Hanau Örneğinde Irkçı Cinayetlerin “Yorum Çerçevesi”
Hanau saldırısı, “yerliler” ve “yabancılar” arasında üretilen ırkçı yorum çerçevesinin bir sonucuydu. Bu “yorum çerçevesi”ni deşifre etmek, ırkçılıkla mücadelenin en önemli gereklilikleri arasında yer alıyor.
Alman devleti, vatandaşlarını ve topraklarında yaşayan insanları ayrımcılık, nefret ve şiddetten korumakla yükümlü. Bu yükümlülük anayasada belirlenmiş durumda. Bu anayasal sorumluluğa rağmen bu tür suçların gerçekleşmesi durumunda, suçun aydınlatılması için gerekli tüm adımlar atılmalı. Bu eylem, aynı zamanda suçu işleyen kişinin ırkçı bir motivasyonu olduğunun farkına varılmasını da kapsıyor. Tam da bu anlamda, 2015 yılından beri Almanya’da ırkçı veya insanlık onurunu hiçe sayan motivasyonla işlenen suçlarda bu motif, cezayı ağırlaştırıcı bir unsur olarak göz önünde bulundurulmak zorunda (Schellenberg, 2019). Devletin bu yükümlülüğe uymaması, hukukun üstünlüğüne ve kurumlarına olan güveni kalıcı olarak sarsabileceği için mağdurlar ve ayrıca bir bütün olarak toplumsal barış ve dayanışma açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilir.
Yıllardır göçmen örgütleri ve akademisyenler, ırkçılığı önemsizleştirmekten kaynaklanan tehlikeler konusunda uyarıda bulunuyor ve mağdurlar için daha iyi önlemler ve daha kapsamlı koruma talep ediyorlar. Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) cinayetleri, Alman kurumlarında kurumsal ırkçılığın ne kadar derin yer ettiğini çok açık bir şekilde gözler önüne serdi: NSU cinayetlerinin ardından kolluk kuvvetlerinin organize suç yönündeki mantıksız soruşturma çalışmaları, faillerin mağdurlar arasında aranması, polisin cinayetlerdeki ırkçı motivasyona ilişkin delil ve tanık ifadelerini görmezden gelmesi, Anayasayı Koruma Dairelerinin bu örtbas etme sürecine dâhil olması, öldürülen kişilerin medyada fastfood ile özdeşleştirilmesi ve NSU’nun kendini ifşa etmesinin yeterli yankı bulamaması, kurbanlar ve aileleri için geniş kapsamlı sonuçları olan ikinci bir mağduriyete neden oldu. Bu muamele ve suçların açıklığa kavuşturulmasındaki eksiklik, ırkçı bir şekilde damgalanmış nüfusun kolektif hafızasına kazındı. Bugün bile NSU’ya atfedilen cinayetler Bavyera’nın aşırı sağcı suçlarla ilgili suç istatistiklerinde yer almıyor. Buna ek olarak NSU üçlüsü, toplumsal diskurun onları tehdit olarak algılamadığı bir yerde, kendini açığa vurana kadar yıllarca yeraltında kalabilmiştir.
Irkçı Polislere “Güvenlik Bonusu”
Almanya’da sağcı terörün oluşturduğu tehlikelerin ciddiye alınmadığı açık. Bu durumu bu terör eylemlerinin “bireysel eylemler” şeklinde bir refleks olarak önemsizleştirilmesi ve çoğulcu demokrasi için potansiyel tehlikelere ilişkin tartışmalarda eşzamanlı olarak göreceleştirilmesi ile görebiliyoruz. Almanya’da bu yaklaşım, ırkçı şiddetle birlikte belli bir süreklilik de arz ediyor: Solingen, Mölln, Rostock-Lichtenhagen, Mügeln, Halle, Kassel ve daha birçok yerde olduğu gibi…
Buna karşın, “beyaz” olmayan, çoğunluğu Müslüman kadınların, bazı duyguları yalnızca fiziksel mevcudiyetleri, yani varoluşlarıyla tetikleyebilecekleri şüphesi onların kamusal yaşamda polis memurları, öğretmenler, avukatlar ve yargıçlar olarak var olmasını yasaklamak için yeterli görülmektedir. Aynı zamanda, çeşitli sağcı radikal ağlara dâhil olduğu ortaya çıkmasına rağmen polisin her zaman bir “güven bonusu” bulunmaktadır. Öte yandan, Federal İçişleri Bakanlığı yeterince özeleştiri yapmamakta ve geniş kapsamlı ırkçılık iddialarını reddetmeye devam etmektedir. Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer, polisler arasında ırkçılık olmadığını, zira bunun yasak olduğunu ifade etmektedir. Polis makamlarında ırkçı fişlemenin (“racial profiling”) bkapsamına ilişkin bir araştırma tam da bu nedenle engellenmiştir. Ayrıca Seehofer, polis memurlarının yüzde 99’unun Anayasa zemininde hareket ettiğini ve onları “ithamlarla” uğraştırmamak gerektiğini vurgulamıştır (BMI, 2020). Seehofer’in değerlendirmesinde haklı olduğunu varsayarsak, en azından binlerce (!) silahlı polis (yüzde 1) Almanya’da korumayı taahhüt ettikleri temel demokratik düzeni reddediyor. Görünüşe göre bu endişe verici bir durum olarak da görülmüyor.
Hanau’daki Irkçı Cinayetler
Uzmanlar yıllarca göç ve iltica ile ilgili siyasi tartışmalarda dilin kabalaşma sürecini endişeyle izledi. Müslüman ve göçmenler etrafında dönen bu diskura dayalı yorum çerçevesi ve aynı zamanda onları şeytanlaştıran aidiyete ilişkin tartışmalar değişmedikçe, Müslüman karşıtı ve ırkçı şiddet için uygun zemin var olacak ve bunlar azalmayacaktır. Hanau’daki soğukkanlı cinayetlerden birkaç saat sonra, Hessen İçişleri Bakanı Peter Beuth failin suç motifi olarak “yabancı düşmanlığından” bahsetmiştir. Bu kavramla gerçekte olaylara ilişkin kimin bakış açısı ifade edilmektedir? Potansiyel tehlikelerin kimin bedenlerine bağlı olduğu ima edilmektedir? Ve kurbanların “yabancı” çerçevesine alınması cinayetlerin sınıflandırılması açısından nihai olarak ne anlama gelmektedir?
Federal Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, Hessen Başbakanı Volker Bouffier, Hanau Şehri Belediye Başkanı Claus Kaminsky, hepsi anma töreninde yaptıkları konuşmalarda kurbanların yabancı olmadıklarını defalarca vurguladı. Bu siyasetçiler kime hitap ediyorlar? Dokuz kişinin insanlık onurunun hiçe sayılması, aşağılanması ve korkakça öldürülmesi açısından bu tür bir hitap uygun mu? Kurbanların evlerini ziyaret etmek daha uygun olmaz mıydı? Kapının önünde ayakkabılarını çıkarmaları, içeriye girmeleri, bakışlarını indirip bu ezici yas karşısında sadece sessizce durup dinlemeleri ve yas tutmaları daha uygun olmaz mıydı? Kurban aileleri, siyasilerin yakınlarda ikamet ettikleri hâlde neden ziyaret edilmedi? Neden yabancı olmadıkları bu kadar güçlü bir şekilde vurgulanıyor? Tüm bunlar failin yorum çerçevesini dile getirmiyor mu ve Almanya’da yaşayanların bir kısmını “yabancılar”, diğerlerini de “yerliler” olarak niteleyen yorum çerçevesini güçlendirmiyor mu? Bu yorum çerçevesi ne zaman ortadan kaldırılacak?
Anlam Yüklü Sembolik Bir Mekân Olarak “Nargile Kafe”
Irkçı motifli suçlar, mekânların ve insanların bilinçli olarak seçilmesiyle karakterizedir. Eylemin sembolik bir karakteri vardır ve eylemler bu profile uyan tüm insanlara bir mesajdır. Hanau katili de suç mahallini tesadüfen seçmemiştir. Burayı göçmenlerin, yabancıların yaşadığı bir yer olduğunu düşündüğü için seçmiştir. Orada “yabancı” çerçevesi kapsamında gördüğü insanlarla karşılaşabileceğini varsaymış ve mümkün olduğu kadar çok insanın canını almak istemiştir.
Buna ek olarak bu diskurda nargile kafe sonuç olarak tehlikelerin ortaya çıkabileceği bir yer olarak çerçevelenmiştir. Fail bu varsayımında yalnız değildir: “Geniş Arap aileleri” hakkında yapılan çok sayıda belgesel, polis baskınları ve nargile kafe sahiplerinden kaynaklanabilecek tehlikeler hakkında siyaset ve medyadaki tasvirler, göçmen ve Müslüman erkeklerin cinsiyetçiliğine dair sayısız tartışma; hepsi bu ırkçı yorum çerçevesinden beslenmektedir. Ayrıca bunlar, ırkçı atıfların doğallaştırılmasını teşvik ederek varsayılan “yerli” grubun iyi, medeni, barışçıl ve aydınlanmış olarak sınıflandırılmasını ve varsayılan “yabancı” grubun ikinci bir zıt kutup olarak sınıflandırılmasını desteklemektedir. Aşırı sağcılar için bu duygulanım mantığı, kişinin kendi yurdunu yabancıların işgalinden koruması gerektiği argümanıyla birleştirilir. Bu vatan, failin “buraya ait” çerçevesine almadığı herkesi doğal olarak dışlar. “Almanların” ve Almanya’nın korunması, OEZ suikastçısının veya Bottrop ve Essen’deki teröristin de oyuna dâhil ettiği bir argümandır.
Kovid-19’un bir sonucu olarak ülke çapında bir dayanışma dalgasına yol açan pandemi önlemleri göz önüne alındığında, ırkçılık ve sağcı radikalizmle mücadeleyi reddetmenin acı bir tarafı var. Dayanışma ve ırkçı görüşle damgalanmış kişileri korumaya yönelik önlemler, hâlâ “istisna” olarak görülüyor. Bununla birlikte, Aşırı Sağ ve Irkçılıkla Mücadele İçin Kabine Komisyonu’nun tedbir paketi gibi ırkçılığa karşı daha yeni çabalar, daha fazla inandırıcılık ve ümit edilir ki tüm insanlar için daha fazla güvenlik yönünde atılmış bir adım olur.
Kaynaklar
Britta Schellenberg (2019): Hasskriminalität und rassistische Gewalt: Konzeptionalisierungs- und Bearbeitungsprobleme, in: Hans-Jörg Albrecht, Rita Haverkamp, Stefan Kaufmann und Peer Zoche (Hrgs.): (Un-) Sicherheiten im Wandel. Reihe: Zivile Sicherheit. Schriften zum Fachdialog Sicherheitsforschung, Berlin: Lit Verlag.
Onur Özata (2018). Staatliches Versagen und die Folgen für die Opfer mit Blick auf die Taten des NSU und den Anschlag am OEZ. In: IDZ (Hrsg.) Gewalt gegen Minderheiten (4), 108-115.
BMI. Pressemitteilung vom 20.10.2020. https://www.bmi.bund.de/SharedDocs/pressemitteilungen/DE/2020/10/keine-studie-rechtsextremismus-polizei.html