“İmam Eğitimi, Bir Cemaate Aktivist Değil, Müslümanlara Dinî Lider Yetiştirmeli”
Dr. Abdullah Şahin, azınlık-çoğunluk bağlamlarında İslam eğitimi hakkında uzmanlaşan bir akademisyen. Warwick Üniversitesi’nde imamlara yönelik bir eğitim programını yöneten Şahin’le Batı Avrupa’da imam eğitimini konuştuk.
Öncelikle kavramlarla başlayalım: İmam, din görevlisi, dinî personel, din hizmetleri sorumlusu… Bütün bu kavramlar arasındaki en isabetli kavram hangisi sizce?
Bu kavramlar biraz da hangi ülke kontekstinde konuştuğumuza göre değişiyor. Birleşik Krallık’ta geleneksel kavramlar daha hâkim. Kamuoyunda “imam” kavramı daha bilinen bir kavram olsa da “dinî lider, dinî önder” (İng. “faith leader”) kavramı literatürde daha sık kullanılıyor. Ben de “dinî önder” kavramını daha geniş ve isabetli buluyorum. Çünkü camide namaz kıldırma, bu konunun yalnızca bir boyutu. Bu rolün çok önemli eğitim, manevi rehberlik ve dinî otorite boyutları var.
Özellikle Avrupa kontekstinde “imam” kavramının yaşadığı bir değişim var mı?
Müslüman işçilerin Batı Avrupa’ya geldiklerinde, bulundukları ülkelerin dilini bilmeyen, geleneksel eğitim almış din adamlarını da bu göç sureciyle getirdiklerini görüyoruz. İlk göçmen neslinde de o imamlar ve klasik bir “imam” anlayışı var. Fakat üçüncü ya da dördüncü nesil çocukların yetişmesiyle birlikte bu imamlar özellikle dil açısından yetersiz kalıyorlar, gençlerle iletişim problemi ortaya çıkıyor. Yani değişim, önce Müslüman cemaatin içerisindeki bu nesiller arası değişimle başlıyor. Dolayısıyla imamın yeterliliği/yetersizliği meselesi bu bağlamda ön plana çıkıyor.
Bir de sosyopolitik kırılmalar var; örneğin 80’li yılların sonunda Selman Rüşdi olayı ve 2001 yılındaki saldırılar, Avrupa’ya ithal edilmiş klasik anlamdaki “imamet” makamının evrim geçirmesine yol açıyor. Bu olaylar camiler, imamlar hakkında sıkça konuşulmasına, onların ne yaptıkları ya da ne yapmadıklarının incelenmesine yol açıyor. Bu kırılmalar, “imam” kavramına da yansıyor ve bunun neticesinde “iyi imam/kötü imam” gibi kavramlar oluşuyor. Tabiri caizse liberaller iyi, muhafazakârlar kötü gibi bir tanımlama. Böylece “imamet” kavramı aniden politik bir bağlama oturuyor.
“İmam” kavramının çok irdelenmesinin bir nedeni de, dinî aşırıcılığın aniden gündeme girmesi. Aşırıcılık irdelenirken mercek dini anlatma ve öğretme rolü olan imamlara çevriliyor. Böylece imamların nereden geldiği, nerede eğitildiği gibi konular önem kazanmaya başlıyor. Bütün bu gelişmelerden hareketle bugün “imam”, Avrupa’daki camilerde salt namaz kılan bir elemandan çok, hem Müslüman cemaat içerisinde hem de politik gelişmelerin karşısında kendisinden ciddi beklentilerin olduğu bir “dinî lider”.
Birleşik Krallık’ta imamların eğitimi konusunda hangi modeller var?
İngiltere’de “darü’l-ulum”lar var, bir de az da olsa Şii cemaatlerin “havza”ları var. Bizim tabirimizle geleneksel medreseler bunlar. İngilizcede “traditional Islamic seminaries” deniliyor. Bunlar Pakistan ya da Hindistan gibi köken ülkelerden kurumsal ya da personel olarak birebir kopyalanmış kurumlar. Her teşkilat, ki baskın olan Deobandi ve Berelvi Sunni ekolleridir, kendi medresesini buraya getirmiş. 25’in üstünde geleneksel eğitim veren darü’l-ulum var. Bunların yanı sıra imam eğitimine katkıda bulunan klasik ve modern yüksek İslam eğitimi veren kurumlar da var; Markfield Institue of Higher Education, Cambridge Muslim College ya da Londra’daki Islamic College gibi.
Darü’l-ulum’lar, ağırlıklı olarak yalnızca kendi cemaatlerine yönelik imam eğitimi yapıyor. Burada doğup yetişmiş gençler mezun olunca doğrudan kendi camilerinde imam olarak kabul ediliyorlar. Fakat aldıkları icazetname ve sertifikaları devlet kabul etmiyor, dolayısıyla mezunlar maalesef üniversite eğitimine devam edemiyorlar. Bu da imamın istihdamı, maaşı gibi önemli konuların maalesef ciddiye alınmamasına yol açıyor.
Klasik medreseler İngiltere’de imamların “burada” yetiştirilmesi modellerinden biri. Ama bu kurumlarının eğitim niteliğine baktığımızda, bunların örneğin Pakistan’daki darü’l-ulum müfredatının ve öğretim tarzının yüzde yüz aynısı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu model biraz sıkıntılı.
Neden?
Ben, İslam ülkelerindeki eğitim konsept ve kurumlarının doğrudan buraya ithal edildiği ya da buradan İslam ülkelerine öğrenci taşınarak İslam eğitiminin sağlandığı modelleri sorunlu görüyorum. Bana kalırsa bu tarzda ödünç alınan yüksek din eğitimi, Avrupa’da Müslümanların yerlilik hâli, Avrupa bağlamlı olgun İslam dindarlığının oluşumunda sorun doğuracak. İlmî anlamda Müslüman cemaatin dinî liderlik eğitiminin ciddi bir pedagojik formasyonuna ihtiyacı var. Bu ihtiyaç neticesinde Müslümanların bence daha çok Avrupa’da, bulundukları ülkelerde yüksek İslam eğitimini organize etmeleri lazım. Bunun için de daha derin bazı sorulara yoğunlaşmamız lazım: Avrupa’da İslam teolojisi nasıl olur? Bir imam yaşadığı ülkede nasıl yetiştirilir? Camideki eğitimi, cemaatin ve yeni nesillerin değişen ihtiyaçları karşısında nasıl bir etkin dinî liderlik oluşturabiliriz? Bütün bu sorular bizim burada İslam eğitimi konusunda kurumsallaşmamızın ciddi bir ilmî temelinin olması gerektiğini gösteriyor. Bizde şu an bu temel yok. Neden “burada” imam yetiştirme merkezleri kurmayalım? Bunu yapamıyor ya da yapmıyor oluşumuzun önündeki engeller neler, önce ona bir bakmamız gerek.
Peki size göre Avrupa’da imam eğitimi nasıl olmalı? Bu tarz bir eğitimi Türkiye’deki ya da Fas’taki eğitimden ayrıştıran en önemli şey ne olur?
En büyük ayrım bağlam, yani yaşanan ortam ve sosyal yapı. Elbette Avrupa’daki Müslümanların kendi köken ülkelerinde dinî eğitim almaları, bu ülkelerle kimliksel ya da kültürel bağlarını devam ettirme açısından pozitif katkı sağlar. Ama bana kalırsa bu durum “burada” İslam’ı yorumlama, İslam’ı yeniden anlamlandırma konusunda yardımcı olmaz . Düşünün bir imam, buradaki insanların dinî kişiliğini belirleyecek, ama aldığı teolojik formasyon başka bir yerden şekillenmişse, nihayetinde bunun oradaki bağlama uymama ihtimali yüksek.
Neden başka bir ülkedeki teolojinin buradaki bağlama uymayacağını düşünüyorsunuz?
İngiltere’deki darü’l-ulumları ele alalım. Bunlar dava modeliyle çalışıyor. Bir “network”leri, bunun içerisinde bir dava anlayışları, belirgin bir dinî yorumları var. Dolayısıyla buradaki imamın teolojisi de bununla şekillendiriliyor. İmam neticede daha bağımsız ya da profesyonel bir çehre kazanmıyor. Bu mantık, cemaati yönlendirirken cemaatin ihtiyaçlarını dikkate almaktan çok, onu belli bir gruba yakınlaştırmayı merkeze koyuyor. İngiltere’de, köken ülkelerdeki dinî eğitimin kopyası olan bu yapılardaki ilk sorun bu grup dindarlığını yeniden üretme merkezli oluşları.
Fakat burada şöyle bir çelişki yok mu: Bir cemaat için “dava” bilinci önemliyse, kendi beklentilerine uygun bir imam yetiştirmesi de hakkı değil mi?
Elbette imam bir cemaatin beklentisini karşılayamıyorsa, zaten ne meşruiyeti olacaktır ne de iyi bir performans ortaya koyacaktır. Ama burada kendimize şunu sormamız gerek: Biz şöyle mi düşünüyoruz? “İslam’da bazı gruplar var. Bu grupların kendi dindarlıklarını yeniden üretmeye ihtiyaçları var. Dolayısıyla imam eğitimi de, bu grupların anladığı manada İslami dindarlığı yeniden üretmeli.” Eğer biz böyle diyorsak, bizim Avrupa’da bir İslam ümmeti olma gibi bir derdimiz yoksa, o zaman mevcut modellerle yetinebiliriz. Yani eğer imamdan beklenen, söz konusu Müslüman grupların zaten öğrenilmiş dindarlığını yeniden üretmesi ise, o zaman biz buna kilise merkezli Hristiyan modeli deriz. Buradaki esas sıkıntı şu: Bu model hakikaten çalışıyor mu? İmam belki cemaatin alışkanlık edindiği, belki göçmenlikle birlikte getirdiği dindarlığa sesleniyor, ama aynı imam ne derece Almanya’da, Fransa’da doğan çocuklara ya da hatta aynı ülkedeki diğer Müslüman gruplara hitap edebiliyor? Yoksa bu imamın ya da cemaatin bütün derdi, gençleri -zorla bile olsa- o çerçevesi çizili dindarlığa alıştırmak mı? İmamet sadece belirli bir kimlik belirleme korumu mu? Burada imamdan beklentimizin ne olduğunu sorgulamamız gerek.
Dolayısıyla imam yetiştirme konusunun politik boyutuyla karşılaşıyoruz. Müslüman cemaatlerin ihtiyaçları ve beklentileri var. Diğer yanda da seküler devlet başka bir şey istiyor. Burada benim esas ilgi duyduğum ve bence ihmal edilen alan ise konunun eğitimsel ve pedagojik boyutu. Bence Müslüman cemaatler kendi içlerinde uyguladıkları modelleri bir değerlendirmeye tabi tutarak yeniden yorumlamalı, Avrupa’da kurumlar kurmalı ve devlete şöyle demeliler: “Biz imam eğitimiyle ilgili kendi modellerimizi üretiyoruz, ama bu modelleri buradaki kontekstten bağımsız da yapmıyoruz.” Konuya dair bu şekilde eğitim merkezli geliştirdiğimiz profesyonel bir dil yok ya da yeni yeni gelişiyor. Dolayısıyla cemaat-üniversite iş birliği bir türlü verimli bir diyaloğa dönüşmüyor.
Öte yandan Almanya bağlamını düşündüğümüzde bütün bu konular çok hassas bir konuma gelmiş, çünkü artık devletin kendisi bir taraf olmuş durumunda. Almanya modeli kiliselere dayalı yüksek din eğitimi formatıyla çalışıyor. Dolayısıyla, tabiri caizse “İslam kilisesi” konseptli bir dinî otorite kurulmadıkça bu modelin netice vermesi zor. Teolojik olarak İslam’da dinî otoritenin farklı olduğunu bildiğimiz gibi sosyolojik olarak da bu dinsel otoriterin nasıl farklı tezahür ettiğini de biliyoruz. Fakat, devlet İslam teolojisi kuruyor, kendisi model üretiyor ve taraf oluyor; bence bu sorunlu. Görebildiğim kadarıyla Almanya ortamında devlet, “liberal imam” yetiştirme ajandasına sahip bir taraf görünümü veriyor. Bu bir ehliyetsizlik, meşruiyet problemini ortaya çıkartır, çünkü bu sistemle “yetiştirilen” dinî liderin camide kabul görmesi çok zor. Öğrenci burada 4-5 yıl okuyor, mezun olduktan sonra bir anda bir cemaate gidip imamlık yapması mümkün değil. Çünkü genel bir İslam araştırma eğitimi ve imamet eğitimi farklı şeyler. Yani cami cemaati tarafından ciddiye alınmayan dinî liderler yetiştirme riski ile karşı karşıya kalan bir sistem gözlemliyoruz. Bence bu modelin ana problemi imam yetiştirme konusuna ciddi bir eğitimsel bakış açısı getirilememesinde yatıyor.
Peki imam eğitimi konusunda “model” arayışında sizin çağrınız ne?
Bizim ilahiyat formasyonunun “ne”liğini tartışmamız lazım. İmam yetiştirme konseptinin önce eğitimsel bir çerçevesi olduğunu ciddiye almalıyız. Bizim geleneğimizde imamlar nasıl yetiştiriliyordu? Günümüzde bu klasik modellerin güçlü ve zayıf yanları neler? Moderniteyle karşılaşmamız sürecinde mevcut İslam teoloji eğitimi, dolayısıyla imam yetiştirme mefhumu ve modelleri nasıl bir kırılma yaşadı? Çağdaş etkin bir “imamet eğitiminin” teolojik ve pedagojik temelleri neler? Gerekli bilgi ve beceri formasyonundan öte, bir imam “dinî otorite, liderlik ve rehberlik” rollerini nasıl geliştirecek? Bütün bunları incelememiz lazım. Günümüz şartlarında bana kalırsa bir öğrencinin üniversitede teoloji lisans eğitimini 3 yıl aldıktan sonra 1 yıllık ek bir pedagoji-teoloji odaklı imamet eğitimine ihtiyacı var.
Peki imam eğitiminin ön aşamasında muhakkak üniversite mi olmalı? Üniversite eğitimi olmaksızın bir kişinin “imam” olması mümkün değil mi?
Burada söz konusu olan akademik müfredatın içeriği ve bunun etkin öğretilmesi. Mesela Oxford Üniversitesi’nde çok güzel bir Şarkiyat bölümü var. Orada okuyan öğrenci edindiği Arapça bilgisiyle, sosyal bilim formasyonu ile İslami geleneği anlama ve değerlendirme yetisine sahip oluyor. Akademik olarak iyi bir eğitim, ama bu İslam teolojisi değil, yani İslam’ın günümüzü yeniden anlamlandırma diye bir kaygısı yok. Aynı zamanda şu da önemli: İslam teolojisinin geleneksel bilgi kodlarını çok iyi öğretebilmesi lazım. Klasik İslami ilimlerin tedrisini garanti edemeyen teoloji sorunlu bir teoloji olur. Almanya’daki sıkıntılardan biri bu. Ben Almanya’da birkaç İslam ilahiyatının programını incelediğimde çoğunlukla Türkiye’deki ilahiyat modellerinin anlayışını görüyorum ki bu modellerin zaten Batı şarkiyatçı zihniyetten ne kadar etkilendiğini biliyoruz. Buradaki öğrenci örneğin iyi sosyoloji biliyor, ama Kur’an ilimlerini çok iyi bilmiyor mesela. Eğer biz Avrupa’da teoloji kuracaksak, bu teoloji de imamete akademik zemin teşkil edecekse, mezun olan öğrencinin geleneksel bilgiye vâkıf olduğunu ispatlayabilmesi lazım. Şu anki İslam teoloji konsepti kısmen sosyal veya dil bilimleri gibi kullanılıyor, gerekli teolojik yetkinliği sanki vermiyor gibi. Kısacası Avrupa’da İslam teoloji eğitiminin “yerli” imam yetiştirme konusuyla doğrudan bağı var. Gelenekten veya Batılı seküler “İslam Çalışmaları’ modellerinin basit kopyalamalarından öteye geçmemiz gerektiğini düşünüyorum ki bunun ilk şartı da çağdaş, kapsamlı bir İslam eğitim felsefesine ihtiyaç olduğudur.
Almanya’nın anayasal din hukukuna göre, devletin ilahiyat fakültelerinin içeriğine karışması aslında mümkün değil. Fakat bu çerçeve her zaman sağlanamıyor. Bu durumda Müslüman cemaat şöyle diyemez mi: “İmam eğitimi bizim iç meselemiz. Üniversitelerdeki İslam ilahiyatlarında ise devletin rengi hâkim. O nedenle biz kendi imamlarımızın eğitimini bu fakültelerden bağımsız yapacağız.” Böyle bir itiraza ne dersiniz?
Elbette bu itiraz yapılabilir. Bu cemaatlerin demokratik hakları. Ama bu durumda, şu an içinde bulunduğumuz atmosferde, “imam” denilen şeye kuşkuyla bakılırken Müslüman cemaatin de çok güçlü ve şeffaf eğitim modelleri ortaya koyup kamuoyunu ikna etmeleri gerek. Mesela şöyle diyebilmeli Müslüman cemaat, “Ben imam eğitimimi üç aşamada gerçekleştiriyorum: Yetiştirdiğim imama İslam literatürü okutuyorum, eğitimsel/pedagojik temeller veriyorum ve de kontekst bilgisi veriyorum.” Bu tarz bir model çok kolay bir şekilde kurulabilir.
Mevcut durumda Avrupa’da İslam ilahiyatı bölümlerini kuran ya da bu programları geliştiren aktörlerin çoğu eğitimci değil, bir kısmı hayatlarında hiç imamlık yapmamışlar. Dolayısıyla teoloji modeli üretirken salt akademik anlamda bakıyorlar. Öte yandan sadece imam yetiştirme konusunda Müslüman cemaatin çabaları da bilimsel akademik disiplinden yoksun, salt pratiğe ve geleneğe dolayısıyla aktivizme odaklanmış durumda. Bu ikisini birleştiren bir eğitim yaklaşımı üretmek lazım.
Bu konularda üniversite-cemaat iş birliği çok önemli. Bu iş birliğinin politik bir pragmatizmden çok çözüm üretebilen bir eğitimsel odağa yoğunlaşması lazım. Bence devletin cemaatlere bu esnekliği tanıması ve Müslüman cemaatlerin de açık bir eğitim felsefesi ile şeffaf modeller üretmesi lazım. Çünkü şu an devlet öncülüğünde gerçekleşen İslam teolojileri bir yere varmayacak.
Siz Warwick’te şu an darü’l-ulum mezunlarına bir yüksek lisans programı veriyorsunuz. Bu programdan biraz bahsedebilir misiniz?
Ben yaklaşık 10 yıldır darü’l-ulum’lardan yetişmiş, yani klasik anlamda teoloji eğitimi almış çoğu imam olan mezunlarla çalışma fırsatı buldum. Bu kurumların avantajı şu: Devralınan gelenek ve o geleneğin terminolojisi, ilim dalları buralarda çok canlı, geleneği pasif de olsa aktarabiliyorlar. Ama bu modelin pedagojik sıkıntısı var. Öğrenci klasik İslam teolojisi alıyor, fakat iki boyutlu kontekst neredeyse bütünüyle göz ardı edildiği için bu öğrenciler bir zaman balonuna giriyor sanki. O balonda 5-6 yıl âdeta kutsallaştırılan bir “okuma” yöntemiyle ilim tahsil ediyorlar. O balonun içerisinde öğrenciye ne İslam’ı, İslami bilimleri tarihî bir perspektife koyarak anlama imkânı tanıyacak ne de kendilerinin şu anki sosyokültürel gerçekliğini kavrayacak bir pedagojik formasyon var. Tamamıyla öğretmen ve metin odaklı bir pedagoji hâkim ki sonuç olarak öğrencinin içe kapalı, çoğunlukla itaatkâr-otoriter bir dindarlık geliştirmekten başka şansı zaten yok. Sosyal iletişim becerilerine dair eğitim veya liderlik formasyonu da yok. İngilizce bile çok az kullanılıyor.
Dolayısıyla, dediğim gibi bu sistemde İslam teoloji eğitimi verilse bile, içe kapalı itaatkâr bir imam modeli yetiştiriliyor. Bu imamlar kendilerini aniden bir camide dinî lider veya eğitimci rolünde buluyorlar, fakat gerçekte ne imamete ne de eğitimci olmaya hazırlanmışlar. Bu profilde bir imam Londra’daki bir camide genç Müslümanlarla ve onların değişen ihtiyaçlarıyla karşılaştığında hazırlıksız yakalanıyor. Bu tür dinî liderliğin Müslüman çocuk ve gençlere özgüveni olan reflektif-sorgulayan bir dindarlığın gelişmesine öncü olması çok zor. Bahsettiğim gibi, ben öncelikle bu tür geleneksel eğitimden geçmiş imamların eğitim ihtiyaçları üzerine ampirik bir çalışma yaptım ki bu çalışmanın önemli bir kısmı İslam eğitimi ve dindarlık oluşumu surecini anlamaya dayanıyordu. Tespit ettiğimiz ihtiyaçlar doğrultusunda yüksek lisans düzeyinde 1 yıllık bir İslam Eğitimi programı geliştirdik. Medrese mezunları doğrudan üniversiteye başvuramadıkları için onları önce yoğun, bir dönemlik lisans üstü seviyesinde bir köprü/geçiş kursuna alıyoruz. Bu yoğun kursu başarıyla bitirenler hem bir sertifika alıyorlar hem de tam yüksek lisans programına devam hakkı kazanıyorlar.
Program teoloji, pedagoji/eğitim ve sosyal bilim içerikli. İlk başta İslam’da imamet, imam/lider olma gibi bir modül; ardından reflektif İslam pedagojisi modülü var. İmamlık, ciddi eğitimsel bir formasyon gerektiriyor, Kur’an’ı nasıl öğretirsin, İslami bilgiyi nasıl aktarırsın soruları burada ele alınıyor. Kişi belki imam olmuş, teoriye vâkıf ama bir eğitimci olarak düşündüğünde daha farklı boyutlar kazanması gerek. Biraz da bu program, mezuniyetten sonra hiçbir ara geçiş dönemi olmadan göreve başlayan imamlara bir kavrayış kazandırıyor. Cemaatin ve beklentilerin ötesinde kendilerini, görevlerini, İslam anlayışlarını konumlandırma kavrayışı kazandırmayı hedefliyoruz.
Bizim imam eğitimi modellerimizin, mevcut geleneksel eğitim sistemlerinin kazandırdıklarına ya da eksikliklerine odaklanması gerek. Mesela Türkiye’den gelen bir imamın eğitiminin hangi kısımları eksik, bu imam hangi kısımlarda daha yetkin, bunu ortaya çıkartmak gerek. Neticede bu imamlık eğitimini çözebilmek için araştırmaya dayalı bir bakış açısına, politize edilmiş pozisyonlardan öte bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Bu arada genelde “imam eğitimi” denince akla hep erkekler geliyor. Meseleye “dinî lider eğitimi” olarak baktığımızda, kadınların ihmal edildiğini görüyoruz. Warwick’te başlattığımız imam eğitimi programında 20 öğrencimiz var ve bunların 12’si kadın. Hepsi medreselerdeki geleneksel “Almiyah” kursunu bitirmişler ve bir kısmı hatta bu kursu bayan talebelere okutuyor. Fakat bu bayanların dinî ve eğitimsel liderlik ihtiyaçları pek dikkate alınmıyor. Kısacası, bu programların yalnızca camide imamet yapacak kişilere yönelik tasarlanmaması, Müslüman kadın dinî önderlerin de yetişmesini hedeflememiz lazım.
Bunun yanında İslam yüksek eğitiminin (teoloji ve imam eğitimi dâhil) muhakkak araştırma-merkezli akademik bir boyutunun olması lazım (Avrupa’daki mevcut imam eğitimi kurum ve programlarını tartışan bir makale için buraya bakınız.). Bu nedenle salt cemaat içi dindarlığa odaklanan değil, üniversitelerle iş birliğine açık bir yapı olması lazım. Bu kooperasyona açık olmamak, biraz da söz konusu cemaatin politik beklentilerinin olduğunu ortaya koyar ve bilimsel uzun vadeli bir model oluşmaz. Bugün birçok Müslüman grubun, imam değil kendilerine aktivist yetiştirdiğini, eğitimsel düşünmediğini, hatta belki “sermayemizi/sistemimizi nasıl koruruz” endişelerinden hareket ettiğini görüyoruz. Bu cemaatler eğitimci gözüyle bakmadıkları için sürdürülebilir eğitim modelleri de geliştiremiyorlar, en büyük sorun bu.