“Mağdurlara, Şiddetin Haklı Bir Gerekçesi Olmadığını Anlatmaya Çalışıyoruz”
Aile içi şiddet tecrübesi toplum içerisinde dile getirilemeyen tabu konulardan biri. Aile içi şiddetin bireyler üzerindeki etkilerini ve mağdurlara yönelik danışmanlık ve terapi imkânlarını bu alanda faaliyet gösteren üç uzman isimle konuştuk.
Fudul Sosyal Hizmetler Kuruluşunun çocuk, gençlik ve aile alan sorumlusu Emel Başer aile içi şiddet mağdurlarına “Manevi Destek Hattı” ile hizmet verdiklerini belirtiyor. Mağdurların veya şiddete şahit olan üçüncü kişilerin destek hattına anonim ve ücretsiz bir şekilde ulaşıp sıkıntılarını paylaşabildiklerini vurgulayan Emel Hanım, aynı zamanda İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Kadınlar Teşkilatı ile birlikte yürüttükleri sistemik aile danışmanlığı hizmetlerinin de olduğunu aktarıyor.
Aile içinde yaşanan şiddetle alakalı kendilerine daha çok evli kadınların başvurduğunu, az sayıda da olsa gençlerden de benzer şikâyetlerle kendilerine başvuranların olduğunu ifade ediyor. Mağdurların ayrıca kendilerine daha çok psikolojik şiddete maruz kaldıkları gerekçesiyle ulaştıklarını söylüyor Emel Hanım. “Fiziksel şiddet çok yaygın ise de öyle sanıyorum ki, bu gibi meseleler telefonda dahi çok anlatılmıyor, üstü kapalı tutuluyor.” diyor. Kendilerine müracaat eden kitlenin yüzde 90’nını ise kadınlar oluşturuyor.
“Kimse ile Paylaşamadıkları Sıkıntılarını Yargılanmadan Anlatabilme İmkânı Buluyorlar”
“Manevi destek hattımızın en önemli özelliklerinden bir tanesi, kişilerin bize anonim ulaşması ve konuştukları danışmanlarımızın da anonim kalması.” diyen Emel Hanım, bunun da yaşadıklarından dolayı utanan veya anlatmakta zorluk çeken kişilerin telefon ile anonim olduğu için tecrübelerini kendileriyle daha kolay paylaşabilmelerine imkân sağladığına dikkat çekiyor.
Manevi destek hattı ile gerçekleştirdikleri çalışmanın “niederschwellige Beratung” olarak adlandırılan düşük eşikli bir danışmanlık hizmeti olduğunu dile getiren Emel Hanım, öncelikle mağdurları dinleyip anlamaya çalıştıklarını söylüyor. “Bu da ilk etapta bizi arayan mağdurlar için yeterli oluyor, çünkü kimse ile paylaşamadıkları, anlatamadıkları sıkıntılarını yargılanmadan dinlendikleri bir ortamda korkusuz ve engelsiz bir şekilde ifade edebilme olanağı buluyorlar.” diyor. Ardından mağdurlara şiddete maruz kaldıkları için suçluluk duymamalarını ve şiddetin hiçbir haklı gerekçesinin olmadığını anlatmaya ve onları buna ikna etmeye çalıştıklarını aktaran Emel Hanım onları güçlenmeleri, kendilerine güvenmeleri ve kendi kararlarını alarak gerekeni yapmaları noktasında teşvik ettiklerini söylüyor. Uzmanlık gerektirecek, bilhassa ağır vakalar veya psikolojik bir rahatsızlık söz konusu ise danışanları konuya göre uzman kişilere yönlendirdiklerini belirtiyor.
“Mağdurlar Şiddet Nedeniyle Değil, Semptomları Nedeniyle Bize Başvuruyor”
Fudul ve IGMG Kadınlar teşkilatı bünyesinde sistemik aile danışmanı olarak görev yapan Saadet Yıldırım, aile içi şiddet mağdurlarının kendilerine şiddetin kendisi değil sonuçları nedeniyle başvurduklarını belirtiyor. Mesela bir kadın danışanın yüksek tansiyon, panik atak ve çeşitli korkular nedeniyle yürümede, merdiven çıkmada zorluk çektiğini; evden dışarı çıkamaz gündelik yaşantısını sürdüremez hâle gelmesi üzerine ise ailesinin zoruyla kendilerine ulaştığını anlatıyor.
Sistemik aile danışmanlığı sürecinde bu semptomların ardında çoğu zaman kişinin kimseyle paylaşamadığı fiziksel şiddet tecrübesinin yattığının ortaya çıktığını belirten Saadet Hanım, bu ve benzeri örneklerdeki danışanlarının daha çok yaşadıkları psikolojik şiddet tecrübelerinden bahsettiklerini, fiziksel şiddet gördüklerini ise ancak ilerleyen seanslarda kabul ettiklerini söylüyor.
Aile içerisinde şiddet gören bireylerin çoğu zaman yaşadıkları travma ile kendilerini suçlama eğilimi gösterdiklerini de hatırlatan Saadet Hanım, “Maalesef bu durumun normal olduğunu, herkesin yaşadığı bir şey olduğunu düşünüyorlar ve kendileri bu durumu nasıl gizliyorsa başkalarının da aynı şekilde gizlediğine inanıyorlar.” diyor. Saadet Hanım, sağlıksız bağlanma ve buna bağlı olarak kaybetme ve terk edilme korkusunun da bu psikolojinin bir parçası olduğunu ifade ediyor.
Kişinin ihtiyacına göre yüz yüze veya uzman danışmanlık hizmeti de sunabildiklerini belirten Saadet Hanım, ağırlıklı olarak kadın ve gençlerle çalıştıklarını söylüyor. Özellikle Avrupa’da yetişen gençler ile gerçekleşen danışmanlık seanslarının iki dilde gerçekleştiğini, zira gençlerin kendilerini ve duygularını ifade ederken her iki dili birden kullanma ihtiyacı duyduklarını aktarıyor.
Henüz yardım isteme gücünü kendinde bulamayan aile içi şiddet mağdurlarına ulaşabilmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği sorusuna cevaben Saadet Hanım, şiddete uğrayan kişilerin yardım talep etme konusunda zorlandıklarını, bu nedenle öncelikle bu insanları yardım isteme noktasında cesaretlendirmek gerektiğini belirtiyor. Bu amaçla sosyal medya ve benzeri dijital platformlar üzerinden, ayrıca camilerde ve derneklerde gerçekleştirilecek tanıtım ve reklam çalışmalarıyla mağdurları bu konudaki mevcut çalışmalardan haberdar etmenin, ailelere ve çocuklara yönelik interaktif grup çalışmalarının artırılmasının önemine vurgu yapıyor.
“Psikolojik Şiddet Ailelerin Farkında Olmadan Uyguladığı Yaygın Bir Şiddet Türü”
Hülya Akbul Çakır, Moers Çocuk ve Ergen Psikiyatri, Psikosomatik ve Psikoterapi Kliniği’nde sistemik terapist, sistemik aile terapisti ve sistemik travma terapisti olarak görev yapıyor. Hülya Hanım aynı zamanda yöneticisi olduğu Göçmen Çocuk ve Ergen Psikiyatri Polikliniğinde 21 yaş altı çocuklara, gençlere ve ailelerine terapi hizmeti verdiklerini belirtiyor. İlk görüşmede danışanların psikolojik olarak hangi rahatsızlık semptomlarını sergilediklerini dikkate alarak kişi ve ailesinin hayat hikâyelerini dinlediklerini aktarıyor. Terapi seçeneklerini ayakta (Ambulant), gündüzlü (Tagesklinik) veya yatılı tedavi (stationäre Behandlung) şeklinde çocuğun veya gencin ihtiyacına göre belirleyebildiklerini söylüyor.
Saadet Hanım gibi Hülya Hanım da danışanlarının kendisine daha çok şiddetin neticesinde ortaya çıkan ve kendilerinin dahi şiddet kaynaklı olduğunun farkında olmadıkları birtakım semptomlar nedeniyle geldiklerini anlatıyor. Aile içi şiddet mağduru çocuk ve gençlerin çoğunlukla öfke kontrol sorunu, depresyon, kendine zarar verme, obsesif kompulsif bozukluk, korku, okul sorunu, bağımlılığa meyletme, duygu ve davranış bozukluğu gibi rahatsızlıklar sergilediklerini aktarıyor. Aile içi şiddet mağduru çocuk ve gençlerin kendilerine daha ziyade cinsel ve fiziksel şiddet şikâyetleri nedeniyle başvurduklarını, ancak psikolojik şiddetin ailelerin farkında olmadan uyguladıkları daha yaygın bir şiddet türü olduğunu belirtiyor.
Başarılı bir terapi için konuşulan dilin gerekli olan güven bağını kurmada önemli bir rol oynadığını vurgulayan Hülya Hanım, “Başta Almanca görüşme yapmak isteyen gençler terapi sürecinde bazı konuları ısrarla ebeveynlerinin kültür ve gönül dili olan Türkçe ifade etmek istediklerini belirtiyorlar.” diyor. Bunun altında ise “Acaba hissettiğim şeyin doğru karşılığını Almancada tam olarak ifade edebiliyor muyum?” kaygısının yattığını belirtiyor. Danışanların duygu ve düşüncelerini en rahat ifade ettiği dilde terapi alabilmeleri için diğer dillerde gerçekleşen terapiler için ise anlaşmalı dil ve kültür tercümanlarıyla çalıştıklarını aktarıyor.
Hülya Hanım çocuk ve ergenlerin aile içi yaşadıkları şiddet sonucu şiddeti uygulayan kişiye karşı duygularının çok karışık olmakla beraber, daha çok kendilerini suçladıklarını, hatayı kendilerinde aradıklarını belirtiyor. Başarılı bir terapi süreci ile birlikte mağdurlardan kendilerini suçlamayı bırakıp, yaşadıkları semptomların tesadüf olmadığını anladıklarına ve sonraki süreçte yaşamlarına kendi başlarına bir yön vereceklerine dair terapinin faydalı olduğu yönünde olumlu dönüşler aldıklarını aktarıyor.
Hülya Hanım, şiddet neticesinde var olan sorunlar şayet aile içi gerçekleşmiş ise ailelerden bunun gizli bir şekilde tedavi edilmesine ve gençlik dairesinin meseleden haberdar edilmemesine yönelik taleplerin gelebildiğini söylüyor. Bu süreçte aileler ile birlikte çalışarak şiddete yönelik algı ve farkındalık geliştirmeye çalıştıklarını, ancak ailenin ortak çalışmayı reddetmesi, aile içi şiddetin önlenememesi ve başka bir çözümün söz konusu olmaması hâlinde mecburen çocukların koruma altına alınmasını sağlamak durumunda kaldıklarını belirtiyor. Bu gibi durumlarda müracaat edilen yerin gençlik dairesi olduğunu söylüyor. Gençlik dairesinin yaptığı inceleme sonucu ya aileye bir pedagog desteği veriliyor ya da son çare olarak çocuğun aileden alınması zaruri görülürse, gerekli şartları karşılayan bir akrabanın yanına veya kendi öz kültürüne yakın bir koruyucu aileye yerleştirilmesine dikkat ediliyor. Hülya Hanım, gencin yaşı hasebiyle koruyucu aileden ziyade yurda yerleştirilmesinin söz konusu olduğu durumlarda ise karma grup yerine hemcinsleriyle beraber olabileceği bir yurda yerleştirilmesi konusundaki tavsiyeleri önemsediklerini kaydediyor.
Müslüman toplum içinde aile içi şiddetin önlenmesi noktasında yapılabilecek çalışmalarla ilgili olarak Hülya Hanım, cami ve dernekler de dâhil sosyal sahada çalışan herkesin sorumluluk hissederek şiddetin hiçbir geçerli gerekçesi olmadığı konusunda insanları çeşitli program ve seminerler vasıtasıyla aydınlatması gerektiğini düşünüyor. Çocuklara aile sırrı denerek duyguları bastırmanın yanlış olduğunun anlatılması ve çoğunluk toplumunda olduğu gibi şiddet konusundaki farkındalık çalışmalarının çok erken yaşlarda, örneğin camilerdeki çocuk sınıflarında başlatılması gerektiğini vurguluyor. Ayrıca çocuklara kendilerini rahatça ifade edebilecekleri ortamların sunulması ve sağlıklı temel davranış reflekslerini güçlendirmeye yönelik eğitim ve uygulamaların yaygınlaştırılmasının da bu anlamda önemli olduğunu söylüyor.