Armin Kurtović: “Hamza’yı Morgda Gördüğüm Anı Asla Unutamayacağım”
Armin Kurtović, Hanau saldırısında hayatını kaybeden Hamza’nın babası. Kurtović ailesinin balkonu ve yatak odası doğrudan Arena Bar’a, yani Hamza’nın öldürüldüğü yere bakıyor. Oturdukları apartman dairesi ile oğullarının öldürüldüğü yer arasında kuş uçuşu sadece 200 metre var. Hamza’ya, Hanau saldırısına ve Kurtović ailesinin yaşadıklarına dair bir protokol.
“Bize her şey daha geçen hafta olmuş gibi geliyor. Hiçbir şey değişmedi. Hamza’nın öldüğünü öğrendikten sonra onun bir daha eve gelmeyeceğini anlamamız bile iki üç ay sürdü. Sonrasında ise…”
Sözlerine böyle başlıyor Kurtović. Kendisiyle Hanau’daki ilk saldırı mahalline birkaç metre uzaklıktaki 19 Şubat İnisiyatifi’nde buluşuyoruz. Konuşmaya güçlü bir adam olarak başlayıp, evladının yasını tutan bir baba olarak devam ediyor.
“Hamza İçeride!”
“Yaşadıklarımızın gerçekten kimsenin başına gelmesini istemem. Önceden çok gülerdim ve şaka yapmayı severdim. Bugün ise çok farklıyım. Bu birinin kalbinin sökülüp alınması gibi bir şey. Hamza ailenin parlayan yıldızıydı. Yaşamak istiyordu, yapmak istediği çok şey vardı. Ve sonra böyle bir şey oldu.”
Bunu söylerken Armin Kurtović’in gözleri doluyor. Sonrasında kendisinin ve ailesinin başına gelenleri sakince ve soğukkanlı bir şekilde anlatıyor. “En azından birimiz aklına mukayyet olmalı” diyor konuşmasının devamında. 19 Şubat gecesi kızı Ajla ona şehirde silahlı çatışma olduğuna dair bir mesaj atmış. Kurtović, hemen telefona sarılıp oğullarını aramış. İki oğlu Karim ve Aziz’e ulaşabilmiş. Ancak Hamza’dan cevap alamamış. Bunun üzerine evlerinin hemen yakınındaki Arena Bar’a gitmiş.
“Hemen ceketimi giydim ve dışarı çıktım. Polis zaten oradaydı. Onlara Hamza’nın nerede olduğunu sorduğumda büfenin ön tarafındakileri söylediler. Arena Bar hakkında ise hiçbir şey söylemediler. Sonra binanın etrafından dolaştım, orası henüz polis kordonuna alınmamıştı. Arena Bar’ın içine bakmaya çalıştım ama hiçbir şey göremedim. Sonra Cuma’yı aradım ama şarjı bitmişti. O sırada önümde bir polis duruyordu. Hamza o akşam çok dikkat çekici giyinmişti. Oğlumun kıyafetlerini polise tarif ettim. Ama polis ‘İçerde yerde yatanlar arasında öyle biri yok.’ dedi. Birden Cuma yanımda belirdi. Ona, ‘Hamza nerede?’ diye sordum, ‘İçeride.’ dedi.
Bundan kısa süre sonra oğlum Aziz beni aradı ve Hamza’nın hastanede ve hafif yaralı olduğunu söyledi. Daha sonra eşimi de aldım ve Aziz, Cuma ve Karim ile birlikte hastane hastane dolaştık. Hamza hiçbir yerde değildi.
“Acımızı Yaşamamız Gerekiyormuş!”
Sonunda bizi Emniyet Müdürlüğüne yolladılar. Orada polis arabaları ve makineli silahlarıyla polisler duruyordu. Bizi geri çevirdiler ve olay mahalline geri döndük. Orada da yine bize hiçbir şey söylenmedi. Bunun yerine, diğer (kurban) yakınlarıyla birlikte bizi bir spor salona götürdüler, orada kimliklerimizi gösterip yine beklemek zorunda kaldık. Saat sabah 6’yı geçerken bir polis geldi ve soğuk bir şekilde ölenlerin isimlerini okudu. Karım ve kızım yere yığıldı. Polisten ambulans çağırmasını istedim ama bunu yapmadılar. Acılarını yaşamaları gerekiyormuş, öyle söylendi. Eve dönünce aile hekimimizi aradım, gelip karıma ve çocuklarıma sakinleştirici verdi. Bu sırada Hamza’nın cesedine el konmuştu. Sanki biri onu bir bagaja koyup öylece götürmüş gibiydi. Oğlum ortadan kaybolmuştu. Ona ne olduğu ve nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.”
“Oğlumun Öldürülmesi Onlara Yetmedi Mi?”
Kurtović oğlundan bahsederken gözlerinden damlayan yaşları siliyor. Derin bir nefes alıp devam ediyor.
“Sekiz gün boyunca oğlumuzun nerede olduğunu öğrenemedik. Bu arada bizi sorguladılar. Söylediklerine göre bir rapor hazırlamak için. Ardından Hamza defin için teslim edildi. Beni aradıklarında, sadece cenaze firmasının oğlumu teslim alabileceğini söylediler. Çarşamba günü mezarlık idaresine gittim ve onlara oğlumu görmek istediğimi söyledim. Annesi ve kardeşlerinin de onu görüp göremeyeceğini sordum. Ayrıca oğlumun ölüm nedenini bilmek istedim. Hamza’nın nasıl öldürüldüğünü bize kimse söylememişti. Sonra morga gittim. O anı ömrüm boyunca asla unutmayacağım.”
Armin Kurtović burada konuşmasına kısa bir ara veriyor. Hanau kurbanlarının tamamı, ailelerinden izin alınmadan ve onlara haber verilmeden otopsiye alınmış. Bu nedenle aileler, defin öncesinde evlatlarının bedenlerini zarar görmemiş bir hâlde görme imkânını da elde edememişler. Kurtović keder ve öfke karışımı bir sesle konuşmaya devam ediyor:
“Oğlumun bedenini ne hâle getirmişlerdi! Bir cesede bunu yapabilmek için bir insanın içinde ne kadar büyük bir nefret barındırması gerekir bilmiyorum. Oğlumun öldürülmesi onlara yetmedi mi? Otopsi raporu üç hafta sonra geldi. Ve içinde ne yazıyordu biliyor musunuz? ‘Güneyli görünüme sahip, kaşları alınmış…’ Sarı saçlı, mavi gözlü Hamza, polisler tarafından ‘yabancı’ bir görünüşe sahip oluşuyla tasvir ediliyordu.
Polis olay gecesi saat 01:15’te Hamza’nın öldüğünü biliyordu. Bize hiçbir şey söylemeden otopsi emri vermişlerdi. Otopsi için mahkeme kararını ise daha sonra çıkardılar. Raporda otopsi için bizimle konuştukları yazıyor. Koca bir yalan! Sekiz gün boyunca kendi çocuğunuzun nerede olduğunu bilmemenin nasıl bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Oğlumun yanında kimliği vardı. Burada bir insandan bahsediyoruz…”
Armin Kurtović, failin silah ruhsatına sahip olduğunu hatırlatıyor. Ona göre bu şekilde korkunç bir cinayet işleyen saldırganın sağlıklı düşünemediğine hiç şüphe yok. Ancak yetkililerin sorumsuzluğunu kabul edemiyor.
“Bunu yapan kişi normal olamaz. Ama neden silah sahibi olmasına ve silahla antrenman yapmasına izin verildi? Belli ki bu konuda biri işini düzgün yapmadı. Şimdi çıkıp failin kimsenin dikkatini çekmediğini söylemek yeterli değil. Ne yapmalıydı saldırgan? Cinayetten önce ‘Geliyorum, hazırlanın’ diye mesaj mı atmalıydı? Böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması için bu olayın derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Toplumda ve kurumlardaki ırkçılıkla mücadele edilmeli.”
“Kim Fail, Kim Kurban?”
Bütün konuşma boyunca akıcı bir şekilde Almanca konuşan Kurtović konuşmanın burasında özellikle vurgulama ihtiyacı hissediyor.
“Ben Almanya’da doğup büyüdüm, Alman vatandaşıyım. Saldırıdan sonra benimle iletişime geçmesi için bana neden Yabancılar Meclisini yolluyorlar? Bu süreçte benimle anlaşmak için bir tercüman bile temin ettiler! Neden? Kanunlar benim Alman olduğumu söylüyor. Ancak öyle görünüyor ki yetkililerin gözünde öyle değilim.”
Teröristin babasının resmî makamlara yazdığı mektuplarda komplo teorileri ve tehditler savuruyor olmasına da öfkeleniyor Armin Kurtović.
“Saldırganın babası olayın ardından evine geri döndüğünde, bizler (kurban yakınları) arandık ve bizden sakin olmamız ve herhangi bir suç işlemememiz istendi. Hatta ‘kan davası gütmekten’ söz edildi! Tehlike arz ettiğim gerekçesiyle benimle de konuşup uyardılar. Fakat kimse bizi onun hakkında uyarmadı. Tehdit eden o ama bedelini biz ödüyoruz. Hep aynı şey: Kim fail, kim kurban? Her hâlükârda, kanunların bana tanıdığı şikayet ve dava açma gibi tüm imkânları kullanacağım. Kanun önünde hepimiz eşitsek o zaman bize de öyle muamele edilmeli!”
Hamza’nın öldürülmesinden bu yana, Armin Kurtović ve karısı hastalık iznindeler. Kızı ve oğlu Aziz ise çalışmaya devam ediyor. Hamza’nın küçük kardeşi Karim, geçen yıl lise bitirme sınavından kaldığı için sınavlara yeniden hazırlanıyor. Kurtović ailesi her gün Hamza’nın öldürüldüğü yeri görüyor ve huzur bulamıyorlar. Bunlara bir de ekonomik zorluklar ekleniyor. “Ama bu kimsenin umurunda değil” diyor Kurtović. Yılgın görünüyor. Peki acaba uzun süre Almanya’da kalmak istiyor mu?
“Bilmiyorum. Bazen öfkelenince, Alman vatandaşlığını iade edip ülkeyi terk etmek istiyorum. Oğlumun mezarını kazıp onu da yanımda götürmek istiyorum. Ama burada da adaletin yerini bulması için mücadele etmeliyim. Bazıları, ‘Ne yaparsan yap, oğlunu geri getirmeyeceksin.’ diyor. Kimsenin bana bunu söylemesine ihtiyacım yok. Ben Hamza için mücadeleye devam edeceğim.”