Avusturya’da “Big Brother” Kurumuna İhtiyaç Var mı?
Avusturya’da “Siyasal İslam Takip Merkezi” gündemde. Kurulacak merkez, ülkedeki Müslümanların toplumsal gerçekliğinin çok gerisinde.
Hatırlanacağı üzere Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Yeşiller Partisi arasında kurulan hükümetin hedefleri arasında ülkede var olduğu düşünülen “siyasal İslam” akımlarıyla ilgili bir dokümantasyon merkezinin kurulması da yer alıyordu. Başta Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) olmak üzere bazı Müslüman kuruluşların tepkisine neden olan bu hedef hükümet programının,
- 52. sayfasında “Anma Kültürü” başlığı altında “antisemitizm, dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (“siyasal İslam”) ve 21. yüzyılda ırkçılık sorunları için araştırma ve dokümantasyon merkezinin kurulması”,
- 206. sayfasında “Entegrasyon ve Eğitim” başlığı altında Avusturya Anayasası’nın “esaslarına karşı duran dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (“siyasal İslam”) gibi ideolojilerin manipülasyonu ve yayılmasıyla mücadele edileceği”,
- 219. sayfasında “Ekstremizm ve Terörizme Karşı Önlemler” başlığı altında “sağ ekstremizm ve dinî motivasyonlu siyasal ekstremizme (siyasal İslam) karşı eylem planının hazırlanacağı”
- ve son olarak “dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (siyasal İslam) hakkında bilimsel araştırmanın, dokümantasyonun, hazırlığının ve ayrıca aydınlatma ve önlem çalışmalarının yapılacağı, daha iyi koordine edileceği bağımsız, devlet tarafından meşrulaştırılmış bir dokümantasyon merkezinin kurulması” şeklinde ifade ediliyordu.
Azınlıklarla ilgili daha itinalı bir tutum içerisinde olan Yeşiller Partisi’nin hükümet ortağı olmasına rağmen bu maddelerin yer almış olması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Zira “siyasal İslam” gibi karmaşık ve tartışmalı bir kavram kullanılarak din özgürlüğü kapsamına giren temel haklarla ilgili ciddi bir takım kısıtlamalar gündeme gelebilirdi. Ayrıca Müslümanlar arasında belirli bir kesim töhmet altında bırakılabilir; potansiyel suçlu ve şüpheli muamelesi görebilirdi.
Gözetleme Merkezine Giden Yolda Olaylar Silsilesi
Avusturya’da koronavirüs krizinin önceki aylara kıyasla hafiflemesinin ardından bu hedefin uygulanması yönündeki adımlar da somutlaşmaya başladı. Avusturya Entegrasyon Bakanı Susanne Raab, temmuz ayının ortasında yaptığı basın toplantısıyla “Siyasal İslam Takip Merkezi” (Alm. “Dokumentationsstelle Politischer İslam”) olarak Türkçeleştirebileceğimiz birimin kuruluşuna ilişkin somut bilgiler verdi. Bakanlık, merkezin başına gelecek kişinin belirlenmesi maksadıyla iş ilanına çıktı ve tespit ettiği uzmanlarla bir açılış toplantısı yaptı. Bu görüşmenin ardından yapılan basın toplantısında yedi kişilik bir ekiple “siyasal İslam’ın, yapılarının ve ilgili paralel toplumların araştırılacağı” belirtildi. Bakan Raab’a göre bu merkezde dinî saikli ekstremizm ve bu ideolojiyi savunan dernekler hakkında kurumlara, siyasete ve kamuoyuna “bilgi” üretilecekti. Böylelikle anayasal düzen açısından tehlikeli bulunan bir dinî grup hakkında şeffaflığın sağlanacağı iddia ediliyordu.
Bu arada bu basın toplantısına kadar uzanan birkaç haftalık süreçte “acaba kurulacak olan Siyasal İslam Takip Merkezi için gündem mi ısıtılıyor” şüphesini uyandıran iki olay yaşandı. İlkinde Türkiye Cumhuriyeti Viyana Büyükelçisi’nin bir konuşması siyasetin olağanüstü tepkisini çekti. Bir STK etkinliğinde konuşma yapan Büyükelçi, diplomatik nezaketi aşan ve ev sahibi ülkenin -veya herhangi bir ülkenin- vatandaşlarına karşı saygısızlık olarak kabul edilebilecek sözler sarf etti. Mesele diplomatik teamüller doğrultusunda Avusturya Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına uyarı mahiyetinde bir nota ile iletildikten sonra, Büyükelçi’nin geri çekilmesi talep edilebilirdi. Nihayetinde büyükelçi kaynaklı bir sorun iki ülke arasında görüşülerek sorun olmaktan çıkartılabilirdi. Bu sayede Büyükelçi’nin konuşmasına ev sahipliği yapan Avusturyalı derneklere şüpheli muamelesi yapılmazdı.
Ama sanki fırsattan istifade olay bir iç politika malzemesi hâline getirildi. Entegrasyon Bakanı Raab, Büyükelçi’yi görüşmeye çağırarak uyarıda bulundu. Bununla da yetinilmedi. Avusturya Başbakanlığı bünyesinde olayla ilgili 20 sayfalık bir rapor hazırlandı. Raporda bir yandan olay hakkında somut bilgilere yer verildi; diğer yandan da Türkiye’deki “Siyasal İslam” ve bunun Avusturya’ya etkileri üzerinde değerlendirmeler yapıldı.
İkinci olay Viyana’nın Favoriten bölgesinde Türkiye kökenli iki grup arasında yaşandı. Avusturya basınında, bu bölgede yürüyüş yapan “Kürtlere Türk gençlerin” saldırdığı yazıyordu. Basın, birkaç gün devam eden olaylar hakkında genişçe haber yaptı. Bu durum karşısında doğal olarak siyasilerden, paralel topluma ve Türkiye’nin Avusturya’ya müdahale etmesine fırsat verilmeyeceği yönünde beyanatlar geldi. İşin düşündürücü tarafı ise olayların çıkış noktasıydı. Çünkü normal şartlarda Türkiye’de PKK’ya karşı bir operasyon düzenlendiğinde veya HDP bağlamında politik bir olay olduğunda bu akımın Avrupa’daki taraftarları sokağa çıkardı. Türkiye’de bu çerçevede sıra dışı bir olay yokken Avusturya’da bu kesimin sokağa çıkması ilginç bir durumdu.
Sebepler veya sonuçlar ne olursa olsun bu iki olay Raab’ın işine yaradı ki, olaylardan sonra yaptığı açıklamalarda Siyasal İslam Takip Merkezi’ne ne kadar ihtiyaç duyulduğuna işaret etti. Onun anlayışına göre bu olaylar, Avusturya’da paralel toplumun varlığının ve bir “siyasal İslam” partisi olan AKP’nin Avusturya’ya yönelik etkisinin kanıtıydı.
Zorlama Bir Süreci Yorumlamak
Siyasal İslam Takip Merkezi’yle ilgili olaylar silsilesini bu şekilde özetledikten sonra meselenin diğer boyutuna, yani olayların nasıl anlaşılabileceği ve yorumlanabileceği kısmına geçebiliriz. Tabii bunu yaparken başlangıçta yorumlama işinin zorluğunu hesaba katmak gerek. Çünkü Avusturya hükûmeti, kendi kurguları içerisinde zorlama bir süreç yürütüyor. Yani bir yandan Avusturya’daki -muhafazakar- Müslümanların realitesiyle örtüşmeyen, diğer yandan da birbiriyle alakası olmayan faktörleri bir araya getirerek politik mesele yaptığı ve tehlikeli gördüğü konu sanki günlük hayatta karşılaşılan bir olguymuş gibi hareket ediyor. Bu açıdan bakarak gelişmeleri anlamayı zorlaştıran unsurlara yer verebiliriz.
Öncelikle Avusturya’da 80’ler veya 90’larda “Siyasal İslam Takip Merkezi” gibi bir yapının kurulması gündeme gelmiş olsaydı, bu tarz fiyasko bir girişim galiba daha normal karşılanabilirdi. O dönemin Avusturya göçmen Müslüman toplumunda böyle bir kurumu gerekli kılan unsurlar söz konusu olabilirdi. Nihayetinde yerleşik hâle gelmemiş, geri dönüş düşüncesinin belirleyici olduğu ve bu nedenle anavatana dair siyasi ve ekonomik gündemin ağır bastığı göçmen topluluklar söz konusuydu. Dolayısıyla dindar-seküler, sağ-sol tüm göçmen gruplarda, bu grupların oluşturduğu yapılarda -cami dernekleri, kültürel dernekler- anavatanın gündemi daha etkindi. Bu gruplar Avusturya düzenine özde ve sözde daha yabancıydı. Bunun üzerine devletin -bu grupların yeni olması nedeniyle- gruplar hakkındaki olası bilgisizliği de hesaba katıldığında böyle bir yapının o dönemde kurulması anlaşılır olabilirdi.
Aradan geçen yaklaşık 60 yıllık bir dönemin ardından -Bakan Raab’ın açıklamalarından yapılabilecek çıkarımlara ve Viyana olaylarıyla ilgili rapora göre hedef tahtasında yer alan- muhafazakar Müslümanların geçirdiği evreleri de dikkate alarak, bugün Siyasal İslam Takip Merkezi gibi bir yapının kurulmasını anakronik, çağdışı ve reaksiyoner bir adım olarak değerlendirmek mümkün. Avusturya’daki Müslümanlarla ilgili toplumsal realite, Bakan Raab’ın zihnindeki şüphe kurgusundan çok farklı ve onun ötesinde bir noktada. 60 yılı aşkın bir süredir -muhafazakar- Müslümanlar Avusturya’da yaşıyor. Bu zaman zarfında birden fazla sosyolojik süreci aşarak bu günlere geldiler.
Bugün itibarıyla baktığımızda muhafazakar Müslümanlar içerisinde hayatı omuzlayan ana kesimin ikinci ve üçüncü nesilden oluştuğunu gözlemleyebiliriz. Bu kişiler hayatlarının neredeyse tamamını Avusturya’da geçirmiş, dolayısıyla Avusturya’ya olan bağları çok daha güçlü. Viyana, Bregenz veya Linz, onların memleketi. Avusturya’daki anayasal düzenle sorunları olmadığı gibi İslam ülkelerindeki yıkıcı gelişmeleri de eleştirel gözle takip ediyorlar. Hatta Türkiye kökenliler arasında iktidarın geldiği otoriter çizgi açısından ciddi hayal kırıklığı yaşayanlar var. Bu kesimin kurduğu sivil toplum kuruluşları da Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi çok daha fazla Avusturyalı. Bütün bunlar bu kesimde Avusturya topluluğuyla bütünleşme, daha da yerelleşme açısından hiçbir sorun olmadığını anlamına gelmiyor elbette. Fakat muhtemel eksiklikleri gidermek için polisiye gözetleme kurumundan ziyade realiteyle örtüşen proje desteklerine ve işbirliklerine ihtiyaç var.
Müslümanları Kamuoyu Nezdinde Şüpheli Duruma Düşürmek
Dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta, Viyana İslam Federasyonu (IFW) ve Avusturya Türk İslam Birliği (ATİB) gibi İslami cemaatlerin, daha doğrusu bu kuruluşların yönettiği camilerin oynadığı rolle ilgili. Bu kurumların camilerine her kesimden Müslüman, dindarlık derecesine veya dinî ihtiyaçlarına göre gider. Sağcı, solcu, muhafazakar, liberal veya sosyal demokrat kesimden, kimisi günlük beş vakit namaz, kimisi bayram namazı, kimisi de cenaze namazı için camileri ziyaret eder. Dolayısıyla her bir cami o bölgedeki Müslüman kesimin dinî merkezidir. Yerel ölçekte geçerli olan bu durum, federal ölçekte IFW veya ATİB’in Avusturya’da anayasal düzen içerisinde din özgürlüğü kapsamında dinî hizmetler veren ve gerektiğinde dinî haklar için mücadele eden kuruluşlar olmasına kadar uzanır. Bu kuruluşları doğrudan veya dolaylı olarak mesele yapmak, bu camileri mesele yapmaktadır.
Takip Merkezi gibi bir kurumun kurulması dolaylı olarak Müslüman bireylerin dinî yaşamlarına politik müdahale anlamına gelir. Bu kurumun yaptığı çalışmalarla kamuoyunda estireceği hava ister istemez bu yöne götürür. İslami muhafazakar kesimi kamuoyu nezdinde şüpheli konuma düşürmek, çoğunluk toplumla ilişkisini ve güvenini zedeleyici bir şekilde adım atmak, entegrasyon bakanının yapabileceği bir icraat olmasa gerek. Şayet anayasal düzen ve ceza hukuku açısından sorunlu bir unsur varsa Avusturya gibi Avrupa’nın en köklü ve imparatorluk geçmişine de sahip olan bir ülkede bunu takip edecek güvenlik, istihbarat ve yargı kurumları yeterince vardır.
“Siyasal İslam”, her aktörün kendine göre yorumladığı, klasik Müslüman coğrafyada; yani Türkiye, Mısır, İran veya Suudi Arabistan gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki din-siyaset ilişkisi ekseninde gelişmiş bir fenomen. Kökeni bu coğrafyadaki 1. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan dönüşüm ve kırılmalara dayanıyor. Bu mahiyetteki bir kavram bugünkü Avusturya Müslümanları açısından ne manaya geliyor? Onların toplumsal realiteleriyle sosyolojik açıdan ne kadar örtüşüyor, gerçekliklerini ne kadar yansıtabiliyor? Bu tespit ve soruları göz önünde bulundurduğumuzda “Siyasal İslam” merkezli tanımlama çabalarını dış kaynaklı bir gömleğin içerde yerelleşme sürecinde olan bir kesime –biraz da zorla- giydirilmesi olarak değerlendirmek mümkün. Halbuki asıl ihtiyaç olan içerdeki bu kesimi kendi iç dinamikleriyle inceleyerek yeni ve daha gerçekçi kavram ve yaklaşımların üretilmesi.
Avusturya’da Köklü Kurumlar Mevcut
Bu üç nokta, yani Müslümanların yerelliği, İslami kuruluşların dinî cemaat olma özelliği ve “siyasal İslam” gömleğinin bu kesim için yabancılığı hususları Siyasal İslam Takip Merkezi oluşumuna niçin ihtiyaç olduğu sorusunu akla getiriyor. Buna rağmen bu yapıda ısrar edilmesi zorlama bir sürecin işlediğini gösteriyor. Nesne hakkında yanlış bilginin, onunla iletişimsizliğin, onu kendi iç dinamiklerinden hareketle tanımamanın belirlediği bir süreç. Şayet ihtiyaç bilgi eksikliğini gidermekse bunun için Avusturya üniversiteleriyle çalışmaları tespit etmek ve bunun için uygun bir yapısal çerçevece bulmak Avusturya Entegrasyon Fonu kurumu için kolay olsa gerek. Şayet hedef Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenlilere yönelik Türkiye’nin etkisini kırmaksa, Dışişleri Bakanlığı ve Diplomasi Akademisi gibi kurumlarla konsept hazırlayıp uygulamak mümkün. Şayet mesele Avusturya’daki Müslümanların tamamı için de hayati bir tehdit olan İslam motivasyonlu ekstremistlerle mücadeleyse güvenlik ve istihbarat birimleri bu konuda yasal görevlerini zaten yerine getiriyorlardır. Tüm bu ihtiyaçlara cevap verecek bir kurum olduğuna göre geriye ne kalıyor? Bir Entegrasyon Bakanı’nın yapabileceği en faydalı çalışma başta IGGÖ olmak üzere ilgili aktörlerle işbirliği içerisinde bu soruya cevap bulmak ve ortaya çıkan sonuçlara göre projeler geliştirmek olacaktır. Bunu sağlayamayacak her bir polisiye “big brother” yöntemi, enerji ve kaynak israfı olacaktır.