ülkedeki Müslümanların nüfus oranının yaklaşık olarak yüzde 7-8 olduğu tahmin ediliyor. Bir göç ülkesi olarak Fransa göçmenlerin ve göçmen kökenli kişilerin hakları konusunda Avrupa’ya örnek olabilecek bir modele sahip mi?

Fransa, Portekiz gibi bazı Avrupa ülkelerine ilham veren Cumhuriyetçi bir göç paradigmasına sahip. Cumhuriyet ideallerine göre hem vatandaşlar hem de yabancılar evrensel bir paradigmaya yönlendiriliyor; zira bu ideallere göre dinî ve etnik temelli ayrımcılık istenmeyen bir şey. Dolayısıyla burada din özgürlüğü var ve devlet, Katoliklik de dahil olmak üzere tüm din ve mezheplere kendisini “laiklik” ilkesiyle tanıtıyor. Bu modelin sorunlarından biri, etnik grup temelli istatistiklerin toplanmıyor olması ve bu grupların maruz kaldığı toplumsal ayrımcılık konusunda elde edilebilecek bilginin kısıtlı olması. Öte yandan, cumhuriyetçi paradigma, dinî tercihlerini açıkça sergileyen Müslümanlara yönelik ayrımcılık uygulamalarına da alet ediliyor.

Göçmenlerin ulusaşırı kimlikleri, Fransız Anayasasındaki “jus soli” (doğuştan vatandaşlık) kavramına karşıt olarak görülebilir mi? Bu açıdan bakıldığında göçmenlerin varlığı Fransa’nın kimlik ve vatandaşlık algısı üzerinde nasıl bir değişime neden oldu?

Fransa’nın, 2. Dünya Savaşı öncesine uzanan, uzun bir göç tarihi var. Çifte vatandaşlık, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çok yakın zamana kadar sorun olarak görülmüyordu. 2011’de Sarkozy, çifte vatandaşlığı olanların vatandaşlığını kaldırmayı teklif etti. Hollande 2015 terör saldırıları sonrasında bu önergeyi ele aldı. Konuya dair önergeler siyasi mutabakat eksikliği nedeniyle başarıya ulaşmadı. Fransa’da çifte vatandaşlığa sahip 3.2 milyon Fransız vatandaşı var ve muhtemel bir reform bu kişileri pek de hoş olmayan, riskli bir duruma düşürebilir. Diğer yandan bu tartışmanın nasıl geliştiğine bakmakta da fayda var. Örneğin 1990’lı yıllarda Fransa’da doğan ikinci nesil göçmenlerin Fransız vatandaşlığını otomatik olarak mı almaları, yoksa vatandaşlık için başvuru mu yapmaları gerektiğini tartışıyorduk.

Almanya’da “hâkim/öncü) kültür” tartışmaları devam ediyor. Bu tartışmaların benzer süreçler geçirmiş diğer Avrupa ülkeleri için de etkileri var. Fransa için de Almanya’daki gibi bir “öncü kültür”den bahsetmek mümkün mü?

Fransa’da öncü kültür, Marine Le Pen öncülüğündeki Ulusal Cephe’nin (Fr. “Front National”) yeni söylemlerine göre herkesin asimile olması gerektiği “Cumhuriyetçi” paradigmadır. Cumhuriyetçilik ve liberalizm, halk arasında dinî çeşitlilik ve farklı siyasi görüşlerin varlığını kabul ediyor olsa da Fransız “öncü kültürü” göçmenlerin Fransız Cumhuriyetçi geleneklerini benimseyip kendi köken ülke geleneklerini bırakmalarını istiyor. Bunun bir sonucu olarak da Fransa’da çifte vatandaşlığa sahip olan insanlar, Fransız halkıyla eşit muamele görmediklerini hissediyorlar.

Eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde daha belirgin hâle gelen “seçici göç” hedefinin Macron döneminde de devam edeceğini öngörebilir miyiz?

Seçici göç politikasının sonu yok; Hollande döneminde vardı, Macron yönetiminde de devam edecek. Fransa cumhurbaşkanları, Fransız ekonomisinde işsizlik oranları patlak verirken yabancı işçilere büyük bir ihtiyacın olduğunu bir türlü fark edemiyorlar. Çünkü Fransız vatandaşları, özellikle göçmenlerin çalıştığı inşaat, temizlik hizmetleri, hane hizmeti gibi düşük ücretli işlerde çalışmak istemiyorlar.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler