'"İslamcılık"'

Genel Şüphe ve Otosansür: Almanya’da İslamcılığı Önleme Tedbirleri

Almanya’da İslamcılık en tehlikeli ideolojilerden biri olarak görülüyor. 2020 yılı için 400 milyon avroluk bütçe, içerisinde “İslamcılık”ın da dâhil olduğu aşırı ideolojilerle mücadeleye ayrılmış durumda. Peki İslamcılığı önleme tedbirlerinin Müslümanlar üzerindeki yıkıcı etkileri neler?

Fotoğraf: Shutterstock.com

Din temelli siyasi bir aşırılık olarak kabul edilen İslamcılık, Almanya’da son yıllarda giderek artan bir şekilde önleyici tedbirlerin odak noktasında. Almanya’da hem güvenlik birimlerinin hem de sivil toplum aktörlerinin radikalleşmeyi önlemek için geliştirdiği program ve projeler, devlet tarafından finanse edilen etkili altyapı sayesinde kendisine varlık alanı buldu ve bulmaya da devam ediyor. İslamcılığın önlenmesi kapsamında alınan tedbirlerin birbirinden tamamen farklı alanları birleştirdiğini gözlemlemek mümkün: İslamcılığın önlenmesi için bir tarafta dindarlararası diyalog ve eğitimle ilgili öneriler takdim edilirken, diğer tarafta sınır dışı etmek ya da ayak kelepçesi takmak da olası İslamcı hareketlerin önüne geçmek üzere kullanılan araçlar olarak kabul ediliyor. Bu tür önleyici tutumların her zaman spekülasyon yaratması ve ayrımcı yan etkilere açık olması ise meselenin tabiatında var. Bu açıdan, İslamcılığa karşı alınan önleyici tedbirlerin daha büyük hedef gruplarıyla ve daha kapsamlı programlarla genişletilmesine eleştirel bir gözle bakılmalı. 

İslamofobik Tezler Destekleniyor

İslamcılığın önlenmesi, genellikle, İslamcılık eliyle var olan ve yükselişe geçen tehdide verilen bir tepki olarak kabul edilir. Almanya’da güvenlik kurumlarının hazırladığı bilirkişi raporları, sivil toplum örgütlerinin programları ve de İslamcılık araştırmaları son yıllarda giderek artan bir biçimde İslamcılık ve Selefizmin ideolojik bileşenlerine odaklanıyor. İslamcılık ve Selefizm kavramlarının dinî açıdan birbiriyle bağlantılı bir dünya görüşü önermesi, bir yönelim arayışında olduğu kabul edilen gençlere yüksek düzeyde çekicilik sunuyor.

Bu mantığa göre İslamcılığı önleme programları, Almanya’da gittikçe yayılan ve güç kazanan; Müslümanları ve özellikle de gençleri etkileme potansiyeli olan bu ideolojiye verilen reaksiyonlardan ibaret. Ancak İslamcılığa karşı alınan önleyici tedbirlerin aslında bazı İslamofobik tezleri desteklediğini ve bu gerçeği “terörle savaş” kisvesi altında örtbas ettiğini de tespit etmek gerek.

Müslümanlar Zan Altında

Konuyla ilgili etkileyici bir örnek, 2019 yılı Ramazan ayının sonuna doğru Köln’de yaşandı. Ramazan bayramı dolayısıyla geleneksel kıyafetlerini giymiş ve Arapça konuşan bir grup erkek, Köln Tren İstasyonu’ndan kalkacak bir trene yetişmek isterken –ortada geçerli hiçbir sebep olmadığı hâlde- makineli tüfeklerle silahlanmış polisler tarafından durdurularak yere yatırılmış ve hemen akabinde güvenlik görevlileri tarafından sorgulanmıştı. Bu açık şekilde ırkçı fişleme, İngilizce tabirle “racial profiling” idi. Buna rağmen Köln Emniyet Müdürü Uwe Jacob, Köln’deki söz konusu polislerin sadece “insanları korkutan ve büyük bir tehlike arz ettiği düşünülen durumlarda” ne gerekiyorsa onu yaptıklarını beyan ederek her türlü ırkçılık suçlamasını reddetmişti.

Yani Köln polisine göre, polisin bu orantısız davranışının nedeni, “öteki” olarak algılanan geleneksel kıyafetlerin ve bazı Arapça kelimelerin, otomatik olarak “tehlike”yi çağrıştırmasını sağlayan ırkçı ve İslamofobik “algı filtresi” değildi. Tam tersine, bu orantısız davranış, Müslümanların sadece görünüyor olmasıyla ortaya çıkabilen güya haklı korkunun neticesiydi. 

Aynı mantık Almanya’da Müslüman öğrencilere karşı sergilenen pedagojik yaklaşıma da nüfuz etmiştir. Son yıllarda ortaya çıkan panik durumu ve alarmcılık; öğretmenleri ve sosyal hizmet çalışanlarını, Müslüman öğrencilerin göze çarpan her türlü davranışını radikalleşmenin olası işareti ve en kötü senaryoyla bir terör saldırısının habercisi olarak görmeye itti. Mutlaklaştırılan bu güvenlik düşüncesi, öğretmenlerle öğrenciler arasındaki iletişimi de etkileyen bir unsur olmuştur. Bu durum, istenmeyen dinî veya politik görüşlere sahip öğrencilerin otomatik olarak “radikalleşmiş” olarak etiketlenmesi anlamına gelmekte; onların aynı zamanda “karşı anlatılar” eliyle bu görüşlerden vazgeçmesi için de çaba gösterilmektedir. Bu bağlamda eğitim kurumlarının, güvenlik kurumlarının kontrol mekanizmasına kısmen boyun eğdiği de açıkça görülmektedir. Öğretmenler, Müslüman öğrencilerin hatalı davranışlarını sıklıkla danışmanlık kurumlarına bildirmekte; bu kurumlar da talep edildiğinde bu bilgileri polis veya Anayasayı Koruma Daireleri ile paylaşmaktadır.

Sonu Gelmeyen Entegrasyon Tartışmalarının Yükselişi ve İslamcılığı Engelleme Politikası

Almanya’da mevcut entegrasyon tartışmalarının neden tırmanışa geçtiği böylece anlaşılmaktadır: “Entegre” olmayan herkes şüphelidir. Güvenlik düşüncesi ve bu düşüncenin ön koşulu olan İslamcılığın engellenmesi talebi, devlet ve sivil toplum kuruluşları ile Müslümanlar arasındaki her türlü etkileşimde ortaya çıkan “istenmeyen davranışları” sadece diskredite etmekle kalmamakta, ayrıca bunlara müeyyide uygulanmasını da mümkün kılmaktadır. 

İslamcılığı önleme politikası çerçevesinde yapılanların Müslümanların özgürlüğünü kısıtlayacağından endişelenmek için birçok neden var. İslamcılığı önleme tedbirleriyle öne çıkan kurum ve kişilerin İslamofobi ve ırkçılığı relative etmesi ve önemsizleştirmesi bu endişeyi arttırmaktadır. Anayasayı Koruma Dairesi’nin entegrasyon ve radikalleşme arasındaki bağlantıya ilişkin 2007 tarihli bir belgesi, İslamofobinin ve ırkçı görüşlerin güvenlik odaklı entegrasyon tartışmalarında ne kadar yer etmiş olduğunu gösteren bir örnektir. Bu belgede “güvencesiz bir yaşama sahip, saldırgan ya da şiddet eğilimli göçmen kökenli gençler” ile “izole edilmiş paralel Müslüman toplumlar” gibi bazı sosyal aktörlerin, kısaca “entegrasyon eksikliklerinin”, İslami radikalizmde rol oynadığı belirtilmektedir. Bu rol sonucunda entegrasyon politikasının da Anayasayı Koruma Dairesi’nin görev alanına girdiği ifade edilmektedir.

Bu bağlamda dikkat çekici olan şey, “paralel Müslüman toplumlar”ın varlığına dair gözleme dayalı herhangi bir temelin var olmadığı ve ilgili broşürlerin sadece yükselen Müslüman karşıtı ırkçı havayla ilgili olduğudur. Örneğin, “medya bir süredir düzenli olarak sosyal ve etnik çatışmaları haberleştiriyor” ya da “paralel Müslüman toplumlar hakkındaki kamuoyu tartışmaları giderek artıyor” gibi cümlelerde bu hava açıkça görülmektedir.

Anayasayı Koruma Dairesi’nin bu düşüncesi, aynı zamanda Almanya’da yaşayan Müslümanlar hakkında gözleme dayalı bir biçimde açıkça kanıtlanmamış olan ve bugün İslamcılığın önlenmesi için alınan tedbirlerde yeniden hayat bulan birçok ithamın da esas nedenidir. Her türlü sosyal mekân, İslamcılığın önlenmesi için kaçınılmaz olarak kullanılabilecek yerler hâline gelmiştir. İslamcılığın engellenmesi ile ilgili tedbirler “Almanya’da İslam” başlığı altındaki sosyal kategoriye neredeyse tamamen nüfuz etmiştir: Federal hükümetin 2017 yılında İslamcı aşırılıkları önlemek için hazırladığı ulusal programa göre aile ve sosyal çevre, okul ve cami derneklerinin her biri, gençleri radikallerin eline düşmeden önce  “yakalamak” için caydırıcı bir surette zapt edilmelidir.

Almanya’da İslamcılık ve Müslüman Toplulukların Akıbeti

Almanya’da Müslümanlar sadece İslamcılığı önleyici tedbirler kapsamında hedef alınmamaktadır. Müslümanlara ait organizasyonların bu önleyici tedbirlere aktif bir şekilde katılım göstermesi için aynı zamanda bilinçli bir baskı da yapılmaktadır. İslamcılığı önleme düşüncesine göre camiler, Müslüman topluluklarla daha önce hiçbir bağı olmayan kurumlara oranla, Müslüman insanların “problemli” tutumlarıyla çok daha makul bir şekilde baş edebilen lokal kurumlar olarak görülmektedir. Müslümanlara ait kurumlar tarafından yürütülen İslamcılığı önleme tedbirleri; sosyal hizmet, eğitim, diyalog projeleri ve demokrasi eğitimi gibi başlıkları içermektedir. Bununla birlikte bazı Müslüman gruplara ve derneklere karşı hâlâ büyük bir güvensizlik söz konusudur. 

Eskiden İslami dernek ve organizasyonlardan sık sık kendilerini İslamcılıktan uzak tuttuklarını ve Almanya’ya olan sadakatlerini tasdik etmeleri isteniyordu. Bu açıdan, Müslümanların ve Müslümanlara ait organizasyonların İslamcılığı önleme tedbirleri konusundaki angajmanları, her zaman ikircikli bir “zihniyet testi”dir. İslamcılığı önleme hususunda angajman ortaya koyan grup ve cemaatler, devletin güvenlik kurumları ve kamusal aktörler tarafından detaylı incelemeye tabi tutulurken; bu projelere katılmaktan kaçınan grup ve cemaatler sorgusuz sualsiz “şüpheli” olarak kabul edilmektedir. 

Diğer Müslüman Cemaatlere Güvensizlik

İslamcılığı önleme tedbirlerinin Müslüman cemaatler tarafından gerçekten uygulanıp uygulanmadığına bakılmaksızın Müslümanlara karşı geliştirilen bu genel şüphenin oldukça tehlikeli sonuçları vardır: Çok sayıda cemaat, bu güvenlik mantığını benimsediği ölçüde diğer cemaatlere güvensizlik duymaya, hatta kendi üyelerinin faaliyetlerine dahi şüpheyle yaklaşmaya başlamıştır. Bu bağlamda giderek artan otosansür, Almanya’daki Müslümanların günlük hayatı içerisinde büyük bir tehlike arz etmektedir. Çünkü hem kurumlar hem de şahıslar İslamcılık şüphesiyle çarçabuk yaftalanmamak için eleştirel ifadelerden kaçınmak zorunda kalmaktadır. Böylece kendilerini İslamcılığı önleme mantığıyla uzlaşmış olarak tanımlayan kurum ve şahıslar medyada yer alırken; karşıt sesler neredeyse hiç duyulmamakta, bu durum da Almanya’daki çeşitli Müslüman cemaatler arasındaki dayanışmanın zarar görmesine neden olmaktadır. Zira İslamcılık ithamına maruz kalan kurum ve cemiyetler diğer Müslüman cemaatler tarafından desteklenmemektedir. 

Buna mukabil farklı cemaat ve şahısların canla başla “iyi Müslüman” olarak lanse edilmesi, kabullenilmesi, hatta aktif bir şekilde desteklenmesi söz konusuyken; diğer cemaat ve şahısların tehlikeli, radikal ve anti-demokratik olarak etiketlendiği görülmektedir. 

Bazı Müslüman organizasyonların kendilerini İslamcılığı önleme tedbirlerinin sorumlusu olarak konumlandırması ve bu uğurda devlet desteği almaları, bu durumun her şeyden önce Almanya’daki Müslümanları ve dernekleri topyekûn disipline etmenin bir aracı olduğunu göstermektedir. Bu güvenlik düşüncesine ve alınan tedbirlere karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirmek oldukça önemlidir. Zira İslamcılığın önlenmesine yönelik uygulanan tedbirler, Müslümanların günlük hayatını önemli ölçüde etkileyebilir; onların özgürlüklerini kısıtlayabilir ve nihai hedefe ulaşmak üzere seküler “Alman İslam’ı”nın Müslümanlar için yegâne inanç formu olarak kabul edilmesi amacını takip edebilir.

Sindyan Qasem

Münster Üniversitesi İslam İlahiyatı Merkezi’nde araştırmacı olan Qasem, dil ve kültür bilimcidir. Qasem, “ırkçılık ve İslamcılık tarafından çarpıtılan İslam algısı hakkında tanımlama üstünlüğü” konusunda çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler