Mülteci Çocukların Kabusu: “Vazgeçme Sendromu”
Tam olarak anlaşılmamış tuhaf bir hastalık, mülteci çocuklar arasında hızla yayılıyor. Yaşadıkları yoğun stres ve korku nedeniyle derin bir travma geçiren çocuklar bir süre sonra kendilerini dış dünyaya kapatıyorlar.
Varşovalı fotoğrafçı Tomek Kaczor’a ait, 2020 Dünya Basın Ödülleri Yarışması’na aday gösterilen bir fotoğrafta mülteci kabul merkezinde tekerlekli sandalyede oturan bir kız görülüyor. Anne babasının yalnız bırakmadığı görülen Eva adlı Ermeni genç kız vazgeçme ya da geri çekilme sendromu olarak bilinen “resignation sendromu” nedeniyle girdiği katatonik komadan yeni uyanmış.
Polonyalı fotoğrafçı basına verdiği demeçte Eva’nın Ermenistan’ı siyasi nedenlerle terk ettiğini söylüyor. Ailesinin uluslararası korunma talebi İsviçre’de reddedilmiş, Polonya’ya yaptıkları iltica başvuruları da reddedilmiş; ancak Polonya’da temyize gitmişler. Fotoğrafçının açıklamalarına göre, İsviçre’deki resmî işlemler ve göç dairesi ile yapılan mülakatlar sırasında yaşadığı yüksek stres nedeniyle, genç kız her şeyden “vazgeçmeye” başlamış. Hareketsiz ve katatonik hâle geçmeden önce yemek ve içmekten kesilmiş; konuşmak ve yataktan kalkmak gibi gündelik eylemleri yapamaz duruma gelmiş.
Eva’nın durumuna benzer olarak, görünüşte sağlıklı olan çocukların birden tepkisizlik ve apati denilen kayıtsızlık halleri göstermeye başladığı başka vakalar da görüldü. İsviçre’deki pek çok mülteci çocukta ve Avustralya’nın Güney Pasifik Nauru Adası’ndaki deniz aşırı göçmen gözaltı merkezindeki çocuklarda da söz konusu vazgeçme sendromuna rastlandı.
Sancılı İltica Süreci Travmaya Yol Açıyor
İsviçre’de yapılan çalışmalar, ailelerinin sınır dışı edilme prosedürlerini stres, travma ve korkuyla bekleyen göçmen çocukların reddetme sendromu geliştirebildiğini gösteriyor. Çocuk kendisini tamamen dünyaya kapatmadan önce, sosyal aktivitelerden kendini çekme ve daha az konuşma semptomları göstermeye başlıyor. Bu çocuklar, genellikle gözlerini kapatıyor ve konuşmayı, yemeyi ve içmeyi bırakıyorlar. Daha şiddetli durumlarda ise, koma benzeri katatonik bir duruma geçerek bu halde aylarca ve hatta yıllarca kalabiliyorlar.
Son yıllarda bu alışılmamış sendrom İskandinav ülkelerindeki yüzlerce çocuğu etkiledi. Etkilenenlerin büyük bir kısmı 90’lı yıllarda Sovyet ve eski Yugoslavya Birliği’nden aileleriyle birlikte zulümden kaçarak sığınma arayışıyla gelen çocuklardı.
En savunmasız olanlar ise aşırı şiddete maruz kalan ya da aileleri tehlikeli koşullardan kaçan çocuklar. Bu çocukların birçoğu, psikolojik ya da fiziksel travma geçirmiş oluyor. Gençler, kendi ülkelerinden kaçmanın yanı sıra, iltica işlemlerinin İsveç göçmenlik bürosunda yıllarca sürmesinden dolayı uzun süre belirsizliğin getirdiği stresle karşı karşıya kalıyor. Ülkenin mültecileri kabul etmedeki istekliliğine rağmen işlem sürecinin çok uzun olması, bu tür vakaların ülkede çok fazla görülmesinin sebeplerinden biri olabilir.
Elisabeth Hultcrantz ve Anne-Liis von Knorring tarafından 2019’da yapılan bir çalışmada, araştırmacılar bu rahatsızlığı en şiddetli şekilde peş peşe geçiren 46 çocuğun olduğunu tespit ettiler. Bu çocuklar hiçbir yanıt veremiyorlardı. Acıya, soğuk havaya ya da dokunmaya tepkisizlerdi. Oturmaları ya da ayakta durmaları sağlanamıyordu ve kendilerinden istenilen hiçbir komutu yerine getiremiyorlardı. 2017’de Londra’da yaptığı bir sunumda Dr. Hultcrantz, resignation sendromu teşhisiyle tedavi etmiş olduğu çocukların tamamının aile üyelerinin geçirdiği travmalara tanıklık ettiğini açıkladı.
2018’de Uluslararası Toplumsal Psikiyatri Dergisi’nde (İng. “International Journal of Social Psychiatry) yayımlanan bir makale, İsveç hükûmetinin sendromdan etkilenmiş çocukların “kendi toplumlarının sözsüz kurallarına bağlı olarak” ve doğrudan hiçbir harici teşvik olmaksızın “bilinçaltı düzeyinde yaşama isteklerinden vazgeçiyor olabileceklerini” öne süren raporuna atıfta bulunuyordu. Makalede ayrıca, İsveç’teki sağlık uzmanlarının bu çocukların sınır dışı edilme ihtarını aldıktan sonra komaya benzer bir vaziyete girdiklerini doğruladığını, ancak yapılan testler sonucu bu çocuklarda herhangi bir beyin lezyonuna rastlanmadığı belirtiliyordu.
Makale ayrıca, İsveç’teki bu çocuklarda görülen semptomların türünün kültürel bağlamda açıklanabileceğine dikkat çekiyor. Bu sendrom çocukların yaşadıkları travmanın bir tür dışavurumu. Bu rahatsızlığın görüldüğü hastaların büyük bir çoğunluğu, hâlihazırda birkaç yıldır İsveç’te yaşıyor. Resignation sendromundan mustarip çocuklarla ilgilenen bir grup doktor, ailelerinin İsveç’te oturum izni almalarından aylar sonra bu çocuklarda ilerleme gözlemlediklerini belirtiyorlar. Birçok psikolog, kalıcı oturumun sağlanmasının bu çocukları yaşama geri döndüreceğine inanıyor. Ülkede kalma hakkı bu vaziyeti değiştirebilir ve bu çocukların yaşama umutla bakmalarına, yaşamaya değer bir şeylerin olduğuna inanmalarına olanak sağlayabilir.
Umutsuzluk Sendromu: Vazgeçme
İsveç dışındaki mülteci topluluklar arasında, örneğin Avustralya’nın Nauru adasındaki zorlu koşulların hüküm sürdüğü denizaşırı mülteci gözaltı merkezinde de resignation sendromu vakalarına rastlandı. Economist Dergisi’nin haberine göre, bu gözaltı merkezinde bazı tutuklu çocuk mültecilerde “travmatik geri çekilme sendromuna” rastlandı.
Nauru’da mülteci gözaltı merkezindeki Sınır Tanımayan Doktorlar’a (MSF) bağlı çocuk psikiyatristi Patrícia Cavalcanti Schmidt, Nauru’da 2018 Nisan-Ekim aylarındaki çalışma tecrübelerine dayalı bir rapor yayımladı. Schmidt, altı aylık görevinde çocuklara ve gençlere tedavi sağlamış. Tedavi altındaki 16 gençten 7’si ilaç tedavisi görmüş. Raporda ele alınan hastalar, yaşları 10, 12, 15 ve 18 olan 1’i erkek 3 kız çocuğundan oluşuyordu. Depresyon belirtileri gösteren bu genç bireylerde sonra toplumsal izolasyon görülmüş ve nihayetinde hastalar, acı verici uyarıcılara bile cevap veremeyecek, gıda ve sıvı alımını da reddeden bir noktaya gelmişlerdi.
Pek çok mülteci aile, Nauru mülteci merkezinde kalma deneyimlerini, anksiyete (kaygı) bozukluğu, depresyon ve post travmatik stres bozukluğu dahil olmak üzere, şiddetli ruhsal sorunlara neden olan, sonu belli olmayan, uzatmalı bir hapishane olarak tanımlıyor. Tıbbi gözlem altındaki vakalara, özgürlüğün kısıtlanması, umutsuzluk ve insani nitelikleri kaybetmenin sonuçları damga vuruyor.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) tarafından belirlenen söz konusu çocukların yanı sıra, resignation sendromuyla uyumlu, Nauru’daki diğer sağlık kuruluşlarınca tedavi edilen başka vakalar da tespit edildi. Birden çok kaynaktan edinilen bilgiye göre, Nauru’ya gönderilenler arasında bu tuhaf psikolojik rahatsızlığın belirtilerini gösteren bir dizi mülteci çocuk var. Yaygın reddetme sendromu, (İng. “Pervasive Refusal Syndrome”) yıllardır Nauru’daki birçok çocuğun yaşam gerçekliği.
Avustralya’nın sert sınır politikası, Temmuz 2013’ten bu yana tekneyle gelen insanların, sığınmacı bile olsalar, ülkeye girişlerini engelliyor. Avustralya’ya gidemeyen, Yeni Zelanda ya da Amerika’ya kabul edilmeyen ve vatanlarını terk etmek zorunda kalmış bu çocuk sığınmacılar artık hiçbir ümit kalmadığını hissediyor ve bu da pek çoğunda hayata dair isteksizlik oluşturuyor.
Sığınmacı Kamplarındaki Kötü Şartlar, Şiddet ve İstismar
Yunanistan’ın Midilli Adası ise mülteciler arasında resignation sendromu vakalarının görüldüğü bir başka yer. Geçtiğimiz sene kötü koşullarıyla gündeme gelen meşhur Moria mülteci kampında bu hastalığın belirtilerini gösteren çocukların sayısı artıyor.
Midilli Adası’ndan Nörolog Jules Montague’nin Ekim 2019 tarihinde Guardian’da yayımladığı raporda, Afganistanlı 9 yaşındaki Ayesha “neredeyse hareketsiz” olarak tanımlanıyor. Ayesha her sabah yüzünü elleriyle kapatıyor. İki hafta boyunca gözlerini açmayan küçük kız konuşmuyor ve yürümüyor. Bu sendromun semptomları küçük kızın ailesiyle yaşadığı çadırın hemen yanında bir erkek çocuğunun bıçaklanarak öldürülmesinin ardından başlamış.
Montague, memleketlerindeki çatışmalardan kaçmış olan çocuklarda görülen travmanın psikolojik etkilerini araştırırken, Moria kampında ya da Yunan adalarındaki diğer aşırı kalabalık ve bakımsız kamplarda kalan çocukların “çok az iyileşme umudunun” olduğunu fark etmiş. Moria’da çadırlarda ve konteynırlarda 3.000 kişilik bir alanda yaklaşık 13.500 kişi yaşıyor. Midilli Adası’ndaki çocuk mülteciler ve göçmenler, gıda, barınma, eğitim ve çoğunlukla aile desteğinden mahrumlar. Kampta, çocuklara yönelik cinsel saldırılar da yaygın.
Sınır Tanımayan Doktorlar bünyesinde çalışan psikolog ve ruhsal sağlık uzmanı Danimarkalı Psikolog Mozhdeh Ghasemiyani, 15 yıldır travmatize olmuş mülteci çocuklarla çalışıyor. Ghasemiyani, Midilli Adası’ndaki kampa pek çok kez görevli olarak gitmiş, yaşları 3 ila 12 arasında değişen, yürüyememe, ya da herhangi bir göz teması sağlayamama ve yemeyi reddetme gibi belirtiler gösteren sığınmacı çocuklarla konuşmuş.
Ghasemiyani durumu şöyle açıklıyor: “Çok ama çok tehlikeli bir sendrom, zira çocuklar tamamıyla kendilerini kapattıklarında, onlarla çalışmak mümkün olmuyor. Tehlikede oldukları sürece, bu çocukların ruhsal ve fiziksel engelli olma riski çok büyük. Asıl korkutucu olan şey bu.”
Doktor ayrıca, Moria kampında tecavüze uğramış 12 yaşındaki bir erkek çocuğundan bahsederek, uğradığı cinsel saldırının, önceki travmatik deneyimini daha da artırarak reddetme sendromunu tetiklemiş olabileceğini söylüyor.
“Güven Hissine İhtiyaçları Var”
Ghasemiyani ve diğer Danimarkalı doktorlar, sendrom belirtileri gösteren çocuk sayısının geçtiğimiz yıl arttığını fark etmişler. Bu artışta Irak’taki Suriyeli çocuk sığınmacılar ve Yunan Moria kampındaki çeşitli uyruktan göçmen çocuklar var. Ghasemiyani bu çocukları içinde bulundukları zor durumdan çıkarmak için güven duygusunun anahtar rol oynadığını vurgulayarak, “En önemli şey, onları kriz durumundan kurtarmak ve güvende olduklarını hissetmelerini sağlamak” diyor.
Ghasemiyani ayrıca, bu rahatsızlığı yaşayan genç göçmenlerin, uzun vadeli, bütüncül bir tedaviye ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ona göre bu tedavi, psikolojik travma yaşayan çocuklar ve ergen bireylerle doğrudan çalışmayı ve etrafında neler olup bittiğini onlara açıklayabilecek ebeveynlerinin desteğini de kapsıyor. İyileşme ve tedavi sürecinin, çocukların normal hayatlarına devam edebilmesi için 1 ila 2 yıl sürebileceği belirtiliyor.
[…] Perspektif […]