'Dosya: "Avrupa'da Göç ve Müzik"'

Göçmen Çocukların Müzik Serüveni

Fotoğrafçı, söz yazarı ve film yapımcısı Mirza Odabaşı ile göçmen kökenli gençlerin müzik serüvenini ve bu bağlamda ortaya çıkan “Leiden-schafft” isimli belgesel filmini konuştuk.

Kendiniz müzik ile uğraşıyorsunuz ve başka müzisyenlerin video kliplerinde yönetmenlik yapıyorsunuz. Son olarak azınlık bağlamında hip-hop müziğini ele aldığınız “Leiden-schafft” isimli bir belgesel hazırladınız. Bu konuyu ele almak için motivasyon ve ilham kaynağınız neydi?

Müzik yapmak benim için biraz eskilerde kaldı. Orta okul ve üniversite yıllarında müzik üretebilmek için çok daha fazla vakit bulabiliyor ve ayırabiliyordum. Fakat film ve fotoğrafçılığı meslek edindikten sonra benim için sanatçılarla yakın plan çalışma imkânı doğdu. Bu ortak çalışmalar ise birçok sanatçının da dâhil olduğu bir platformun oluşmasına vesile oldu. Müzik ve sanat alanında ve farklı kökenli sanatçılarla çalışarak bu alanda edindiğim tecrübeler sonucu hip-hop kültürüne dair sorduğum sorular da farklılaşmıştı. Burada bahsettiğim farkındalık ise “Leiden-schafft” filminin doğuş serüvenini ve belgeselde cevaplandırılmasını istediğim temel soruların çıkış noktasını oluşturdu.

Belgeseldeki temel sorulardan biri şu: Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli bir çocuk hip-hop kültürünü neden bu kadar benimser? Bu husus hem çevremde hem de kendimde gayet iyi gözlemleyebildiğim bir durum. Dolayısıyla günümüzde Türkiye kökenli genç neslin hip-hop müzik kültürüne hissettiği bu yakınlık uzun ve derinlikli bir açıklamayı hak ediyor. Gözlemlediğim bir başka husus ise hip-hop ve bilhassa rap müzik kültüründe sürekli genç ve delikanlı imajı vurgulanıyor, fakat bu tarz bir müziği üretebilmek için kanaatimce genç ve delikanlı olmak yetmiyor. Örneklerini en iyi şekilde, hip-hop ve rap müziği dendiği zaman ilk akla gelen ve bu müzik türünün ana vatanı sayılan Amerika’da bu müzik kültürünü inşa eden sanatçılarda görmek mümkün. Bu bahsettiğimiz müzik kültürünü yayan ve aynı zamanda sahip çıkan bir kitle söz konusu. En önemlisi de bu müziğin kendine has bir yaşam tarzı ve hayat felsefesini içeriyor olması. Dolayısıyla benim de “Leiden-schafft” filmimle aradığım derinlik ve cevaplandırmaya çalıştığım sorular bu felsefe ve kültür etrafında dönüyor.

Belgesel filminizde göçmenlerin birinci nesilden bugüne kadar yaptıkları müzikten, icra ettikleri sanattan, yaşantılarından, tecrübe ettikleri ırkçılıktan, yolculuklarından ve aslında onların hayatını azınlık bir grup olarak farklı kılan şeylerden bahsediyorsunuz. Sanatçıların ortak noktalarından ve fikir ayrılıklarından da bahsedebilir misiniz? 

“Leiden-schafft” filminin en önemli ve vurgulayıcı yanının isminde gizli olduğunu düşünüyorum. Burada “Leiden” kelimesini keder olarak Türkçeye çevirdiğimizde, yokluktan bir şey meydana getirmek ve başarmayı anlatmaya çalışıyor filmin adı. Aynı zamanda “Leidenschaft” kelimesi tutku manasına geliyor. Tüm rap sanatçılarını, yani Killa Hakan’ı, Marteria’yı, Chefket’i ve beni de birleştiren nokta bu olsa gerek. Çünkü rap yapmak için çok fazla bir şeye ihtiyacınız yok aslında. Kâğıt, kalem, mikrofon ama en önemlisi yetenek ve gayret. Buna karşılık klasik manada müzik yapmak için, bir enstrüman öğrenip, müzik dersi almak gerekiyor. Rap ve hip-hop müzik kültüründe ise bahsettiğim gibi klasik anlamda bir enstrüman öğrenme ya da müzik dersi alma çoğunlukla söz konusu olmaz. Bizlerde de böyle bir şey söz konusu değildi. Bizi sanata yönlendiren birileri ya da yakınlarımız olmadığı gibi, klasik manada müziği öğrenme ihtimalimiz de bir hayli düşüktü.

Bugüne baktığımızda, şartlar tabii ki çok daha farklı. Rap artık hayatın her alanında. Radyoda, televizyonda ve daha birçok yerde. En önemlisi de dinleyici kitlesi farklılaştı; yaşlı, genç demeden rap artık herkesin dilinde. “Leiden-schafft” filminde yer alan sanatçılar Almanya’daki hip-hop ve rap kültürünün temelini atan ve bugünlere gelmesinde büyük katkıları olan insanlardan oluşuyor. Filmden de çok iyi anlaşılacağı gibi, hepimizi bu sanatı icra etmeye iten unsurlar aslında aynı. Farkındalığı oluşturan en önemli noktalardan bir tanesinin ise, bizim bu sanatın içeriğini ve konularını farklı alanlardan ele almamız olduğunu düşünüyorum.

Dil ve kültür bariyerleri ile savaşan bir kuşağın bugün Alman ve Avrupa müzik piyasasında yer edinmiş, yaşadığı topluma tamamen entegre olmuş, iki dilde şarkı söyleyen ve iki kültürel çevrede hareket eden çocukları var karşımızda. Birçok alanda iç içe girmiş ama bazen de çatışan kültürel alanları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Burada sosyal medya ile gelen bir değişim söz konusu. Sanatçılar artık sahne önünde ve arkasında yaşadıkları hayatın büyük bir bölümünü sosyal medya üzerinden takipçileri ya da hayranları ile paylaşıyor ve bu da onları daha ulaşılır kılıyor. Dolayısıyla sevdiğiniz sanatçının güncel hayatının tanığı veya bir parçası olabiliyorsunuz artık. Bu kolay erişilebilirlik ile sanatçıların genç nesil üzerindeki etkileri de artıyor. Bu etkileme sadece şarkılar ile de kalmıyor. Yaşam standartları, tarzları, felsefeleri, giyim kuşamları ve düşüncelerine kadar her şeyleri örnek alınıyor. 

Müziğin ve müzik kültürünün bu alanda uğradığı değişimlere paralel olarak kültürler arasındaki farklılıklarda da bir aşınma gerçekleşmiş olması muhtemeldir. Burada sanatçının herhangi bir sorumluluk bilinci ile yaklaşıp yaklaşmadığı önem arz ediyor. Her alanda olduğu gibi müzikte de çatışmaların ama aynı zamanda iç içeliğin olması normal. Müziğin kültürel anlamda geçirdiği değişimlerin nasıl gerçekleştiğini anlamak için, toplumsal değişimlere bakmak yeterli. Örneğin önceden yalnızca temizlikçi olarak okula girebilen başörtülü Müslüman bir kadın artık okula öğretmen olarak girme şansına ve imkânına sahip. Ve bu değişim süreci birtakım sürtüşme ve tartışmalar yaşanmadan gerçekleşmedi.

Mirza Odabaşı

Sizce müzik bir kimlik tanımlama aracı mıdır? 

Müzik benim için kesinlikle bir kimlik tanımlama aracıydı. Hip-hop ve rap müzik kültürü içerisinde en dengeli ve eşitlikçi insan topluluğunu gördüm ve hissettim diyebilirim. Eğer iyi bir sanatçıysanız iyi bir sanatçısınızdır. Nereden geldiğinizin ve nereye gitmek istediğinizin hiçbir önemi yoktur.

Göçmen kökenli bir öğrenci olarak okulda iyi bir not aldığınızda öğretmeninizden: “Bir yabancı için ortalama notun aslında gayet iyi.” cümlesini duyabiliyorsunuz. Dolayısıyla bu denli şirazesi kaymış bir dünyada hiçbir ayrım gözetmeyen böyle bir kültür platformu bulabilmek benim için çok önemliydi.

Sanat, sahne, ses ve kelimeler sizce güç müdür? 

Kesinlikle bu saydıklarınızın hepsi yerine göre güçtür. Neticede sanatçılar kadar siyasetçiler de benzer şekilde sahne, ses ve kelimelerin gücünü kullanıyorlar. Aynı zamanda sosyal medya artık sanatı ve kültürü farklı bir boyuta taşıyor. Sosyal medyanın sanatıma ve yaptığım işe çok farklı bir boyut kazandırdığını düşünüyorum ve bu sadece benim için geçerli olan bir durum da değil. Bilhassa hip-hop ve rap müziğinin göçmen kökenlileri agresif ve kriminal göstermesi veya öyle görünmek bir çaresizliğin göstergesi. Bunun altında yatan nedenleri araştırıp yansıtmanın bu anlamda çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bence sanat iyi niyetli olmak zorunda.

Dünden bugüne göçmenlerin müzikte edindiği yer ile birlikte stereotipler farklılaştı mı? Ya da bu başarılar zihinlerdeki şablonların aşılmasına vesile olabildi mi? 

Stereotiplerin farklılaştığını ya da çok değiştiğini düşünmüyorum. Zira bu stereotipler, onları temsil edip sahneye taşıyanlar için aynı zamanda çok ciddi bir para kaynağı teşkil ediyor.

Göçmen kökenlilerin müzik alanında edindikleri başarılar Avrupa’da yeni bir müzik akımının hatta yeni bir müzik kimliğinin ortaya çıkmasına yol açtı diyebilir miyiz?

Göçmenlerin Almanya’da ve Avrupa’daki varlığının günlük yaşam ve toplumsal hayat kadar müzik ve kültür alanlarında da etkileri olduğu tartışılmaz bir gerçek.

Genç neslin geleneksel müzik ile ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin bugün Almanya’da, Fransa’da ya da Avrupa’nın herhangi bir yerinde doğan ve yetişen göçmen kökenli çocukların neden “hâlâ” Türkçe müzik dinledikleri bir tartışma konusu. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geleneksel sanat üzerine yapılan tartışmalar biraz ana dil tartışmalarına benziyor. Belki de bu yüzden bir tartışma konusu teşkil ediyor. Bir kültürü anlayabilmek için sanat ve dil bakılması gereken önemli pencereler ve birden farklı kültür içerisinde yetişen insanlar için bu farklılıklar büyük bir şans ve fırsat anlamına geliyor. Çünkü bu çeşitlilik kişiye aynı zamanda kültürel bir zenginlik sunuyor. Bu nedenle belli topluluklar etrafında sınırlandırılmış her tartışmanın biraz gereksiz olduğunu ve içerisinde kötü niyetler barındırdığını düşünüyorum.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler