Çetin Gültekin: “Kardeşimin Yasını Tutma Fırsatını Vermediler Bana”
Çetin Gültekin, 46 yaşında, doğma büyüme Hanaulu. Çatık kaşları ve kararlı duruşuyla en zor şeylerin bile üstesinden gelecek görünüşte bir adam. Kardeşi Gökhan’ın Hanau’da ırkçı cinayete kurban gitmesinden sonra Çetin Gültekin, gücünü aşan bir acıyla karşılaşmış. Irkçılık, yas ve bürokrasi hakkında bir protokol.
“19 Şubat akşamı, saat 9 gibi Gökhan aradı. Makarna sipariş etmiş. ‘Sen de yer misin?’ diye sordu. Ben evde maç izliyordum, gelmeyeceğimi söyledim. Gökhan’ın aramasının üzerinden bir saat geçmeden oğlum Mert aradı. ‘Amcamı vurdular, acele gel.’ dedi.”
Çetin Gültekin, konuşmanın burasında derin bir iç çekiyor. Kim bilir kaçıncı kez hatırladığı bu sahnenin, her anlatışında ona yeniden acı verdiği açık. Telefonu kapattıktan sonra Kesselstadt’taki Kurt-Schumacher Platz’a, Arena Bar’ın olduğu cinayet mahalline gittiğini anlatıyor.
“Gittiğimde annem orada, yerde yatıyordu. Babam oradaydı. Etraf kalabalıktı. Polisler her yeri kapatmıştı. Birkaç kere içeri girmek istedim, bırakmadılar. Resimleri gösterdim polislere. Dedim, ‘Bu resimdeki kişi, benim kardeşim, içerde mi?’ Polis, ‘İçerisi kimsenin yüzünü tanıyacağımız bir hâlde değil.’ dedi. En son dedim, ‘Bana bir iyilik yapın, bir zahmet içeri gidin. Ben kardeşimi arayacağım, telefon çalarsa bari telefonun çaldığını söyleyin bana.’ Polis içeri girdi. Kardeşimi aradım. Geri gelince, ‘İçerde bir telefon çalıyor.’ dedi. Bizim için her şey o an bitti. Yıkıldık. Sanki biri gelip kollarınızı kesiyor, öyle bir his… Kardeşim, öldürüldüğü yerden saatlerce kaldırılmadı, olay yeri incelemesi sürüyor diye.”
“Böyle Bir Şeyi Nasıl Unutabilirim?”
Çetin Gültekin, konuşmanın burasında nefes alamıyormuş gibi duruyor ve ilk defa sesi titriyor.
“Gökhan 37 yaşındaydı, nişanlıydı. Bu yaşa kadar evlenmemesinin nedeni rahatsız olan anne ve babama bakmaktı. O babamı hayattayken yalnız bırakmadı, babam da Gökhan öldükten sonra onu yalnız bırakmadı. 39 gün sonra da babam öldü. Babam öldüğünde babamın cenazesini yarım saatte yıkadım. Gökhan’ı 3.5 saatte yıkayamadık. Suyu döktükçe kan geldi… Kardeşimin otopside açılan her bir kesiğini, göğsünü, kollarını pamuklarla kapatıp öyle yıkadım onu. Patolojide kardeşimin kalbini, beynini, ciğerini tarttıkları raporları okudum. Böyle bir şeyi nasıl unutabilirim?!
Babam saldırının ardından 2.5 sene savaştığı kansere yenik düştü. Annem, benim tanıdığım o güçlü Doğulu kadın, Gökhan öldükten sonra tanınmaz hâle geldi. O sert ve kuvvetli kadın yok artık, dokunsam düşecek. Namazı bitiriyor, öbür vakte kadar ellerini açıp Allah’la konuşuyor. ‘Gökhan, Gökhan, Gökhan…’ Aylardır burnu kanıyor, fark etmiyor bile. İnsan gece kaç kere annesinin yatağına gidip bakar, nefes alıyor mu diye?”
Çetin Gültekin için saldırıdan sonra her şey değişmiş. Çalışamaz duruma gelmiş. Yuvasını kaybetmiş, sağlığını kaybetmiş. “Saldırgan benden bir tek Gökhan’ı almadı” diyen Gültekin’in karşısına saldırıdan sonra bir de halledilmesi gereken bir sürü bürokratik işlem çıkmış.
“Ayın 19’unda kardeşim öldü. Ertesi sabah ismi duyuruldu öldü diye. İnanın, aradan 11 ay geçmiş, bugün o günden daha kötü. Bizi bu hâle getirmeyi nasıl başarabildiler ya! Arena Bar’da Said’in kardeşi İdris boğazından kurşun yemişti. Momo da kolundan… Aradan 11 ay geçti, kurşun izleri iyileşti. Ama biz iyileşemedik. 11 aydır uykum yok. Meğer dünyanın en büyük işkencesi uykusuzlukmuş. Bazen ismimi soruyorlar, söyleyemiyorum. Psikolojik tedavi görüyorum; antidepresan, uyku hapları… Uykusuzluk gitmiyor. Kardeşimi kaybettim, babamı kaybettim. O acının üstüne bir de aylarca dilekçelerle, bürokrasiyle uğraştım. Annemin dul maaşının bağlanması için dilekçe, o dilekçeyi vermek için ölüm belgesini almak için dilekçe… Annem evinin penceresinden olay mahallini görüyordu, psikiyatrılar her gün yeniden travma yaşamaması için oturduğu evden çıkması gerektiği yönünde rapor verdiler. Anneme bir ev bulabilmek için belediyeye dilekçe, sigorta için dilekçe, haftalarca bekleme, haftalarca yazışma… Yine belediye yardım etmedi, anneme kendi imkânlarımızla ev bulduk. Yasını bile tutamıyorsun, o fırsatı vermiyorlar sana.”
“‘Beni Isırmayan Yılan Bin Yaşasın’ Demişiz”
Çetin Gültekin, Türkçe medyanın ilgisizliğine değiniyor. Öldürülen 9 kişiden 4’ü Türkiye kökenli olmasına rağmen Türkiye’den neredeyse hiçbir medya kurumu Hanau’ya gelmemiş.
“Bugüne kadar ben de gazetelerde ırkçı saldırıları okuduğumda kendimi onun içine koymuyordum. ‘Bizden uzak’ diyordum. Tabii üzülüyordum, ama ateş düşmediği sürece insan anlamıyor. Mölln’de saldırı olduğu zaman ben Frankfurt’ta kendimi geride tuttum. Şimdi düşünüyorum, yazıklar olsun bana! O zamanlar ‘beni ısırmayan yılan bin yaşasın’ demişim. Solingen’de insanlar yandı, ben kılımı kıpırdatmadım. Şimdi Nürnberg’de, Köln’de, Berlin’de birisi Hanau’dan uzak durduğunda belki anlarım, çünkü ben de öyleydim. Ama ya medya? Benim annem sadece Türk kanallarını izliyor. Şimdiye dek Türkiye’deki kanallarda Hanau ile ilgili etraflıca bir haber izlemiş değil. Türkiye’de Hanau saldırısı, paparazi haberleri kadar bile ilgi görmedi.”
Çetin Gültekin saldırıdan sonra ırkçılık hakkında derin bir hesaplaşmaya da girmiş.
“Almanya’da ırkçılık sadece mevcut değil, aynı zamanda düzenli olarak besleniyor ve finanse ediliyor. Eskiden Naziler rock konserleri veriyordu. Oradan geçen Türkleri yakalayıp dövüyorlardı. Ama şimdi plan yapıyorlar, araştırma yapıyorlar, başkalarıyla organizasyonlar kuruyorlar. Eskiden uzun çizme, yeşil ceket, kel kafa olduğunda birinin Nazi olduğunu anlardık. Bugünse kravatlarla Federal Meclis’te oturuyor Naziler. Bugün polisler arasında Naziler var, siyasetçiler arasında Naziler var. Adamlar artık gizlenmiyor. Almanya’nın en büyük muhalefet partisi AfD. Bunlar ya bir de iktidara gelirse?
Hitler döneminde Almanya’da yapılan iğrençliğin ardından insanlar ‘Bir daha asla!’ dediler. Peki 80 sene sonra biz nasıl dokuz can verebiliyoruz? 80 sene bu ülke ırkçılığa, aşırı sağcılığa karşı ne yapmış? 11 aydır bağırıyoruz, daha silah ruhsatı elinden alınan tek bir ırkçı duymadım. Daha ne kadar bekleyeceğiz?”
“Ben Öldükten Sonra Önlem Alınmış Ne İşe Yarar?”
Çetin Gültekin, saldırganın babasının aileler için hâlâ bir tehdit olduğu görüşünde. Eski evleriyle aralarında 70 metrelik bir mesafe olduğundan bahsedip asıl tehlikeye karşı uyarıyor.
“Dosyada katilin annesini nasıl öldürdüğünü, annesinin o hâlini de gördüm. Bakıma muhtaç, zayıflamış, düşkün, zavallı bir kadın annesi. Bakım yatağında korkunç derecede bakımsız bir hâldeyken öldürmüş annesini terörist. Annesi de bir insan, o da bir can ama biz Hanau’daki kurban sayısının 10 olarak lanse edilmesine karşıyız. O bir Nazi cinayeti değildi.
Babası tehditler saçıyor ve onun da aşırı sağcı olduğuna dair dosyada birçok kanıt var. Saldırganın babasıyla ilgili Spiegel’de çıkan haberi okuduktan sonra Almanya’da yalnız bırakıldığımızı anladım. Adam oğlunun silahını geri istiyor. Oğlunun intikamı için başkalarının ölmesi gerektiğini söylüyor. Buna rağmen polisler arayıp ‘sakın bir delilik yapmayın, adama saldırmayın’ diye bizi uyarıyor. Peki ya oğlunun silahları ona geri verilmiş olsaydı ne olacaktı? Belki de bizi öldürecekti! Ben öldükten sonra önlem almışlar ne işe yarar! Biz Breitscheidplatz’ı gördük, Nizza’yı, Trier’i gördük. Arabayla insanları ezen saldırganların olduğunu biliyoruz. O adamın ehliyetinin elinden alınması ve bu muhitten çıkartılması lazım. Polis vatandaşın korunması ve güvenliği için vardır. Bizim güvenliğimiz nerede? Bizi kim koruyor?”
“Babası Usta, Oğlu Çırak Mı?”
Çetin Gültekin her gün kafasındaki sorularla boğuşuyor. Binlerce sayfalık soruşturma dosyasına erişim sağladığında ise bu sorular daha da artmış.
“Silah ruhsatı veren kurumlar kime silah kullanma izni verdiklerine dair araştırma yapıyor mu? Katil, atış derneğine haftada iki kere gitmiş, her seferinde yüzlerce kurşun atmış. Münih’te kirasını ödeyemediği için anne-babasının evine taşınan, işsiz olan bu terörist, mermi için o kadar parayı nereden buluyor? Soruşturma dosyasına göre saldırgan kendini vurduktan sonra elinde tuttuğu silahın üstüne düşmüş. Bu nasıl mümkün olabilir? Polis saldırıdan sonra gece 12’de teröristin evini sarmış, helikopterlerle çatıya inmişler. Eve girişleri ise saat 4’e doğru. Neden 4 saat boyunca polis eve giriş yapmadı? 4’te eve girdikten sonra katili ve annesini ufacık evin içinde ancak 6’da buluyorlar. Aynı evde babası da var! Babasına balistik inceleme yapılmamış, barut izi alınmamış. Neden diye soruyoruz, ‘şüpheli değildi’ diyorlar. Babası o evde nasıl hayatta kalabildi? Babasının önceki ırkçı söylemleri ele alındığında, acaba babası usta, oğlu çırak mıydı diye soruyoruz.
Biz hayattayız. Her gün bu soruların cevaplandırılması için mücadele ediyoruz. Şimdiki mücadelem, artık diğer insanlar için. Benim kardeşimden sonra ismi Ahmet, Mehmet olan birilerinin daha öldürülmesini bekleyemem. Bu sırada Gökhan’ın isminin yaşatılması, unutulmaması için mücadele edeceğim. Kardeşimin adının, gömülü olduğu Ağrı’da ve birçok başka yerde sokaklarda, caddelerde, meydanlarda yaşatılmasını istiyorum. Gökhan en azından bunu hak etti.”