'Dosya: "Avrupa'da Göç ve Müzik"'

Maneviyata Uzanan Bir Köprü

Tasavvuf müziği, sesler ve ritimler yoluyla maneviyata uzanan bir köprü. Şeyh Hassan Dyck ile OsmanIsche Herberge dergâhında tasavvuf müziği hakkında konuştuk.

Osmanische Herberge dergâhında gösterdiğiniz çalışmalar sayesinde Avrupa’daki tasavvuf müziğinin bir parçası konumundasınız. Faaliyetlerinizden yola çıkarak tasavvuf müziğinin Avrupa’ya nasıl ulaştığından ve kendi tasavvuf müziği yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Tasavvuf müziğinin Avrupa’ya gelişi de diğer tüm unsurların gelişi gibi olmuştur. Bilim, sanat nasıl geldiyse, Orta Çağ’dan önce İslam’ın yayılması ile müzik ve enstrümanlar da gelmiştir. Ben İslam’la şereflendirilmeden önce müzisyendim ve müzik alanında yükseköğrenim görmüştüm. Ancak bugün müzik benim hayatımın temel içeriği değildir. Artık müzikle, ritimle ve tınılarla öncelikle zikir halklarımızla zikre başlamadan önce meşgul oluyorum. Bu anlamda daha önce böyle bir deneyim yaşamamış olan insanlarla Esmâ’ül-Hüsnâ’yı okumak istiyorum.

Bize zikirden bahseder misiniz?

Zikrin manevi anlamda İslam’ın temel direklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Zikirde Allah’ın bize bildirdiği isimleri ve bazı Kur’an ayetleri tekrar edilir. Zikir, zikir halkalarında toplu olarak veya bireysel olarak çekilebilir. Tasavvuf tarikatları bu manevi ritüeli oldukça iyi bir şekilde sürdürmüştür. Bu aslında her Müslüman’ın uygulaması gereken bir ritüel olmasına rağmen böyle ritüeller zamanla unutulabiliyor. Rivayet edildiği üzere Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) zikir halkalarını, yerleşilmesi gereken “cennet bahçeleri” olarak tanımlamıştır. Bu zikir halkalarında zikir çekmek, cennetimsi bir ruhsal ve manevi deneyim sunar. Bu sırada huzur, sükûnet, mutluluk, içtenlik ve cennetle ilişkilendirilen daha pek çok duyguyu hissedersiniz.

Bu anlamda müzik nasıl bir rol oynar?

Bazıları, ki ben de bunlardan biriyim, müziği bilinçli olarak yardımcı bir araç olarak kullanır. Diğer taraftan ise bazıları içe dönük bir zikir halkasını tercih ederler. Bu tamamen ilgili tasavvuf tarikatının geleneği ile alakalıdır. Benim de üyesi olduğum Nakşibendi tarikatı zikir halkalarında geleneksel olarak müzik kullanmaz ancak zamanla değişiklikler düşünülebilir ve gerçekleşebilir. Bu anlamda Üstadımız Şeyh Muhammed Nazım el-Hakkani bize yüksek sesle/melodik zikir çekmeyi önermiştir. Buradaki ana düşünce daha önce İslam’la tanışmamış olan insanların bizimle birlikte “Lâ ilâhe illallah” zikrini çekebilmelerini sağlamaktır.

İslam’la tanışmamış olan bu insanların “melodik zikirle” nasıl temas etmesi sağlanıyor?

Ben 20 yılı aşkın bir süredir Güney Amerika’da ve tüm Avrupa’da seyahat ediyor ve konserler düzenliyorum. Bu konserlerde daha önce İslam’la hiç tanışmamış olan insanlarla birlikte oluyor, müzik yapıyor, sohbet ediyor ve her konserin sonunda yaklaşık 20 dakika zikir çekiyoruz. Hep beraber melodik bir şekilde “Lâ ilâhe illallah” zikrini çekiyoruz. Her seferinde bunun anlamını da açıklıyorum. Bu deneyimde yer almak ve bunu hissedebilmek tabii ki büyük bir lütuftur.

Avrupa’daki tasavvuf müziğini, Türkiye gibi İslami karaktere sahip diğer ülkelerdeki tasavvuf müziğinden ayıran nedir?

Türkiye’deki veya diğer İslam ülkelerindeki tasavvuf müziği oldukça gelenekseldir. Buralarda yüzyıllardır var olan geleneksel müzik materyalleri korunur ve uygulanır. Bu anlamda ben kendi adıma geleneksel tasavvuf müziği ile yeni, deneysel tasavvuf müziği arasında bir ayrım yapıyorum. Zira benim için tasavvuf müziği bir mutasavvıfın müziğidir. Buradaki asıl zorluk egosunu tamamen olayın dışında bırakan bir mutasavvıf bulmaktır. Zira müzikte ego ön plana çıkarsa burada tasavvuf müziğinden bahsedilemez. Aslında tasavvuf müziği, bu müzik yetkili bir mutasavvıf tarafından yapıldığında gerçekten aktarılır, ancak bu çok nadir bir durumdur. 

Geleneksel kıyafetler giyip müzik yapan ve şiirler okuyan çok grup var. Fakat hepsi bu kadar. Çünkü ego hâlen müzik üzerinden ortaya çıkıyor. Ben kendime özgü bir sentez yapıyorum, çünkü benim amacım bir bağ oluşturmak, müzik sayesinde maneviyata ve diğer kalplere uzanan bir köprü kurmak.

Geleneksel Türk tasavvuf müziğinin en belirgin özelliği nedir?

Türk müziğinin avantajı, müzik ve din arasında bir bağlantının geleneksel olarak var olmasıdır. Türk müziğindeki ve Asya ülkelerindeki ses sistemi, Batı’da olmayan 1/4’lük ve 1/8’lik ritimleri kullanabilmektedir ve bu tonalite yapısının Batı müzik kültüründe taklit edilmesi mümkün değildir. Diğer bir farklılık da Batı tasavvuf müziğinde yeniliklerin denenmesidir. Bunların arasında çok içten bir şekilde müzik yapan ve tasavvuf müziğine yönelik farkındalığın âdeta hissedilebildiği eski caz müzisyenleri de vardır. Onlar eski gelenekleri tekrarlamaz ve yeni hedef kitlelere yönelik olarak müzik yaparlar.

Eifel’de 20 yıldan beri “Sufi Soul Festival” etkinliği düzenleniyor. Bize bu etkinlikten bahseder misiniz? 

Bu aslında önemi tam olarak anlaşılmamış ve hak ettiği değeri görmeyen bir proje. Bu etkinlik kapsamında tüm dünyadan, farklı uluslardan ve farklı inançlardan insanlar bir araya geliyor. Mesela caz trompet sanatçısı Markus Stockhausen İranlı bir müzisyenle birlikte sahne alıyor, Yahudi müzisyenler Müslüman müzisyenlerle bir araya gelerek müzik yapıyor. Bu anlamda seyirci profili de oldukça iyi bir sentez teşkil ediyor ve çeşitliliğe açık. Ancak çevre bölgelerdeki insanlar bunun değerini bilmiyor. Burada bir dünya müzik festivali gerçekleşiyor ve insanlar bunu kaçırıyorlar. Almanya’da bu projeye çok az ilgi gösteriliyor. Yine de bu tür etkinliklerin ve buluşmaların çoğalması gerektiğini düşünüyorum. 

Tasavvuf müziği Batı kültüründe nasıl karşılanıyor?

Aslında tasavvuf müziği ilgi görüyor. Bu müzik geleneksel bir müzik türü olduğu için Batı’da genellikle folklor kategorisi kapsamında görülüyor. Bu anlamda tasavvuf müziğinin manevi arka planı başlarda fark edilmiyor. Bu müziğin bir anlamda kabul görmesinin sebeplerinden bir tanesi bu olabilir. Tasavvufa veya tasavvuf müziğine duydukları ilgi vesilesiyle İslam’la buluşan birçok insanı tanıma fırsatım oldu. 

Ben ruhun içinde bulunduğu durumun müzik ve zikirle değiştiğini düşünüyorum. Zira tasavvuf müziği herkese hitap eder. Özellikle İslam’la hiçbir teması olmayan insanlar burada kendileri için maneviyata uzanan bir yol bulurlar. Zira asıl mesele kişinin kalbini açmasıdır.

Bu anlamda tüm bu ritmin veya seslerin, yani genel olarak müziğin maneviyat için ne gibi bir önemi var?

Bu aslında çok da önemli değil, zira burada asıl önemli olan şey sözlerdir. Öte yandan kişisel olarak kendi zikir halkalarımda müziğe çok önem veriyorum, çünkü ben müzikle çalışıyorum. Seslerin yüksekliği ve ritim kişisel olarak benim için bütünün önemli bir parçası. Ancak bu herkes için geçerli olmayabilir. Ben müzikle birlikte oluşan uyumu seviyorum. Çok farklı ülkelerde çok farklı gruplarda en güzel zikir deneyimlerimi yaşadım bu vesileyle. İster müzikle ister müziksiz, asıl önemli olan şey manevi temeldir.

İslam’da ses ve ritmin önemi nedir? Özellikle namazda ve ezanda?

Peygamber (s.a.v.) “Ezanı güzel okuyunuz!” veya “Kur’an’ı güzel okuyunuz.” buyurmuştur. İslam’da güzellik arayışı vardır. Kur’an tilavetinde veya ezan okunurken insanların güzel bir sesle, güzel bir tınıyla davet edilmesi amaçlanır. Osmanlı’da güzel ezan okumanın temeli geliştirilmiştir ve bu günümüzde hâlen varlığını korumakta ve uygulanmaktadır. “Allah güzeldir ve güzel olanı sever.”  Biz Müslümanlar bu prensibi pratiğe de aktarmalıyız. Güzel olanı bulma çabamız sevgi prensibi ile başarıya ulaşacaktır. Zira her şey sevgi ile alakalıdır. Allah ruhumuzu güzele meyledecek ve çirkinden yüz çevirecek şekilde yaratmıştır. Çünkü din sevgi ilkesine dayanır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler