'Tunus'

Tunus’ta Sistem Krizi

Cumhurbaşkanı Kays Said’in 25 Temmuz’da anayasanın 80. maddesine istinaden aldığı kararla başbakanın yanı sıra adalet ve savunma bakanlarını da görevden alarak hükûmeti devre dışı bırakması tüm dünyanın dikkatini bir anda Tunus’a çevrildi.

Fotoğraf: Hasan Mrad / Shutterstock.com

Tunus Cumhurbaşkanı’nın siyasal sürece radikal müdahalesi çoğu kesim için oldukça şaşırtıcı oldu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Said ile meclis ve kabine arasında çeşitli anlaşmazlıklar olsa da Tunus gibi Arap devrimleri sürecinde önemli bir sınav vermiş bir ülkede, halk tarafından oldukça yüksek bir oyla seçilen sivil bir cumhurbaşkanının bu girişimi hem beklentilerin ötesinde denebilecek kadar ilginç hem de ülkedeki siyasal durumun yönelimine dair riskli bir hamleydi. Zeynel Abidin bin Ali yönetiminin sona ermesinin ardından Tunus’taki demokratikleşme çabası ve siyasal elitlerin adımlarına ters düşen cumhurbaşkanının bu hamlesi sadece ülkede değil, aynı zamanda bölgedeki statükoyu etkileyecek ve demokratik yönetim anlayışına olumsuz tesirler bırakacak yapısal sorunları tetikleme ihtimalini bünyesinde barındırıyor.

Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve 2011 yılının ilk aylarında Orta Doğu’nun birçok ülkesinde etkisini gösteren otoriter rejimlere karşı kitlesel halk ayaklanmaları beraberinde birçok değişimi getirmiş ve bölge, tarihinin en önemli kırılmalarından birini yaşamıştı. Bu süreçte Tunus halkı ve siyasal elitlerinin izlediği strateji tüm dünya tarafından takdir edilmiş ve halk devrimlerinin gerçekleştiği diğer ülkelere nazaran Tunus’ta daha sağlıklı bir geçiş sürecinin yaşanmasına kapı aralamıştı. Özellikle İslamcı, liberal ve sol elitlerin inşa ettiği uzlaşı kültürü ve ortak değerler ve hedefler zemininde yapılacak katılımcı bir anayasa arzusu, toplumun farklı kesimlerince desteklenen ve benimsenen bir geçiş sürecinin oluşmasında ciddi rol oynamıştı. Tunuslu aktörlerin iş birliği merkezli bu olumlu yaklaşımı ve ideolojik ya da siyasal arka planlarını bir kenara bırakıp sistem inşasına odaklanmaları, kimi eksiklikleri ve kırılganlıklarına rağmen ülkenin Arap devrimleri sürecinin en başarılı örneği olarak kabul edilmesine zemin hazırlamıştı.

Siyasal ve Ekonomik Kırılganlıklar

Tunus’ta elde edilen başarıya rağmen geçen yıllar içinde ülkede beklentileri tam manasıyla karşılayacak gerekli reformların uygulamaya konamaması, gençlerin devrimin kazanımlarına yönelik inançlarının azalması ve yönetim anlayışına dair eleştirilerinin çoğalması son dönemde yaşanan sistemik krizin başlıca gerekçelerini oluşturuyor. Kovid-19 küresel salgınıyla beraber ekonomik, toplumsal ve siyasal dengelerin bozulması tüm dünyada olduğu gibi Tunus’u da derinden sarstı. Buna karşılık salgına yönelik iktidarın yapıcı çözümler getirememesi Tunus siyasetindeki dalgalanmayı hızlandırdığı gibi, aynı zamanda toplumun siyasal eğilim ve reflekslerini de köklü şekilde etkiledi.

Nitekim Kays Said’in anayasaya dayandırmakla beraber hukukiliği ciddi şekilde tartışılan kararının Tunus halkınca birbirine taban tabana zıt bir zaviyeden değerlendirilmesi ülkedeki siyasal ve toplumsal algıya dair önemli bir fotoğraf sunuyor. Başta Nahda Partisi olmak üzere birçok siyasal yapının bu gelişmeyi darbe olarak nitelendirmesine rağmen, çeşitli kesimlerin Said’in aldığı karardan memnuniyet duyması ve sokaklara çıkarak Said’e destek vermeleri ülkenin genel havasının kaotik bir duruma evrilme riski taşıdığını gösteriyor. Devrim sürecinde dahi karşı karşıya gelmeyen farklı grupların, Said’in hükûmet ve meclis faaliyetlerini askıya alarak devlet idaresini kendi üzerine almasına imkân tanıyan hamlesi nedeniyle çatışma ihtimali, Tunus’ta son yılların siyasi, ekonomik ve toplumsal gerçeklerine dair önemli ipuçları veriyor.

2011 yılındaki devrimin ardından özellikle ilk beş yıl sağlıklı ve uzlaşı merkezli bir geçiş süreci yürütmekle beraber hükûmetlerin halkın beklentilerini karşılayacak düzeyde ekonomik politikaları hayata geçirememesi ve ülkede günden güne derinleşen bir krizin baş göstermesi toplum nezdinde hoşnutsuzluğu artırırken, bir taraftan da siyasal elitler arasındaki kopuşları da hızlandırdı. Devrimin ilk yıllarında konsensüsten asla taviz vermeyen aktörlerin siyasal tabandan gelen talepler nedeniyle de daha ideolojik ya da popülist söylemlere müracaat etmeleri, Tunus’taki siyasal atmosferin değişmesine ve özellikle son birkaç senedeki seçimlerde oy verme davranışlarında köklü değişimlerin meydana gelmesine yol açtı. Kays Said’in anayasal bir meşruiyet alanı oluşturmaya çalışarak yasama ve yürütme üzerindeki nüfuzunu artırmaya dönük bu radikal ve riskli hamlesinin ardında yatan en önemli faktörlerden birinin tam da işaret edilmeye çalışıldığı üzere ülkenin siyasal sosyolojisindeki dönüşüm ile doğrudan alakalı olduğunu belirtmek gerekiyor.

Kriz Sürecinde Nahda

Cumhurbaşkanının siyasal sistemi dönüştürme risklerini de barındıran kararına yönelik ilk etapta en net duruşu sergileyen Nahda Partisi’nin devrim sonrası süreçteki rolü aslında ülkede derinleşen krizle paralel şekilde okunabilecek mahiyettedir. Nahda lideri Raşid el-Gannuşi, devrimin ilk aşamasından itibaren tüm dünyayı şaşırtacak biçimde izlediği yapıcı siyasetle İslami hareketin iktidar vizyonuna dair önemli bir açılım gerçekleştirmişti. Bununla birlikte zaman içinde Nahda’nın Tunus siyasetindeki kırılganlıklar nedeniyle çok fazla yıpranması hem görece taban kaybına hem de bir meşruiyet sorunuyla yüzleşmesine neden oldu. Munsif el-Merzuki gibi devrim sonrası geçiş sürecinde önemli rol oynamış kişilerin Gannuşi ve Nahda’ya yönelik eleştirilerinin artması, Nahda’nın hedefe konmasına yol açan faktörlerdendi. İlk dönemlerde Gannuşi’nin iktidardan kendisini uzak tutma ve diğer siyasal oluşumlarla birlikte aksiyon alma eğiliminden, Nahda tabanından gelen baskının da etkisiyle yönetimde daha fazla söz sahibi olmaya dair temayülü, Tunus siyasal hayatında Nahda’nın merkezinde yer alacağı bir krizin habercisiydi.

Siyasal İslam söylemi çerçevesinde Arap devrimlerinin ardından tüm dünyada yükselen manipülatif söylemlere rağmen Gannuşi’nin stratejisi hareketini diğer İslamcı hareketlerin maruz kaldığı risklerden büyük oranda uzak tutmuştu. Lakin 2019’da Nahda’nın cumhurbaşkanlığı seçimine kendi adayıyla girmesi, parlamento seçimi sonrası Gannuşi’nin meclis başkanı seçilmesi ve böylece daha fazla odak hâline gelmesi Tunus’ta İslamcıların devrimden sonra ilk defa bu kadar derin ve farklı kesimlerden yapılan eleştirilerin hedefi hâline gelmeleriyle sonuçlandı. Her ne kadar mobilizasyon kabiliyeti yüksek olduğundan seçim süreçlerinde etkin bir propaganda yürütüp mecliste yüksek sandalye sayısına ulaşsa da bu Nahda’nın hükûmet pratiği ve toplumsal karşılığı açısından ciddi zararlar görmediği anlamına gelmiyor. 2019’daki meclis seçimlerinde yüzde 20’lik oy potansiyeli ile önemli bir başarı elde etse dahi, seçime katılım oranının yüzde 40’ı biraz geçtiği düşünüldüğünde diğer tüm siyasal partiler gibi Nahda’nın da Tunus’ta yıprandığı, mevcut duruma yapısal öneriler getirme hususunda zorlandığı ve toplumsal meşruiyet sorunuyla yüzleştiği anlaşılıyor.

2016’daki tüzük değişikliği ile İslamcı kimliğini büyük oranda bırakıp artık salt bir siyasal hareket hâline dönen Nahda, söylem düzeyinde bu adımı gerçekleştirse de toplumdaki genel algılar nedeniyle hâlâ İslamcı gündem üzerinden değerlendiriliyor ve bu da Nahda’nın manevra kabiliyetini zayıflatıyor. Ayrıca hareketin siyasal sistemde etkinleşme tavrını sağlam bir toplumsal tabana yayamaması, Tunus halkı tarafından daha fazla tenkit edilmesine yol açıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Said’in kararları sonrası süreci darbe diye tanımlayıp halkı sokağa direnmeye çağırdıktan sonra, daha mutedil bir tutum benimsenerek taviz vermeye hazır olunduğunun belirtilmesi, Nahda’nın bu siyasi kriz sürecinde toplumu yönlendirmedeki kabiliyetinin zayıfladığını gösteriyor. Bu bağlamda Nahda’nın yapısal dönüşümler gerçekleştirmemesi hâlinde Tunus gibi kırılganlıkların hâlâ devam ettiği bir ülkede daha ciddi meşruiyet krizi ile karşılaşması muhtemel görünüyor.

Said’in Siyaset-Hukuk Algısı ve Krizin Derinleşmesindeki Rolü

Kays Said’in süreçteki müdahaleci ve statüko değiştirici rolüne baktığımızda ise böylesi bir tavra imkân tanıyan iki ana saikin olduğu anlaşılıyor. Öncelikle yukarıda değinildiği gibi Tunus’ta seçmen sosyolojisinin değişiminde ve oy verme davranışında bariz bir farklılaşma gözlemleniyor. 2019 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde anayasa profesörü bir akademisyen olarak devrimin kazanımlarının kaybedilmeye başlandığı söylemiyle ve klasik manada bir seçim propagandası yapmaksızın seçimlere katılan Kays Said ile ülkenin önemli medya patronlarından ve popülist söylemleriyle özellikle alt sınıflardan oy almaya çalışan Nebil el-Karvi’nin ilk turdaki en yüksek oyu alarak seçimlerde ikinci tura kalması, Tunus seçmeninin ana akım siyasi geleneklere ve siyasetçilere güvenlerinin azaldığının göstergesiydi. Seçimin ikinci turunda liberal bir anayasa profesörü ile popülist bir iş adamı arasında kalan Tunus halkının yüzde 70’i aşan bir oranla Said’i desteklemesi, ülke siyasal sisteminde önemli dönüşümlerin habercisiydi.

2019 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna katılım oranı yüzde 55 bandında iken meclis seçimlerine katılım oranının yüzde 41 civarında kalması hem halkın siyasi partilere güvensizliğini açıkça ortaya koyuyor hem de cumhurbaşkanına sisteme müdahale eden radikal kararlar alma noktasında daha fazla özgüven veriyordu. Bu bağlamda bir anayasa uzmanı olarak kendisine metni aşırı şekilde yorumlama yetkisi veren Said, anayasanın ilgili maddesini bağlamı aşacak şekilde tefsir ederek ülkede siyasi ve iktisadi alandaki kötü gidişata dur demek maksadıyla demokratik teamülleri aşacak bir girişimde bulundu. Said’in hukuk ve siyaset ilişkisine baktığımızda meseleyi katı bir şekilde hukuki düzlem üzerinden değerlendirdiği ve anayasa maddeleri başta olmak üzere tüm hukuk metinlerine literal zeminde yaklaştığı görülüyor. Bu durum alınan kararların siyasi ya da toplumsal yansımalarının yeteri kadar hesaplanmaksızın yapılmasına, sonrasında krizi düzeltme niyetiyle çıkılan yolda başka krizlerin tetiklenmesine ve siyasal sistemin zarar görmesine yol açıyor.

Kays Said’in metinsel düzeyde anayasayı yorumlayışının altında yatan nedenlerden biri de mevcut anayasanın cumhurbaşkanına bu misyonu yüklemesiyle ilgili. 2014’te kabul edilen Tunus anayasasının 77. maddesi cumhurbaşkanının görev ve sorumluluklarını düzenlerken aynı zamanda cumhurbaşkanına gerekli gördüğü durumlarda istisnai tedbirler alma hakkını tanıyor. 80. maddede usulü belirlenen bu istisnai tedbirlerin alınması hususu aslında otoriter bir yönetim geleneğine sahip bir ülkenin geçiş sürecini riske atacak bir madde olarak karşımızda duruyor. Anayasa cumhurbaşkanına bir sistemin işleyişine dair tehlike görmesi hâlinde istisnai tedbirler alabilmesine olanak tanıdığından, Said gibi hukuki metinleri salt görünen hâliyle yorumlayan bir devlet başkanı için bu madde siyasal sisteme daha derinden müdahalenin önünü açmakta ve yasama ve yürütme mekanizmanın askıya alınmasında kendisine meşru bir alan oluşturma çabasına dönüşmektedir. Böylece Said ülkedeki derinleşen yönetim kriziyle baş etmekte zorlandığını düşündüğü hükûmet mekanizmasını anayasa eliyle tedip ederek ve kendi manevra alanını genişleterek halk tarafından yüksek bir oyla seçilmiş cumhurbaşkanı olmanın verdiği rahatlıkla sisteme istediği gibi müdahil olma hakkını elinde tutmak istiyor.

Said’in aldığı kararlar anayasa zemininde oldukça zorlayıcı bir okumaya dayansa da son tahlilde ülkedeki değişen siyasal sosyolojinin ve uzun süredir devam eden sistemik krizin boyutlarını doğru anlamak da Tunus’taki gelişmelerin evrimini görebilmek adına hayati önem taşıyor. Bu bağlamda başta Nahda olmak üzere siyasal elitlerin sürecin itidalli bir şekilde geçirilmesi ve devrimin demokratik kazanımlarının kaybedilmemesi yönündeki mesajları oldukça önemli. Çatışmacı bir yaklaşımdan ziyade, sürecin Kays Said ile ortak bir zeminde buluşarak meclisin bağımsızlığı ve dokunulmazlığından taviz verilmeksizin yönetilmesi, hem ülke siyasetinin hem Tunus halkının hem de bölgedeki diğer demokratikleşme girişimlerinin geleceği açısından büyük önem arz ediyor.

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Mercan, Orta Doğu Siyaseti, İslami Hareketler ve İslamcılık alanlarında akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler