Hanau Saldırısından İki Yıl Sonra Açık Kalan Sorular ve Beklentiler
Hanau saldırısının üzerinden iki yıl geçti. Ancak ailelerin acıları dinmedi çünkü hâlen cevaplanmayan soru ve endişeleri var. Evlatlarının unutulmaması, ırkçılığın neticeleri herkes tarafından daha net görülsün ve önlemler alınsın diye sivil mücadelelerini sürdürüyorlar.
19 Şubat 2020 tarihinde Almanya’nın Hanau kentinde ırkçı bir saldırı neticesinde 9 göçmen kökenli genç hayatını kaybetti. Terör eylemi olarak nitelendirilen bu olayda ırkçı bir saldırgan Ferhat Unvar, Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtović, Kaloyan Velkov, Vili-Viorel Păun, Said Nesar Hashemi ve Fatih Saraçoğlu’nu katletti. Sonra yatalak annesini ve kendisini öldürdü.
Hanau saldırısı Almanya genelinde ve dünya çapında büyük yankı uyandırdı. Olay bir defa daha genel olarak ırkçılığın, özel olarak da göçmen kökenli ve Müslümanlara karşı nefret konusunun gündeme gelmesini sağladı. “Bir defa daha” diyoruz çünkü ondan önceki yıllarda Almanya’da birçok defa benzer facialar yaşanmıştı. Sadece üç örneği hatırlayacak olursak:
– NSU adlı bir terör örgütünün 2000-2007 arası 8’i Türkiye kökenli olmak üzere toplam 10 kişiyi katlettiği ancak 2011’de tesadüfen gün yüzüne çıktı. Yıllar süren hukuki ve sivil mücadeleler neticesinde dava dosyası 2018 yılında sanık Beate Zschäpe’nin müebbet hapis cezası almasıyla kapatıldı. Ama birçok soru işareti açıkta kaldı.
– 2009’da Merve El-Şerbini Dreseden’de bir mahkeme salonunda, daha önce kendisine ırkçı söylemlerle hakaret eden bir kişiye karşı görülen davada ifadesini verirken, mahkeme salonunda sanık tarafından bıçaklanarak hayatını kaybetti. Hamile olduğu için doğmamış çocuğu da öldü.
– 2019’da Halle’de bir sinagoga saldıran saldırgan, sinagogun kapasını açamayınca yolda geçen bir kadını ve yakındaki bir dönerci lokantasında -Müslüman olduğunu zannettiği- bir kişiyi öldürdü.
Hülasa edecek olursak: Almanya’nın bir ırkçılık sorunu var. Bu bir varsayım değil, kabul edilmesi gereken bir gerçek. Yeni Alman Medya Mensupları (“Neue deutsche Medienmacher*innen”) fahri başkanı Ferda Ataman’a göre ırkçılığa maruz kalan insanların güvenleri gitgide azalıyor, sağcı çevrelerin oluşturduğu tehlike de artıyor. Bu sadece bir his değil, somut sayılara dayanıyor.
Peki durum böyle iken NSU, Dresden ve Halle olaylarından sonra 2020’de Hanau tecrübesini yaşayan Almanya hangi dersleri aldı ve saldırı sonrası bunlar kendini nasıl gösterdi?
“Normal” Vatandaştan Aktivistliğe
Hanau saldırısının üzerinden iki yıl geçti. Bu zaman zarfı içerisinde kurban aile fertleri “normal” birer vatandaş iken hukuki mücadele sürdüren ve sivil hassasiyet geliştirmek amacıyla protesto ve aksiyonlar organize eden aktivistler oldular, daha doğrusu olmak zorunda kaldılar.
Hanau’da hayatını kaybeden Gökhan Gültekin’in abisi Çetin Gültekin “Her gün, yeni bir mücadeleyi ama aynı zamanda yeni bir motivasyonu beraberinde getiriyor. Bunu Gökhan için yapıyorum.” diyor. Aynı şekilde Ferhat Unvar’ın annesi Serpil Temiz Unvar “Her mahkeme duruşması benim için çok acı bir tecrübe ama oğlum Ferhat için bu acılara katlanacağım.” diyor ve ekliyor: “Gençleri aydınlatmak ve ırkçılığa karşı güçlenmelerini istiyorum. İnsanlara ulaşmanın tek yolu eğitim.” Serpil Hanım bu amaca ulaşmak için bir dernek kurdu.
Piter Minnemann Hanau saldırısında hayatta kalan az sayıda kişiden biri ve saldırı sonrası Müslüman olup Bilal ismini aldı. Kendisi saldırı esnasında olay yerinde olup -arkadaşlarının aksine- hayatta kalmasına rağmen o günün korkusunu her gün tekrar yaşadığını ifade ediyor. “Ancak bu duygular bana güç ve kuvvet veriyor, ki resmî kurumların takip etmediği konuları takip edeyim, siyasetin aydınlatmadığı konuları aydınlatayım ve ırkçılığa karşı mücadele edeyim.” diyor.
Açık Kalan Sorular
2021’in sonunda göreve gelen sosyal demokratlar, yeşiller ve liberalleden oluşan yeni federal hükûmet ırkçılıkla mücadele konusunda koalisyon sözleşmesinde ümit verici vaatlerde bulundu. Bu minvalde ilgili bakanlar ve hükûmet siyasetçilerinin beyanları da bulunuyor. Son olarak SPD’li Başbakan Olaf Scholz da Hanau kurbanlarına atfen “Sizler bizim ülkemizin birer parçasıydınız. Sizin aile ve arkadaşlarınıza hâlâ belirsiz olan soruların yanıtlarını borçluyuz.” dedi.
Scholz’un isabetli bu tespit ve vaadinin karşısında kurban ailelerinin beklentileri büyük. Ama bir o kadar da soru işareti var. Zira hukuki sürecin ilerlemesi ve kapsamlı şekilde yapılmasını sağlayan ve zorlayan aileler, avukatları ve sivil oluşumlar mevcut.
Aydınlatılmayı bekleyen konulardan biri de saldırının ikinci kısmının gerçekleştiği olay yerindeki acil çıkış kapısının o gece kapalı olması. 19. Şubat İnisiyatifi derneği (Initiative 19. Februar) tarafından bağımsız bir enstitüye hazırlatılan ve bağışlarla finanse edilen rapor acil çıkış kapısının açık olması durumunda gençlerin bugün hayatta olabileceği sonucuna varıyor.
Diğer bir konu ise savcılığın saldırganın tek başına hareket ettiği sonucunda ulaşması. Saldırganın babasının ifadesine göre kendisi oğlunun bir silaha sahip olduğundan, o gece evden çıktığından veya evde eşinin öldürdüğünden haberdar değildi. Hanau saldırısında yakınlarını kaybeden ailelere hukuki destek sunan avukat Seda Başay-Yıldız bu ifadeleri inandırıcı bulmuyor. Tam aksine baba ile oğul arasında sıkı bir bağ olduğunu belirtilen Başay-Yıldız “43 yaşındaki katil uzun zamandan beri anne babasıyla yaşıyor. Oğlunun her şeyi ile yakından ilgili bir babanın aynı gece hiçbir şey duymadığına, hiçbir şey bilmediğine, en önemlisi oğlunun silah sahibi olduğunu, silah ruhsatı olduğunu ve atış dersleri aldığını bilmediğine hiç ihtimal vermiyorum.” diyor.
Hanau kurbanlarının ailelerinin en büyük eleştirilerinden biri de evlatlarının cesetlerinin saldırıdan sonra nerede muhafaza edildiğinin kendilerine söylenmemesi, vefat haberinden günlerce sonra görmelerine müsaade edilmesi. Merhum Hamza Kurtović’in babası Armin Kurtović oğlunun cesedini mezarlıkta gördüğünü ama kendisini otopsi sonrası bu görüntüye kimsenin hazırlamadığını söyledi. “Sekiz gün boyunca oğlumun nerede olduğunu bilmiyorduk. Oğluma ne yaptılar bilmiyorum ama oğlumun bu hâlini hiç unutmayacağım.”
Kurban ailelerinin kafasındaki başka bir soru işareti de olay gecesinde polis acil durum telefon hattında sadece bir kişinin görevli olması. Seda Başay-Yıldız’a göre bu bile tek başına büyük bir skandal. Zira ilk olayın gerçekleştiği mekânda katil üç kişiyi öldürdükten sonra Hanau kurbanlarından Vili-Viorel Păun katili takip ederken defalarca polise ulaşmaya çalışıyor ama ulaşamıyor. Neticede ikinci olay yerinde saldırgan tarafından vuruluyor.
Beklentiler Büyük Ama Karşılıksız
Bu ve benzeri durumlar kurban ailelerinin acılarının yanı sıra endişelerini de artırdı. Hanau saldırısının tüm detaylarıyla aydınlatılması gibi en tabii hakkın -tabiri caizse- peşinde koşulmasına mecbur bırakılmak hayal kırıklıklarına sebep oldu. Piter Bilal Minnemann’ın devlet kurumları ve siyasete olan güveni ciddi manada sarsıldı. Eleştirisini “Devlet kurumları ve siyasetin işini kurban aile ve yakınları olarak bizler yapmak zorunda kaldık. Saldırı bugün tekrarlanmış olsa polisi çağırmazdım.” cümleleriyle dile getiriyor.
Avukat Seda Başay-Yıldız’a göre bütün bu skandalların gerçekleşebilmiş olması Almanya’da NSU’dan bir şey öğrenilmediğini gösteriyor. Başay-Yıldız bundan sonra da böyle şeylerin olabileceği kanaatinde.
Armin Kurtović de eleştirisini sert bir şekilde ifade ediyor: “Hayvanat bahçesinde dokuz panda ölseydi daha çok yankı bulurdu. Benim oğlum öldürüldü. Sanki normal bir olaymış gibi davranılıyor. Oğlumun hayatının bir pandanın hayatı kadar kıymeti yok.”