Almanya’daki İmamların Gözünden “İmamlık”
“İmamlık” nedir? Bir meslek mi, yoksa vazife mi? Avrupa’daki imamların çalışma şartları nasıl? Görevleri ve onlardan beklentiler neler? Almanya’daki bir imamla Türkiye’deki bir imam arasında ne gibi farklar var? Almanya’dan üç imamla bu soruları konuştuk.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunu olan Abdülkadir Namlı, 750 kişilik cemaatiyle Hamburg’ta Kuzey Almanya İslam Toplumu’na bağlı Yeni Beyazıt Camii’nde görev yapıyor. Kendisi 1988 yılında Almanya’ya gelmiş. İmamlığı tercih etmesinin tek nedeninin o dönem Almanya’daki camilerdeki acil ihtiyaç olduğunu söylüyor. Amacı hiçbir zaman sadece “namaz kıldırmak” olmamış: “Çocukların dinî eğitim alması ve yetişmesi benim için esastı. Şimdi geriye baktığımda sohbetlerimize katılan çocukların bugün geldikleri yer göğsümü kabartıyor.” Namlı’nın bu anlamda sunduğu hizmetler ise çok çeşitli: Ev ve ihsan sohbetleri, gençlik programları, hasta ziyaretleri, hafta sonu eğitimleri…
30 senedir Almanya’da dinî hizmet veren biri olarak Namlı’nın “bir imamın görevi nedir” sorusuna verdiği cevap hayli yol gösterici: “Cemaatten olsun ya da olmasın, bir imamın bulunduğu şehirde her kesimle muhabbet kurabilmesi gerek. İmamın sadece camiden içeriye giren insanlarla değil, herkesle ilgili bir hizmet gayesi olması şart.”
Namlı yalnızca Müslümanlarla değil, diğer dinî cemaatlerle de iletişimde olmak gerektiğini anlatıyor: “En son görev yaptığım caminin yanında kilisenin bir aşevi vardı. Misafirleri geldiğinde eğer aşevinin yeri müsait değilse hiç teklifsiz camiye gelip misafirlerini orada ağırlarlardı. Aramızda 3 metrelik bir yaya geçidi var. İletişimimiz bu kadar yakın, komşuluk ilişkimize büyük önem veriyoruz.”
En büyük pişmanlıklarından biri, Almanya’ya geldiğinde Almanca kursuna ağırlık verememesi olmuş. Almanca ona göre “toplum istediği için” değil, “cemaatin ihtiyacına daha iyi karşılık verebilmek için” önemli: “Anadilim gibi Almanca konuşamasam da, 30 senelik geçmişim neticesinde burada ‘yabancı’ da değilim. Yine de keşke Almanya’ya geldiğimde cami hizmetine 5-6 ay sonra başlasaydım da, Almanca kursuna gitseydim dediğim zamanlar oluyor. O durumda belki bugün daha iyi hizmetlerimiz olurdu. O zamanlar çok acil imam ihtiyacı vardı. Almanca öğrenmek bu ihtiyacın karşısında kısmen lüks kalıyordu.”
Almanya’yı vatan edinmiş bir imam olarak, Türkiye’den gelen imamlarla ilgili tartışmayı sorduğumuzda Namlı, bu tartışmanın çok genellemeci olduğunu söylüyor: “İmamlara yönelik ön yargılar var. Türkiye’den gelen bir imam belki çok gayretlidir, dil öğrenmeye açıktır, kamuoyuyla iletişimi çok güçlüdür. Buna karşın belki Almanya’da yetişen ve Almanca bilen bir imam daha içe kapanık, camiden dışarı çıkmayan yapıda olabilir. Bu tamamen kişinin şahsıyla alakalı. Benim tanıdığım Türkiye’den gelen hocalar, genelde 25-30 yıldır buradalar. Mahalli derneklerle iletişimleri, diğer dinî cemaatlerle düzenli buluşmaları var. Bunu yapmanın önünde lisan sorunu yok, bu imamın kişiliğiyle ilgili.”
Namlı Almancanın gerekliliğini yeniden vurguluyor: “Genç Müslümanlar arasında Türkçeyi yeterince anlamayanların sayısı az değil. Türkçe dinî literatüre hakim değiller. O nedenle dinî eğitimi Almanca verebilmek lazım. Biz de bu ihtiyaca binaen zaten neredeyse bütün camilerimizde hutbeleri Almanca, hatta bazen Arapça ve İngilizce okuyor ya da okutuyoruz. Görevlilerimizin arasında mahalli lisanı iyi bilenler var. Ama bir hocanın yegâne özelliği tek başına ‘Almanca bilmek’ olmamalı. Bir hocayı hoca yapan daha fazla şey var.”
Abdülkadir Namlı: “Genç İmamların Formasyonu Arttırılmalı”
Namlı, Türkiye’den imamların bir anda bıçak gibi kesilmesi taleplerini tabii bulmuyor: “Buradaki gerçekliğe aykırı bir talep bu. Şu an ihtiyacı karşılayacak imam yok. Bizde şu an 16 imamın 2’si Almanya’da doğup büyümüş kardeşlerimiz. Bu sayı belki 2 sene sonra 5’e yükselir. Ama bu gelişimi yukarıdan zorlamak yerine, tabii akışına bırakmak gerek. Zorlamayla, toplumsal gerçeğin hilafına camilere imam atamak bocalamalara yol açar.”
Namlı, Almanya’da yetişen genç imamların formasyonlarının arttırılması gerektiğini vurguluyor. Ona göre imam eğitimi, pratik yanı ağır basan bir eğitim. Yalnızca akademik çerçeve bu eğitim için yeterli değil: “Ezher’i bitirmiş bir kardeşimle karşılaşmıştım. Akademik tedrisatı çok iyiydi. Ben kürsüyü kendisine tevdi edip, kıraatinden cemaatin de nasiplenmesini istedim. Bu kardeş bana, ‘Hocam ben hayatımda hiç sohbet yapmadım.’ dedi. Bir kişi, hukuk bitirince nasıl avukatlık bürosu açamıyorsa, ilahiyat eğitimi de kişiyi imamlık mesleğine doğrudan hazırlamıyor.” Namlı, Alman kamuoyunun imamlara yönelik beklentilerine ise eleştirel yaklaşıyor: “Almanya’ya mahsus bir İslam deniliyor. Bu yoktur. Türkiye’ye mahsus bir İslam da yoktur. Aynı şekilde Almanya’ya ya da Türkiye’ye mahsus bir imam da yok. Cemaat cemaattir, cami camidir.”
İmamlara yönelik ileri eğitimler ya da mesleki deformasyonlarının önüne geçmek gibi konular sıkça dile getirilmese de önemli konular. Bunlarla ilgili birçok çatı derneğinin etkili stratejileri var. İmamlığın prestijinin önce Müslüman cemaat içinde arttırılması gerektiğini söyleyen Namlı, bugün sıradan bir Müslüman ailenin, “Çocuğum okuyup imam olsun” gibi bir düşünceye nadiren sahip olduğunu belirtiyor: “Bize birinci nesil imam diyorlar. O neslin özelliği, biz heyecanlıydık, hedeflerimiz vardı. Dinî eğitim verdiğimiz camilerde tabiri caizse iyi bir eser bırakmak azmimiz vardı. Bu nedenle de maaş hesabı yapmadık. Fakat bugün imamları maddi açıdan bağımsız hâle getirecek şartların sağlanması, bu hizmetin cazip hâle getirilmesi gerek. Bu konuda kendi teşkilatımızın gayreti diğer cemaatlere de örnek olabilir.”
Son olarak Namlı, bütün imamlara hatırlatmada bulunuyor: “İmam bir büro elemanı değil. İşini severek yapan, hizmet verdiği cemaate dair idealleri olan bir insan olmalı. Yoksa mekanikleşir. ‘5 vakit namaz kıldırırım, sohbet yaparım, evime giderim’ diyen kişinin yaptığı şey imamlık değil, memurluktur. Almanya’da kamuoyu imamlığı biraz memurluğa dönüştürmeye, içini boşaltmaya çalışıyor sanki.”
İlyas Özbay: “Bavulumuz Elimizde, Nerede İhtiyaç Varsa Oraya Giderdik”
İlyas Özbay da Namlı gibi ilk nesil imamlardan. Ortaokuldan sonra medrese tahsili almış. Türkiye’de kamu görevindeyken Almanya’da imam ihtiyacı olduğunu duyup hizmet aşkıyla buraya gelmiş. Toplamda 32 sene Almanya’da muhtelif camilerde görev yapmış. Son 1.5 senedir de Bestwig’teki Darüsselam Camii’nde imamlık yapıyor.
Özbay birinci nesil imamların Almanya’ya ilk geldiği dönemin en yakın şahitlerinden. “Önceden bavulumuz elimizde, nerede ihtiyaç varsa oraya gidiyorduk.” diyen Özbay, ilk zamanları şöyle anlatıyor: “Bizim Almanya’ya geldiğimiz 1980’li yıllarda, camiler dairelerden çevrilmiş şekildeydi. O zamanki birinci nesil sadece namazlarını kılabilecek büyüklükte bir yer olsun yeter demişler. Hocaların kalacağı lojmanlar düşünülmemiş. O dönem banyosu ve tuvaleti dışarıda olan küçük bir oda tahsis edilirdi. Merdiven altlarında, bodrum katlarda ve çatı katlarında soğuk odalarda kalınırdı. İmamlar da zaten ağırlıklı olarak gönüllü ya da misafir imamlardı. Bazen de idareci değişince caminin fayansları, halıları ile birlikte hoca da değiştirilirdi. İmamlığın cemiyet içinde prestiji yoktu.”
İlk dönemde Türkiye’deki siyasi atmosferin buraya taşınmasından da bahseden Özbay, o zaman cemaatler arası iletişimin zorluğunu anlatıyor: “İlk dönem Almanya’da siyasi ayrımcılık vardı. Birbirimizin camilerine gidemezdik, programlara davet edemezdik. En yakın arkadaşımın görev yaptığı camiye gittiğimde, arkadaşım beni cemaate takdim edemedi. Bana ne müezzinlik yaptırdı ve ne de namaz kıldırdı. O zamanki tebliğ çalışmalarından dolayı gittiğimiz yerlerde küfür ve hakaret işitiyorduk. Bizleri devlet düşmanı diye kovuyorlardı.”
Söz konusu dönem, Türkiye’de “irtica” tartışmalarının olduğu döneme denk geliyor. Mevcut durumda Müslüman cemaatin Almanya’da kalıcı hâle gelmesiyle birlikte yapısal sorunlar da yavaş yavaş düzelmeye başlamış. Özbay, imamlığın hem en zor hem de en kutsal yanının, kesintisiz vazife olduğunu söylüyor: “Biz imamların tatili olmaz. Avrupa şartlarında cemaat en çok cuma, cumartesi, pazar ve tatil günleri camiye gelebiliyor. Herkes tatildeyken biz irşad hizmetine geçiyoruz. Bir imamın hasta olmaya bile vakti yoktur. Ben şu ana kadar hiçbir imam kardeşimizin, ağır hastalıklar dışında, rapor alıp vazifeye ara verdiğini duymadım.”
Almanya’daki tartışma her ne kadar sanki bütün imamlar birbirine benzermiş gibi yürüse de, tek bir imam tipinden bahsetmek mümkün değil. Görev yapan imamların profilleri de, motivasyonları da birbirinden oldukça farklılaşabiliyor. Özbay bu durumu şöyle anlatıyor: “Cemaatle hiç iletişimi olmayan, emaneten bu görevi idame ettiren imamlar da var, bu vazifeyi aşkla yapanlar da. Türkiye’den gelen din görevlileri arasında, Diyanet’te müfettiş olup, geldiği cemaati beğenmeyip, kendi tabirince dayanamayıp geri dönenler de var; burada çok iyi hizmetler gerçekleştirip yerel aktörlerle iletişime geçenler de. Yalnızca ekonomik kaygılarını düşünenler de var, ilminin zekatını vermek için bu vazifeyi icra edenler de…”
Özbay’a göre Almanya’da görev yapan bir imam için Almanca bilmek bir zorunluluk: “İmamların kendi dönemlerindeki eğitim modeliyle burada çocuk eğitmek zor. Türkiye’den gelen imamın aldığı kültür ile burada doğup büyüyen çocuğun aldığı kültür arasında fark var. Artık burada doğup büyüyen ve buradaki neslin dilinden anlayan, buranın kültürüyle yetişmiş genç imamlara ihtiyaç var.”
Muammer Muslu: “Türkiye’den Gelen İmamlar ‘Biz İmamlığı Burada Gördük’ Diyorlar”
Muammer Muslu, Ezher Üniversitesi’nde lisans eğitiminden sonra 1996 yılında, 27 yaşında genç bir hafız olarak Kuzey Almanya İslam Toplumu’na bağlı Neumünster Fatih Camii’ne gelmiş. 22 yıldır aynı camide hizmet veriyor. İmamlığa hafız olan babasının yönlendirmesiyle başlayan Muslu, imamlığın zorluğuna değiniyor: “İsterseniz ordinaryüs olun. Kendinizi kabul ettiremediğiniz sürece cemaat için hiçbir şeysiniz. Bazen 5 vakte 5 vakit daha katmak zorundasınız. Dinî şuura ek bir hizmet bilinciniz yoksa, bunu yapmanız mümkün değil. Özellikle Almanya’daki, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki imamlar, sıradan imamlığın ötesinde bir iş yapıyorlar.”
Muslu bu konuda özellikle Türkiye’den yeni gelen imamların zorluk yaşadığından bahsediyor: “Türkiye’de 15 sene görev yapmış tecrübeli imamlara burayı nasıl bulduklarını soruyoruz. ‘Biz Türkiye’de imamlık yapmıyormuşuz, imamlığı burada gördük.’ diyorlar.”
Almanya’da imamların yeri geldiğinde sabıkası olan, bağımlılık sahibi olan insanlarla ilgilendiğini, onların dertlerine çözüm aradığını belirten Muslu, “imamların dil bilgisi” konusuna şöyle bir nokta koyuyor: “Cemaat hangi dile vakıfsa ona o dilde İslam’ı anlatmak gerek. Bu Almanca olur, Türkçe olur, Arapça olur fark etmez. Önemli olan dinî eğitimi kişinin anlayacağı dilde aktarmak.”
Muslu bunun için imamların yetiştirilmesinin Müslümanların sorumluluğu olduğunu söylüyor. Bu bağlamda Almanya’da bazı girişimler de var. Örneğin 2014 yılında kurulan Mainz İlahiyat Meslek Okulu bunlardan biri. Okulun kuruluş gayesi; Avrupa’da yerel dillere hâkim, camilerin imam-hatip olmak üzere çeşitli dinî hizmetlerini yapacak ehliyette görevli yetiştirmek. Eğitim süresi dört yıl olan kurum, bu yıl ilk mezunlarını verecek.
Muslu, imam yetiştirme konusunda Müslüman cemaatle devlet arasında bir motivasyon farkı olduğu görüşünde: “Devletler bu eğitim aracılığıyla belki belli bir dinî öğretinin oluşmasını destekliyorlar. Belki akideyi bozacak bazı girintiler yapılması arzu ediliyor. Buna karşın bizim imamımızın bizim elimizden yetişmesi, bizim dinî eğitim anlayışımıza sahip olması gerek.”
İmamların istihdamı ve çalışma şartlarıyla ilgili Muslu’nun bakışı ise dinî referanslardan hareket ediyor. “Sarık leke götürmez” diyen Muslu, imamlığa dair dünyevi tasavvurların ağır basmasının tehlikesine dikkat çekiyor: “Bu vazife bir kariyer meselesi değil. Nice imamlar var, adının başında bir titr yok, ama profesörleri yetiştiriyorlar. Bugün ‘yaşamak’ denilen şeyin yalnızca parayla ilintili olduğunu öğütleyen bir algı var. Para olmazsa kendisini bir hiç olarak gören bir mantık bu. Bu mantık elbette imamlığı da ‘kariyer üretmeyen atıl bir meslek’ olarak görüyor. Düşünün kişi mihraba geçip ihlastan, infaktan bahsedecek. Ama mihraptan inince tek derdi maişet olacak. Bu doğru olmaz.”
Muslu’ya göre Almanya’daki imamların Almanca bilgisi konusundaki sorunu aslında bir “vakit” problemi. İmamların birçok çalışmalarından dolayı özel eğitimler birçok cemiyette pek gerçekçi gözükmüyor. Bu ihtiyaç ancak imamın eğitimi esnasında karşılanabilecek türdendir.
Özetle Almanya’daki imamlar, çoğu zaman kamuoyunda tartışıldığı gibi tek tipleştirilmiş bir profile sahip değiller. Belki sahip oldukları en büyük ortak nokta olsa olsa başlarındaki sarık ve sırtlarındaki cüppe; bir de yaptıkları vazifenin çok ciddi bir fedakârlığı gerektirmesi.