'Dosya: İslam Sanatı'

Karl Talip Kara: “Ön Yargıları Aşmanın Yoludur Sanat”

Eserlerinde klasik Türk/İslam sanatı ile Uzak Doğu sanatını sentezleyen Türkiye kökenli Belçikalı sanatçı, ressam Karl Talip Kara ile sanatı ve çokkültürlülüğün sanatına yansımaları hakkında konuştuk.

Karl Talip Kara kimdir? Okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Türkiye kökenli bir ailenin çocuğu olarak Belçika’da doğup büyüdüm. Üniversitede ekonomi ve güzel sanatlar eğitimi aldım. Çokkültürlü bir insanım. Bana sıklıkla Belçikalı mı Türk mü olduğum sorulur. Öyle bir ayrım görmediğimi belirtmeliyim. Her iki kültürün de bana kattıklarını seviyor ve değer veriyorum.

Peki çokkültürlü bir birey olmak hayata bakışınızı nasıl etkiledi?

İnsan tek bir yoldan öğrenmiyor. Ya tecrübeli insanları dinleyerek ya okuyarak ya da yaşayarak öğreniyor. Fakat takdir edersiniz ki yaşayarak öğrenmek pahalıya mal olabiliyor. Ben tecrübeli insanların deneyimlerinden faydalanarak ve kitap okuyarak kendimi yetiştirdim. Birçok jenerasyonun bir arada bulunduğu ve geniş kütüphanesi olan bir evde yaşamak bana çok şey kattı. “Ethnicity” (Tr. Etnik köken) denilen o farkı görmedim ben. Türk-Belçikalı ayrımı bana yansımadıysa kitapların sayesindedir. Kitaplar aracılığıyla tarihe baktığımda, ırkçılığın, ayrımcılığın, sömürgeciliğin hep var olduğunu, tarihin doğal akışının bu olduğunu fark ettim. İnsanların, adımdan, soyadımdan, kıvırcık saçımdan dolayı beni ötekileştirmeleri bana şaşkınlık vermedi. Aksine normal geldi, çünkü insanoğlu oldum olası böyleydi. Bu ilk yazıların tercümelerinde bile görülebilir. O yüzden bu durumun psikolojik olarak beni olumsuz etkilemediğini söyleyebilirim. Tam tersine elimdeki kaynaklardan hareketle nasıl avantaj sağlayabilir, ne kadar gezebilir ve görebilirim, kendime nasıl farklılıklar katabilirim dedim ve mevcut durumu bir kâr olarak değerlendirdim.

Sizin temelde sanat ve moda tasarımı gibi alanlarda formel eğitim almak gibi bir arzunuz varken üniversitede ilk eğitiminiz ekonomi üzerine olmuş. Bu durum özellikle ailelerin çocuklarını eğitim hayatlarından sonra hızlıca iş bulabilecekleri, saygın mesleklere yönlendirme eğilimlerini akla getiriyor. Sizin ekonomi bölümünü seçmenizde benzer bir gerçekliğin payı var mıydı?

Olmaz olur mu? Bizim jenerasyona sosyal statü, başarı ve beyaz önlük giymenin gerekliliği övüldü. Avrupa’da madende çalışan, fabrikada çalışan mavi önlüklülerdik biz. Babam “Memur ol, beyaz önlüklü ol da ne yaparsan yap.” derdi. Sanatçı olmak da ne demekti? Çocukluğumuz “oku” telkinleri ile geçti.

Benim eğer bir durumu değiştirebilme gücüm yoksa o durumu kendi lehime çevireceğim zamana kadar tartışmam. Ekonomiye yatkındım ve el becerilerim de çok müsaitti. Ben de toplumun sosyal hareketlerini esas alan hareketlerde bulundum. Ki bu benim çok işime yaradı. Dünyanın her köşesinde güzel sanatlar okumak pahalıdır. Kullanılan malzemeler pahalıdır. Müzeler hakkında, katedraller hakkında yazı yazacaksınız şehirler arası, ülkeler arası gezmek pahalı, okunması gereken o kitaplar pahalıdır.

Ekonomi alanında çalışmak bu bağlamda size nasıl kapılar açtı? Ve daha sonra profesyonel anlamda sanatla, resimle yolunuz tekrar nasıl kesişti?

Ben ekonomi alanında çalışıp kazandığım parayla sergi yaptım. Orada hayatın bana aslında bir hediye verdiğini gördüm. Göçmen kökenli bir ailenin çocuğu olmasaydım, ekonomi okumazdım. Fakat ekonomi okudum ve harika bir şirkette iş buldum. Oradan kazandığım para güzel sanatlar alanında çalışmamı sağladı. Böylelikle göçmenliğin dezavantajını yaşamamış oldum.

İlk çalışmalarınız daha koyu renkli ve geometrik.  Bugün çok daha farklı ve canlı renklerle çalışıyorsunuz? Kendi tarzınızı bulma süreciniz nasıl gerçekleşti?

Belçika’da evimiz Belçika Devlet Müzesi’ne çok yakındı. Ben okul olmadığı zamanlarda vaktimi o müzede geçirirdim. O beş metreye yedi metre devasa resimlerin karşısında durup resim çizmeye çok erken yaşta başladım. Çok konuşkan bir çocuk değildim, kendimi resimlere veriyordum. Müzelerin bana verdiği görseller, kitapların bana verdiği içeriklerle birleşince hayal dünyam gelişti, genişledi. Sonra gezdikçe, değişik ülkeler gördükçe farklı şeyler üzerine eklendi.

Ben karamsarlığı sevmiyorum. Beni neşelendiren, gülümseten, karanlıktan aydınlığa çeviren çalışmaları seviyorum. Akdeniz sanatıyla 15-20 yaşlarımda tanıştım. Evrenle barışık bir sanat olarak algıladım Akdeniz sanatını. Roman sanatı ile tanıştığımda bu sanatı icra edenlerin çileci olduklarını düşündüm. Beni var eden, çocukluğumun hayal dünyasını şekillendiren klasik sanatların üzerine kendimden ekledim. Ondan sonra Doğu Avrupa’yı ve Orta Doğu’yu gezerken gördüklerimi çok beğendim ama onlarda motif eksikliği gördüm. Renkler harikaydı ama baharat eksikti. Bu sefer baharat koymaya başladım çalışmalarıma. Bir yere aittim, o yeri tutarak katları inşa etmeye başladım. Beş sene Çin’de yaşadım, Pekin’de. Avrupalısı, Amerikalısı, Afrikalısı, dünyanın her yerinden insanın bulunduğu bir yerdi. Bir sergi yapıyorum ve herkes kendinden bir şey buluyordu. İspanyolu, Kuzey Afrikalısı, Avrupalısı, Orta Asyalısı, Amerikalısı, herkes kendinden bir şeyler görüyor. Orada pişmeye başladım ve dedim ki yaşamda sınır diye bir şey yok, yalan. Sanat ve kültür tek dil. Üniversal bir dil varsa bu sanat. Çünkü örtüleri kaldırıyor. Bir motif insanlara ulaşmamı sağlıyor. Bir Amerikalının veya bir Afrikalının kapısını açmamı sağlıyor. Hayatta herkesle barışık ve bir yaşayabilecekken neden bir millete ait olayım ki?

@Karl Talip Kara

Neden tek başına klasik Batı sanatı ya da Türk/İslam sanatı değil de daha çok sentez eserler üretme ihtiyacı hissettiniz? Ve geleneksel sanatların çağdaşlaştırılması sizin için neden önem arz ediyor?

Var olmaya devam etmek için evrimleşmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü yeni nesil sanatın yüz yıl önceki sanatla alakası yok. Bugün NFT diye bir kavram var: Dijital sanat. Buna ayak uydurmak zorundasınız. Nerede yaşarsanız yaşayın dünyanın öbür ucunda ne oluyorsa hepsini görüyor, biliyorsunuz. Değişimi inkâr ederseniz, insanlar da belli bir noktadan sonra geleneği göreneği inkâr eder. Ya ayak uyduracaksın ya da yokluğun ve unutulmuşluğun çekmecelerinde yok olacaksın. Bunu inkâr edemeyiz.

Dijital sanattan bahsettiniz. Biraz da çağdaş sanata gelelim. Mesela bir müzenin duvarına bir muz yerleştirilebiliyor ve bunun bir sanat eseri olduğu söylenebiliyor. Siz çağdaş sanat hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çağdaş sanat sanayileşme ile yerleşmeye başlayınca sanat kavramı da oluşmuş oldu. 1800’lü yıllarda sanat akademileri “sanat nedir?” sorusunu gündeme getirdi. Fabrikasyon ve sürümden çıkmayan her iş, el, beyin, hayal ürünü bir sanattır. Bir eserin sanat olup olmadığını içeriği değil, bulunduğu ortam belirler. Bu da aslında sorunuzun cevabı. O muzu mutfağınıza koyun, bir meyvedir. Ama bir müzede, bir sanat fuarında muzu duvara bantlarsanız bulunduğu ortamdan dolayı ve hayal ürünü olduğu, cüretkâr olduğu ve protest bir eylem olduğu için sanat eseri olur. Sürdürülebilirliği tabii ki mümkün değil. Bu protest eylem de sanat eseri değil sanat etkinliğidir. Çünkü zamanla varlığı dekompozisyona uğrayacağı için vasfını da yitirecektir. Ben bunu yadırgamıyorum. Akademya der ki: “Bir klozeti alın müzenin ortasına koyun, sanat eseri olur.” Çünkü bir müzede. Çok saçma. Ama bulunduğu ortam sanat eseri olma niteliğini taşıyor. Sanat eleştirmenleri, sanatseverler bunun derecesini tartışır. Burası bambaşka bir ortam.

Geçtiğimiz günlerde benzer bir olay Danimarka’da gerçekleşti. Kunsten Modern Sanat Müzesi Danimarkalı ressam Jens Haaning’den eski bir eserini rekonstrükte etmesini istedi ve ressama bunun için belirli bir meblağ ödedi. Bunun karşılığında sanatçı müzeye ismini “Parayı al da kaç!” koyduğu iki boş tablo teslim etti. Dediğiniz gibi cüretkâr bir şey.

Sanatçı aynı zamanda toplumun sesidir. Sanat sanat adını almadan önce toplumun dile getirdiğiydi, toplumsal çoğunluğa iletilemeyeni ileten bir şeydi. Materyaller çoğalınca hâliyle, hayal gücü de çoğalıyor.

Siz eserlerinizde İslam sanatının en bilindik sanatsal formlarından birisini, hat sanatını form olarak kullanıyorsunuz. Peki eserlerinizde çokça kullandığınız hat sanatı ile tanışmanız nasıl oldu?

Çin’de bir hat sanatçısıyla tanışmıştım. Görüşmemizde çokkültürlülüğümü ve ait olduğum dinin unsurlarını eserlerime yansıtmamı, bunları gizlememem, sanatıma aktarmam gerektiğini öğütlemişti. Onun bana söyledikleri omuzumdan büyük bir yükü kaldırdı. Kendi kendime, “Sahip olduğum, beni ben yapan unsurların hepsini birleştirerek, ortaya bir melodi çıkarırsam kaybedeceğim ne olabilir ki?” dedim. Böylelikle mükemmel bir ahenk oluştu.

Bunun yanı sıra ben tasavvufu seviyorum. İslam’ın insana saygısını, insana saygı duymayı şart koşmasını seviyorum. Ötekileştirmemesini ve şükrü seviyorum. Bu bana dinginlik ve huzur veriyor. Hayatta başarının maddiyat ile ilgili olmadığını hissettiriyor. Bunu da resmetmeyi seviyorum. Çünkü nasıl benim buna ihtiyacım varsa dünyadaki herkesin de buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu benim tüketici dünyayı protesto şeklim. O yüzden hat sanatını kullanmayı seviyorum. Bana evrensel bir dilmiş gibi geliyor.

@Karl Talip Kara

Sizin için bir “Batılı”nın ya da farklı bir kültürel arka plana sahip birinin evinde tablonuzla yer almak nasıl bir anlam ifade ediyor?

Daha önce ifade ettiğim gibi, her ne kadar her ülkenin millî değerlerini ve sınırlarını koruma isteği varsa da ben sınır diye bir şeye inanmıyorum. Avrupa bunun en güzel örneklerinden biri. 27 ülkeyi tek bir kimlik kartı ile gezebiliyorsun.  Kapılar açık, sorun yok ama insanların kalbine girmek, onlara hitap etmek farklı bir şey. Ben bir ressamım, sanatçıyım. Onların evine ancak eserlerimle girebilirim. Ön yargıları aşmanın yoludur sanat.

Sanatın yedi kapısı vardı. Bugün artık dijital sanat da var, sekiz oldu. Sinema da eklendi dokuz oldu. Bu dokuz kapıyı, sanatın dokuz kolunu iyi kullanırsanız aynı dili konuşmanıza gerek de kalmıyor. İslamofobi var mı? Tabii ki var… Irkçılık var mı? Var… Ben inkâr etmiyorum. İnsanlar ve medeniyetler oldu olası ırkçılık da vardı. Bunu aşmanın yolu karşıdakini anlamak ve kendini de anlatmak. İnsan tanımadığına yabancıdır. Medyanın bizi tanıttığı gibi olmadığımızı göstermek için sanatçının üzerine iş düşüyor.

Ben Türkiye’ye geldiğimde yağlı boya ile hat yazıları yapıyordum. Gelenekselciler, klasik hat ustaları bunun gâvur işi olduğunu söylediler. Bu nasıl bir kelime yahu? Hangi dönemde yaşıyoruz? Engizisyon döneminde mi, 1700’lü yıllarda kilisenin Protestan-Katolik ayrımı yaptığı dönemde mi? Türkiye’de bugün yeni neslin evine çağdaş hat sanatıyla girebiliyorum. Bunun yanı sıra benim resimlerime sahip olan on sanatseverden altısı Batılı. Türk kökenli Batılı da değil, Batılı. Eserimde hat sanatıyla, Kur’ân-ı Kerîm’den bir ayet, “Ganî olan Allah’tır.” yazıyor; yani “Her şeyin sahibi, zengin olan Allah’tır.” ve bir İngiliz bunu evine alabiliyor, yadırgamıyor. Bu benim için büyük bir mutluluk. Batı’nın bana vermiş olduğu eğitimden dolayı müteşekkirim, Türkiye’nin yani atalarımın bana aktardığı kültürden de mutluluk duyuyorum. Sanatı da böylelikle çağdaşlaştırmak lazım.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler