Avrupa’da Gençlerin Türkçe Edebiyata İlgisi Nasıl?
Avrupa’da Türkçe edebiyat her ne kadar ilk ve ikinci neslin edebiyatı olarak tasavvur edilse de bugün üçüncü nesil Türkiye kökenli gençler de Türkçe şiir, öykü ve roman yazıyor. Ömer Faruk Bağ, Ecem Tuba Hızarcı ve Mehmet Bolat ile Avrupa’da Türkçe edebi eser üretimi hakkında konuştuk.
Avusturya’nın Viyana şehrinde doğup büyüyen ve Viyana Üniversitesi’nde matematik dalında doktora yapan Ömer Faruk Bağ, 18 yaşından beri şiir yazıyor ve şiir çevirileri yapıyor. Fransa’nın Mont-Saint-Martin şehrinde doğan ve Belçika’da Namur Üniversitesi’nde eczacılık eğitimi gören Ecem Tuba Hızarcı ise 2018’den beri Wattpad elçisi olarak görev yapıyor. Kendisi Fransızca ve Türkçe dillerinde fantastik ve mitoloji türlerinde öykü ve roman yazıyor. Almanya’nın Krefeld şehrinde doğup büyüyen, İngilizce ve Fransızca öğretmenliği alanında lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamlayan Mehmet Bolat ise öykü türünde eserler veriyor. Kendisi aynı zamanda 2019 yılında YTB Türkçe Ödülleri yarışmasında öykü dalında üçüncülük elde etmiş. Üç ismin de ortak noktası: Türkiye dışında Türkçe edebiyat yapmaları.
Edebiyat ile Kurulan İlk Bağ ve İlk Eserler
Üç genç yazarın edebiyatla tanışması birbirinden çok farklı şekillerde olmuş. Bağ, çok saygı duyduğu bir edebiyat hocasının iğneleyici konuşmasının ardından divan edebiyatı ile tanıştığından ve çok geçmeden ilk şiir denemelerini yazmaya başladığından bahsediyor.
Hızarcı ise, hayatındaki birçok farklı faktörün edebiyat ile ilişkisine katkısı olduğunu söylüyor. Annesinin kendisine sürekli kitap okuması ile başlayan bu süreç, ailece yaptıkları seyahatlerin dünya edebiyatına olan ilgisini arttırması ile devam etmiş. Yazmak ve okumak hususunda Fransızca öğretmenlerinin de desteğini alan Hızarcı, küçük yaşlardan itibaren kendisini büyüleyen fantastik ve mitolojik öyküler yazmaya başlamış.
Bolat’ın edebiyat serüveni ise üniversite yıllarında, bir arkadaşı vesilesiyle okumaya başladığı Paulo Coelho’nun Simyacı kitabıyla başlamış. İlk öyküsünü 2019 yılında yazan Bolat, öykülerini daha çok güncel hayattan ve tecrübelerinden yola çıkarak yazıyor. Öykülerindeki arada kalmışlık metaforu kendisini şiddetli bir biçimde hissettirirken, diasporanın temel meseleleri de bu öykülerde ağırlıklı olarak kendisine yer buluyor.
Avrupa’da Edebi Eser Üretimi: Ama Hangi Dilde?
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yetişen gençler, bir edebi eser kaleme alacakları zaman hangi dili önceler? Köken dillerini mi yerel dillerini mi? Yahut herhangi birini öncelemek zorundalar mı?
Hızarcı iki dilde de aynı sıklıkta yazdığını ifade ediyor. Yine de yazmaya başladığı ilk dönemlerde Fransızcasına daha çok güvendiği için, Fransızca yazdığını ekliyor. Her iki dilde kendisini geliştirmek için özel bir çaba sarf ettiğinden bahseden Hızarcı, bilhassa Türkçe kelime hazinesini geliştirmeye özen göstermiş: “İkidilli olmak ve iki dilde yazmak benim için büyük şans ve zenginlik. Bu durum yazı tarzıma pozitif bir etki katıyor. Küçüklüğümden beri iki kültürü aynı anda yaşadım ve bunun hayal gücüm üzerine pozitif bir etkisi olduğuna inanıyorum. Öte yandan bazı dezavantajları da olabiliyor, mesela bazen Fransızca düşündüğüm bir cümleyi fark etmeden Türkçe diline döküyorum. Bazen tam tersi de olabiliyor.”
Bolat ise ağırlıklı olarak Türkçe yazdığından bahsediyor: “Her dilin benim için ayrı bir fonksiyonu, zihnimde ve kalbimde ayrı bir yeri var. Duygularımı ifade etmek istersem, bunu en rahat bir biçimde Türkçe yapıyorum. Hissettiğim, sevdiğim, etkilendiğim dil Türkçe. Almanca yazdıklarım daha bilimsel ve bilgi ağırlıklı yazılarken, Türkçe yazdıklarımı daha çok duygu ağırlıklı yazılar oluşturuyor. Ayrıca Türkçe yazdığım bazı öyküleri Almancaya çevirmeyi de düşünüyorum. Bu kadar çeşitli grubun yaşadığı bir ülkede, yazdıklarımla daha çok kişiye seslenmek istiyorum.”
Bağ ise eserlerinde hangi dili kullanacağına, yazdığı eserle ulaşmak istediği kitleye göre ve o dildeki boşluğa ve ihtiyaca göre karar verdiğini ifade ediyor. “Almanca ve Türkçe dilinin kullanımı hususunda, birinin diğerine nazaran aşılamayacak zorluklar arz ettiğini düşünmüyorum. Fakat Türkçe yazılanı, muhatabına ulaştıracak vasıtaların daha çok olduğunu düşünüyorum.” diyen Bağ, eserlerini yazarken ikidilliliğin üsluba ve dili kullanış biçimine nasıl yansıdığı sorusuna ise şöyle cevap veriyor: “Herkes içinde bulunduğu şartlardan etkilenir. Fakat üzerindeki etkiyi, kişinin kendisinden ziyade başkaları daha iyi takdir edebilir. Ben mümkün olduğunca bir dilden diğerine kelime katmamaya çalışıyorum. Bir dilde o kelimenin karşılığı varsa onu kullanmayı tercih ediyorum.”
Genç Yazarları Ne Motive Ediyor?
Bolat, yazmanın alternatif bir gündem oluşturduğu ve edebiyatın yaşanılanlarla başa çıkmanın bir yolu olduğu kanaatinde: “Etkilendiğim olayları dile getirmenin tesirli bir yöntem olduğunu düşünüyorum, fakat yazmak çok daha etkili. Çünkü yazdığımızda bir düşünceyi yahut bir duyguyu nasıl ifade etmek istediğimizi düşünüyor ve böylelikle yaşadıklarımızı içimizde öğütme fırsatı buluyoruz. Böylece kendi içimizde tekrardan gözden geçirme şansına sahip oluyoruz.”
Erken yaşta doğaüstü olaylar barındıran kısa hikâyeler yazan Hızarcı, yazma motivasyonunu şöyle açıklıyor: “Kafamda belirlenen bazı hikâyeleri kaleme döküp o şekilde canlandırmak istiyordum, beni yazmaya iten ilk sebep buydu. Bu hâlâ motivasyonlarımdan biri olmakla birlikte, üzerine farklı motivasyonlar da eklenmiş durumda. Bunlar kendimle yüzleşmek yahut karşılaştığımda beni etkileyen olayları farklı bir şekilde tekrardan yaşamak gibi şeyler. Uzun zamandır gördüğüm rüyaları devam ettirmeye çalışıyorum. Bu da kendimce bir motivasyon ve büyük bir ilham kaynağı.”
Avrupa’daki Türkiye Kökenli Gençlerin Edebiyata İlgisi Ne Durumda?
Ülkelerinde bulunan Türkiye kökenli gençlerin edebiyata ilgisi hususunda üç genç yazar da aynı fikirde: Edebiyatla ilgilenen gençlerin sayısı çok az. Yine de Hızarcı Fransa’da git gide daha çok Türk edebiyatıyla ilgilenen genç gördüğünü ve gelecekte daha büyük bir kesimin edebiyata ilgi göstereceğini umuyor. Güncel durumun muhtemel sebeplerine dair eklemede bulunuyor: “Az ilginin sebebi ailelerin yeteri kadar çocuklarını bu konuda desteklemiyor olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bunun sonucunda da gençler edebiyatı bir öncelik olarak görmüyorlar.”
Edebiyata ve hususen Türkçe edebiyata ilgisi olanların sayısını az bulan Bağ, bunların arasında konuya gereken önemi verenleri ve fiilen yazanları daha da az bulduğunu ifade ediyor: “Günümüzde ‘edebiyatçılığın’ veya ‘yazarlığın’ ayrı bir meslek olarak telakki edilmesi ve bunların rahat bir hayat vadetmiyor olması olası sebeplerden biri olabilir. Doğu’da veya Batı’da yüzyılların unutturmadığı şairlere bakacak olursak, çoğunun aslında başka bir meslek sahibi olduğunu görürüz. Bir çoban, oduncu veya denizci de olabilir, bir müderris, tabip veya kadı da olabilir. Öyleyse yazmak için edebiyat fakültesi bitirmiş olmaya gerek yok.”
Bolat Krefeld’de Anadolu Okuma Evi adı altında bir kütüphane kurulduğundan ve kendisinin de bu kütüphaneyi 1,5 yıldır yönettiğinden bahsediyor. “Yıllardır gençlerin okumadığına dair genellemeler yapılıyordu. Ben bunu son 1,5 sene içerisinde çok daha iyi idrak ettim.” diyen Bolat, yeni nesillerin edebiyata ilgilerinin düşük seviyede seyrettiğinden bahsediyor ve bu durumu şöyle açıklıyor: “Ben az okumanın kültür ve eğitim ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Çocuklar ailelerin söylediklerini değil, yaptıklarını taklit ederler. Ailede böyle bir alışkanlık olmadığında okuma alışkanlığının çocukta kendiliğinden oluşması da pek mümkün olmuyor. Yazmanın önünde gereğinden fazla had bilme ve kendini yazmaya layık görmeme de büyük bir engel teşkil ediyor.”
Ellerini Kalem ve Kâğıda Uzatamayan Gençlere Öneriler
Bağ özellikle şiir yazmak isteyen gençlere hitaben şöyle bir tavsiyede bulunuyor: “Her şey gibi şiir de boşlukta çıkmaz ortaya. Şairin yetişmesi için gereken ortamların birisi de şiir meclisleridir. Muhtelif şekillerde yaşadığımız beldelerde düzenli şiir meclisleri kurmalıyız. Örneğin biz Viyana’da birtakım arkadaşlarla bir yılı aşkın bir süredir Yunus Emre Divanı’nı okuyoruz. Farklı fikirler de denenebilir, ama bir telif veya tercüme olacaksa böyle uzun soluklu tezgahlardan geçmiş olması lazım.”
Yazı dünyasına kendisinin de yeni girdiğini belirten Hızarcı, gençlerin yazıya yatkınlıkları varsa bunu kesinlikle önemsemeleri gerektiğini söylüyor: “Sıklıkla yazmaları ve yazıları hakkında fikir almaları çok önemli. Eğer hayatınızda yazı önemli bir yer alıyorsa bunun peşinden gitmeniz gerek. Bu sırada etrafınızda sizi destekleyen kişilerin olması da önemli.”
Bolat ise yazarken kurulması gereken dengeden bahsediyor. Genç yazarların kendilerini yüceltmelerini doğru bulmadığı gibi aynı zamanda gereğinden fazla had bilmenin de yazma hususunda gençleri tıkayacağına inanıyor: “Başarılı yazarlar çok iyi olduklarını düşündükleri için yazmadılar, yazmaya şans verdikleri için güzel eserler ortaya çıkarabildiler. Yazmak insanın kendisi için, kendisine bile itiraf edemediği şeyleri yazması olarak da görülebilir. Bu bağlamda yazmak belki bir psikolojik tedavi yöntemi olarak da algılanabilir. Yazarak kaybedilecek bir şey yok gerçekten.”