'Dosya: "Siyasal İslam"'

Söylem Bataklığına Saplanan Müslüman Aktivizmi

“Siyasal İslam” kavramı Müslümanların gündemini işgal ediyor. Siyasallaşan söylemlerin düşüncelerimize etki edip etmediği veya nasıl etki ettiği merak konusu.

Fotoğraf: Shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

“Siyasal İslam” karalamasına yeni bir bakış açısı getirmeye artık mecburuz. Bu karalama ki sınırlarımızı aşan tartışmalarda yıllardır belirleyici olmuş; örneğin Avusturya ve Fransa’da anayasaya aykırı kanunların yürürlüğe sokulmasında işe yarayacak esnek bir kavrama dönüştürülmüştür.

Kavramı Doğru Tanımlamak

Sorulması gereken soruların biri şudur: Eğer bu ve benzer kavramları reddedersek İslam düşüncesinin 19. yüzyılın sonlarından itibaren ideolojiye dönüştürülmesini nasıl ifade edeceğiz mesela? “The Paradox State” kitabında yazar Wael bin Hallaq, İslam tarihinin en sarsılmaz zannedilen fikirlerinin, artık mutat olanın dışında da yorumlanabileceğine dikkat çekiyor. Ona göre vahyin özü bu dünyada ancak hukukun siyasi alana egemenliği ile ortaya çıkabilir.

Islamische Zeitung’un yayıncısı Abu Bakr Rieger’e göre “İslam siyasi alanda hareket eden bir özne değildir.” Kendi kanaatlerine ve yorumlarına göre hareket eden Müslümanlar hep olmuştur. Aynı zamanda “Müslüman ideologların, radikallerin ya da zorbaların varlığını sorgulamak mümkün değildir.” Bununla birlikte Prof. Dr. Kai Hafez ve başka saygın bilim insanlarının medya analizleri, Allah’ın dininin medya araçlarına söylemsel açıdan baskın bir siyasi perspektifle yansıdığını ortaya çıkardı.

Kaldı ki bu durum sadece “ötekinin” söylemlerinde değil, bizim söylemlerimizde de böyledir. Modern zamanlarla birlikte düşüncemiz gözle görülür şekilde siyasi argümantasyon mantığına şartlanmış; bu argümantasyon mantığı ile çalışmaktadır. Bu mantığın “bilgiyi edinme süreçlerimizin hepsini güçlü bir şekilde” etkilemeye uzun zaman önce başladığı tahmin edilmektedir. Bugün hayatı çoğunlukla siyasi gözlükler ardından görmemiz de bu sürecin bir sonucudur.

Rieger’in önerdiği özgün “siyasal İslam” tanımı şöyledir: “Benim için siyasal İslam toplumsal bir modeldir. Bilginin, gündemin, pratiğin ve hukukun siyasal hedeflere ve güç çıkarlarına tamamen boyun eğdirildiği bir model.”

Aktivizmin Sorunları

Konuya birtakım sorular eşliğinde yaklaşmayı deneyelim. Baskın bir şekilde siyasi parametrelere yönelmiş Müslüman aktivizminin, din anlayışımıza ne gibi etkileri olur? Bu aktivizm dönüştürücü bir etkiye sahip olur mu ve sekülerleşme süreçlerinin hızlanmasına neden olur mu?

Temelde her diyalektik karşıt unsurlardan oluşur. Biz Müslümanlar yaratılışın bir yönümüzü bu dünyada diğer yönümüzü de öbür dünyada tuttuğuna ve Hak için mücadele etmenin ilahi ve ahlaki bir emir olduğuna inanırız. Dolayısıyla manevi ilerleme ile dünyaya karışmak arasına bir zıtlık ya da karşıtlık kurmak zorunda kalmadan hayatlarımızı idame ettirebiliriz.

Aktivizm konusunda “ne” sorusundan ziyade “nasıl” sorusunun daha önemli olduğunu düşünüyorum. İslami niteliğe sahip olmak isteyen bu mevcut aktivizm girişiminin ve uzmanları çoğunlukla İslami eğitimden geçmemiş öncü seslerinin İslami kaynaklarla ilişkide olup olmadıkları ve eğer bir ilişkileri varsa bu ilişkinin nasıl olduğu sorgulanmalıdır.

Bu suallere yenilerini de ekleyebiliriz: Günümüz Müslüman aktivizmi hangi kaynaklardan beslenir? Ne için mücadele eder? Ve bu aktivizmin dayandığı ateist ve/veya postmodern dünya çözümlemeleri iman akidesinin temel yönleriyle uyumlu hâle getirilebilir mi?

Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyelim: Tartışmaların güncel durumu her bir soru özelinde dikkatlice ele alınmalıdır. Fakat Batı’da Müslüman aktivizminin en bilindik isimlerinin argümanlarını çoğunlukla post Marksist ya da postmodern söylemlerden aldığı aşikâr bir gerçektir. Çağa uygun görüşlerin ya da klasik dinî yorumların bu tartışmalara dâhil olduğu ise nadiren görülür.

Almanya’da Müslüman aktivizminin en meşhur temsilcileri kendi aralarındaki mütalaalarda saygın isimlerin kayda değer bir bölümünü kendi saflarına dahil edebilmeyi başarmışlardır. Nedeni ise açıktır: Akademik arka plana sahip genç Müslümanlar adaletsizlik ve dışlanma tecrübelerine çözüm ararken mevcut Müslüman kurumlar yapıları gereği bu beklentiyi ancak sınırlı bir şekilde karşılayabilir. Ayrıca bu genç Müslümanlar kendilerini tabii ki de bu ülkenin vatandaşı olarak görür ve bu sebeple ülke içindeki tartışmalara dahil olurlar. Yapısal ırkçılık, empowerment ya da “eleştirel beyazlık” (İng. “critical whiteness”) gibi kavramlar Müslümanların gündemini uzun süreden beri meşgul eden kavramlar arasındadır.

Bunlara paralel olarak Müslümanların söylem dinamikleri ya da öncelikleri değişir, geçmişte de değiştiği gibi. Günümüzdeki değişim Müslümanların düşüncelerine ve söylemlerine öyle etki etmiştir ki hareket noktaları artık İslam öğretisi değildir. Daha çok dış tepkilere reaksiyon vermek amacıyla ortaya çıkarlar. Dolayısıyla söylemi ve seyrini kendi kusurlarının sorumluluğunu fatura ettikleri ötekiler belirler. Bu noktada Müslümanın kendilik algısı da diyalektik bir yapıya dönüşür. Zira Müslüman olmak bu ya da öteki bir “kurban grubuna” ait olma düşüncesinden beslenir hâle gelir. Kısacası, siyasi ölçüler eylemin belirleyicisi olur. İronik olansa şudur: Göreceli söylemsel başarısına rağmen bu aktivizm bugüne kadar aktif bir özne meydana getirememiş ya da bir seferberlik oluşturamamıştır.

Bu aktivizmin yahut altında yatan düşüncenin sekülerleşmeye doğru dönüştürücü bir etkiye sahip olup olmadığı bir diğer temel sorun alanıdır. Genelleştirmeyi istememekle birlikte bunun mümkün olduğunu söyleyebiliriz.

Söylemlerin çoğunun hipotezlerini ilgili alandaki seküler ya da ateist ön kabullerden aldığını zikretmiştik. Böylece bu girişimler farkında olmadan Kant’ın iki dünya kuramına uygun şekilde hareket etmiş olur. Sonumuzun ne olacağı, kaderimiz gibi sorular ya da teolojik bilgiye atıf yapmanın özel bir anlamı kalmaz. Hatta İslami kuralların geçerliliğine işaret etmek dahi bazıları için “şüpheli” hâle gelir. Postmodernizme yaslanarak bu bakış açısı yaşadığımız dünyanın şartlarında insanı güç ilişkileri yumağında pasif bir özneliğe mahkûm eder.

Bu zihniyet yapısı Müslümanın ilkesel duruşunda ve yöneliminde ilahi olan her şeyi geri plana iter ve insana failliğini kaybettirir. Böylece ayette buyurulduğu gibi “kalplerindekini değiştirdikleri” takdirde Müslümanların dünyayı değiştirebilecekleri ihtimali ortadan kalkar. Böylece gerçekten yaşayan bir Müslümanın varlık ihtimali kategorik olarak ortadan kalkmış olur.

Müslümanların kendilik anlayışlarının değişmesi de bu gelişimde etkilidir. Sosyolojide tanımlanmış gruplarla ilişki kurmak örneğin Müslümanlar arasında gittikçe artmaktadır. Artık Müslümanı Müslüman yapan Allah’a yönelmiş manevi bir yaşam pratiği değildir; tam aksine jargonda söylendiği gibi “Müslüman olarak anlaşılıp anlaşılmadığıdır”.

Bir diğer ve aynı zamanda son soru, Müslümanların Allah’ın dinini öncelikli olarak siyasi ideoloji ya da hatta devlet teorisi olarak anlamalarının problemli bir anlayış olup olmadığıdır. Bu bağlamda “siyasal İslam” söylemini -anlaşılır nedenlerle- reddetmek yeterli değildir. Bunun yerine bu kavramların çoğu kişi tarafından anlaşılmadığı gerçeğinin kendisiyle ilgilenmemiz gerekir daha çok.

Alternatifimiz Var mı?

Buraya kadar iki şeyi göstermeye çalıştım: Toplumsal bir girişim öylece görmezden gelinemez. Ve talip olduğumuz pasif bir dindarlık değildir. Sonuç olarak önemli bir sosyal olgu için manevi bir varlığa özveriyle bağlanmak çelişkisiz de mümkündür.

Bu imkânın anlatılması Alman dili coğrafyasında -birkaç istisnayı saymazsak- hâlâ başlangıç safhasındadır. Bunun yerine İngiliz dil coğrafyasına baktığımızda tartışmaların bu sözde çelişkiyi uyumlu bir şekilde kaldırmaya devam ettiği açıkça görülür.

Amerikalı teolog ve manevi rehber Leenah Safi için aktivizm “pek çok insanın dünyayı anladığı bir çerçeve” hâline gelmiştir. Ancak çoğunlukla görünen davranışlarımızla sınırlıdır. “Sosyal adalet için çalışan Müslümanlar öncelikle ve her şeyden önce kendilerinin manevi gelişimine odaklanmalıdırlar. Aksi takdirde diğer gönüllülere ve niyetlerine zarar verebilirler.”

Amerikalı yazarlar Sherman Abdul Hakim Jackson ve Dawud Walid bütüncül bir bakış açısına sahip diğer iki yazardır. Meşhur İslam bilimci Jackson “İslam ve Siyahi Acılar” (İng. “Islam and the Problem of Black Suffering”) isimli kitabında “klasik Sünni teolojisinin” siyahilerin acılarının anlaşılmasına nasıl katkı sağladığını gösterir örneğin.

İmam ve İslambilimci Dawud Walid “Towards a Sacred Activism” (İng. “Kutsal Bir Aktivizme Doğru”) kitabında adalet için mücadele etmek isteyen Müslümanlara yönelik kısa ve öz bir çözüm önerisi sunar. Karşıtları birbirine düşürmek ya da dünyada pasifçe yaşamak yerine kutsal olanın ve aktivizmin birbiriyle uyumlu hâle getirilmesini savunur. “Bu uyum, sahibine hem tevhid bilinci hem de bir his kazandıracak, ki eylemimizi belirleyenin Allah’ın iradesi olduğunu öğrenme amacına sevkedecek.” Walid ve Jackson gibileri yazdıklarıyla sözde karşıtlıkların daha yüksek bir amaç uğruna nasıl sona erdirilebileceğini göstermiş olurlar.

Sulaiman Wilms

Tarih, felsefe, Alman edebiyatı ve pedagoji eğitimini tamamlayan Sulaiman Wilms Almanya’da Almanca yayın yapan Islamische Zeitung (Islami Gazete) genel yayın yönetmenidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler