'Irkçılık'

Savaş Acısındaki Hiyerarşiyi Kırmak

Ukrayna’daki savaş, acılar hiyerarşisini yeniden gözler önüne serdi. Savaşın acısını, ancak seçici bir algıyla ve belli koşullarda hissedenler için öğrenilmiş ırkçılığı unutmak şart.

Fotoğraf: Tverdokhlib / Shutterstock.com

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra devletler arasındaki temel prensip olarak savaşsızlığın ince ince örüldüğü Avrupa’nın yanı başında yeni bir krizi de tetikledi. Bombaların, ölümün, katliamların “uzak bir coğrafyaya has” görüldüğü bir söylemle büyümüş zihinler, şimdi gazetelerde “Nükleer savaş ne kadar olası?” sorusunu irdeleyen köşe yazılarıyla meşgul. Dünyayı kutuplara bölüp, bu kutuplar üzerinden bir acı hiyerarşisi oluşturmaya devam ettikçe, savaşı mikro düzeylerde yeniden üretmekten kaçamayacağız.

“Savaş, Beyaz Adam Öldüğünde Görülür”

Ukrayna’daki savaş, Avrupa kamuoyu için “yeni” görülse de aynı havayı soluduğumuz dünya, seneler sonra ilk kez savaş çanlarını duyuyor değil. Hepimiz son 30 yılda korkunç çatışma ve katliamların olduğu birkaç ülkeyi bir çırpıda sayabiliriz: Bosna, Irak, Suriye, Afganistan, Yemen bunlardan yalnızca bazıları. Bu ülkelerde milyonlarca insanın hayatına mal olan, oradaki ekosistemi gelecek nesiller için de yerle bir eden ve gelişmiş ülkelerin dahliyle sosyal ekosistemin çoraklaştığı bu savaşlar, günümüzün hakim söylemine göre “Orta Doğu’nun günlük hayatının bir parçası” gibi görülüyor. Bu savaş söyleminin izini sürdüğümüzde, dünya genelinde dolaşımda olan ana söylemin yaşamın değerine dair seçici bir algı içerisinde olduğunu görebiliriz. “Beyaz adam” öldüğünde görülmeye, tartışmaya, engellemeye değer olan savaş, “Ötekiler” kıyımdan geçirildiğinde anaakım medyada aynı hassasiyetle karşılanmıyor.

Savaştan kaçmak için Ukrayna sınırından Polonya’ya geçen siyahilerin engellenmesi, yaşama dair hiyerarşinin açık bir sembolü. “Burası bir üçüncü dünya ülkesi değil, burada ölenler sarı saçlı mavi gözlü insanlar” diyen muhabirler de, bu hiyerarşinin temelinde bulunan ırkçılığa işaret ediyor.

Irkçılık ve Kaynakların Dağıtımı

Irkçılık, birçoğumuzun sandığı gibi, sadece birey bazında kendisini önyargılarla gösteren, ufak bir farkındalıkla aşılabilecek tekil bir dışavurum değil. Irkçılık, bugün dünya düzeninin üzerine oturduğu, ağırlıklı olarak kaynakların eşit dağıtılmamasını meşrulaştırmaya yarayan bir inanç sistemi. Tam da savaştan kaçanların barındırılabileceği kaynaklar kısıtlı olduğunda ırkçılık hayaletinin ete kemiğe bürünmesi ırkçılığın bu yapısıyla alakalı. Bugün ırkçı düşünceyi -bilerek ya da bilmeyerek- zihninde taşıyan insanlar açık açık konuşabilselerdi, ırklaştırdıkları ve kendilerinden aşağı gördükleri insanlara şöyle derlerdi: “Yaşamaya değer değilsin, çünkü sen, mensubu bulunduğunu varsaydığım grubun bütün kötü özelliklerini kendinde taşıyan bir ötekisin.”

Irkçı argümanlarla donanmış “biz ve ötekiler” söylemi, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, yüzlerce yıldır insanları -bizleri- şekillendiriyor. Bizim tercihlerimizi, konuşmalarımızı, hayatı okuyuş biçimlerimizi kurguluyor. Korku ve mahrumiyetin ortaya çıktığı kriz zamanlarında ise “insan hayatı”nın değil, “yalnızca bazı insanların hayatı”nın (ötekilerden daha) değerli olduğuna dair inanç her alanda kendisini göstermeye başlıyor. Kötü haber: Irkçılık, yalnızca belli dönemlerde görünüp kaybolan bir hayalet değil. Almanca tabirle “verlernen” (öğrendiğini unutmak) gibi bir çaba gerektiren, hayatın bütününe nüfuz etmiş bir arka plan fenomeni.

Savaş acısındaki hiyerarşiyi kırmanın yolu, “ırkçı Batı” şeklindeki yeni bir ırklaştırma ile “Batılıların” yüzüne tükürmekten değil, yaşamın her yerde, koşulsuz korunmaya ve onurlandırmaya değer olduğuna inanmakla başlıyor. Yüzlerce yıllık ırkçı mirasa küfretmek kolay, onu kırmak ise zaman istiyor.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler