Bitkisel Et, Küresel Gıda Krizinde Bir Alternatif Olabilir mi?
Bitkisel bazlı et ürünleri, hayvansal ete kıyasla çevreye ve insan sağlığına daha az zarar verdiği iddiası ile üretilip pazarlanıyor. Peki bitkisel et üretimi, gıda krizini tetiklediği iddia edilen endüstriyel hayvancılığın karşısındaki tek alternatif mi?
Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre 20. yy’ın ortasından itibaren görülen küresel ısınma değerlerindeki artışın ardında yüzde 90’dan fazla oranda sera gazı emisyonları yatıyor. Sera gazı emisyonunun başlıca nedenlerini ise fosil yakıt kullanımı, ormansızlaştırma, yapay gübre kullanımı, endüstriyel tarım ve hayvancılık gibi insan kaynaklı faaliyetler teşkil ediyor.
Akut gıda güvensizliği olarak da adlandırılan gıda krizinin başlıca nedenleri arasında sıralanan küresel ısınma bağlamında, hayvansal et tüketiminin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri uzun zamandır tartışılıyor. Buna bağlı olarak hayvansal etin duyusal deneyimini taklit edecek şekilde formüle edilen bitki bazlı et alternatifleri, son zamanlarda market reyonlarında daha sık karşımıza çıkıyor. Bitki bazlı et pazarının 2026 yılına kadar 30 milyar doları aşması bekleniyor.
Endüstriyel Hayvancılığın Gıda Krizine Etkisi
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2009 tarihli raporunda, hayvancılığın küresel ısınma, arazi tahribatı, biyolojik çeşitlilik kaybı, hava ve su kirliliği gibi iklim krizini tetikleyen faktörlerin en önemli nedenlerinden biri olduğunu ortaya koydu. Hayvansal üretim karbondioksit emisyonunun yüzde 9’u, metan gazı emisyonunun yüzde 35 ila 40’ı ve azot proksit emisyonunun yüzde 65’ini oluşturarak küresel ısınmaya etki ediyor.
Ayrıca dünya üzerinde tahıl ekili alanların yüzde 33’ü hayvanlara yem üretmek için kullanılırken, bu rakam Avrupa Birliğinde yüzde 60’a tekabül ediyor. Bu da insanların tüketimi için kullanılabilecek tahılın büyük bir kısmının hayvan yemi için kullanıldığı anlamına geliyor. Ayrıca karbonu depolayan orman ve otlakların her geçen gün yem üretimi için ekilebilir arazi elde etmek adına yok edilmesi küresel ısınma ve neticesinde kuraklık gibi gıda krizine doğrudan etki eden çevresel bozulmalara yol açıyor.
Öte yandan, yem üretiminde kullanılan soya miktarı, dünya çapında üretilen soyanın yüzde 90’ına denk geliyor. Güney Amerika’daki ormansızlaşmanın başlıca nedenleri arasında da gösterilen soya üretimi için örneğin serbest sığır yetiştiriciliği ile ünlü Arjantin’de otlaklar her geçen gün ekilebilir araziye çevrilirken, sığırlar ahırlara hapsedilerek endüstriyel yemle besleniyor.
Hayvancılıkta yüksek su tüketimi de başka bir sorun. UNESCO’nun 2019 Dünya Su Raporu’na göre dünyada iki milyar insanın temiz su kaynaklarına ulaşımı yok. Buna karşılık yem üretiminde sulama için kullanılan yüksek su miktarının yanı sıra, yine endüstriyel et, süt ve yumurta üretimi sırasında çok miktarda su tüketiliyor ve/veya kirletiliyor.
Çözüm Bitki Bazlı Et Üretimi mi?
Bitki bazlı etlerin hayvansal ete olan talebi azaltarak bilhassa yüksek et tüketimi oranlarına sahip Batı’da insanları daha az et tüketimine veya vegan beslenme şekline teşvik edeceği düşünülüyor. Böylece hayvancılık endüstrisinin küçülerek, gıda yetersizliğine neden olan çevresel tahribatın azaltılması amaçlanıyor.
Hayvansal et üretiminin su kaynaklarının aşırı kullanımı, arazi tahribatı ve sera gazı salımı gibi nedenler göz önünde bulundurulduğunda, bitki bazlı et üretimine nazaran neden olduğu çevresel tahribat daha yüksek. Dünyada yaygın olarak benimsenen endüstriyel hayvancılık sistemi ile elde edilen et üretimi ile karşılaştırıldığında, bitki bazlı et alternatiflerinin üretim sürecinin çevrede bıraktığı ayak izleri daha düşük.
Bitki bazlı et, bileşenleri değişmekle birlikte genel olarak soya, bezelye, patates, pirinç ve buğday gibi bitki proteinleri ile kanola, Hindistan cevizi, soya fasulyesi ve ay çiçek yağı gibi yağlar ile çeşitli vitamin ve mineraller kullanılarak üretiliyor. Ancak bazı uzmanlar hayvansal gıdaların bitkisel proteinler, yağlar, vitamin ve mineraller kullanılarak taklit edilmesinin, etin içerisinde bulunan yüzlerce hatta binlerce besin birleşenini karşılamadığı konusunda uyarıyor. Dolayısıyla bitki bazlı sentetik etin tat, koku ve görüntü olarak hayvansal et için bir alternatif sunsa da, besin değeri açısından gerçek bir alternatif teşkil etmediği ifade ediliyor. Uzmanlar bu hususun özellikle beslenme yetersizliği açısından yüksek risk grubu olarak görülen çocuklar, yaşlılar ve emziren anneler için çeşitli sağlık sorunlarına yol açabileceğinin göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyor.
İnsan sağlığı üzerindeki etkilerinin yanı sıra, bitki bazlı etlerin iklim değişikliğine uzun vadeli ve kalıcı bir çözüm sunup sunmadığı noktasındaki tartışmalar da devam ediyor. Bitkisel et üretimine eleştirel yaklaşan uzmanlar, entansif yani endüstriyel hayvancılıkla elde edilen sığır eti ile karşılaştırıldığında üretim sürecinde daha düşük çevresel tahribata neden olsa da, ekstansif yani mera bazlı geleneksel hayvancılık sistemleri ile karşılaştırıldığında bitkisel et üretim sürecinin çevreye verdiği zararın daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
PASTRES Raporu
Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) tarafından desteklenen ve bu alanda faaliyet gösteren 13 kuruluşun iş birliği ile PASTRES projesi tarafından 2021’de yayımlanan bir rapor bilimsel veriler ışığında geleneksel hayvancılık ile endüstriyel hayvancılık üzerine karşılaştırmalı bir analiz sunuyor. Hayvansal gıda ve iklim krizi tartışmalarında üretime değil üretim yöntemine odaklanılması gerektiğini savunan rapor, hayvancılığın iklim değişikliği ve bunun neticesinde kuraklık ve gıda yetersizliği üzerindeki etkilerine ilişkin çizilen olumsuz tablonun gelişmiş ülkelerde yoğun olarak uygulanan endüstriyel hayvancılığı baz aldığından gerçeği yansıtmadığını savunuyor.
Hayvancılığın neden olduğu sera gazı emisyonuna dair verilerin gelişmiş ülkelerdeki endüstriyel hayvancılık sistemi göz önünde bulundurularak tespit edildiğini belirten rapor, bilhassa bu sistemin fosil yakıt ve endüstriyel yem kullanımı nedeniyle en yüksek karbon emisyonuna neden olan hayvancılık yöntemi olduğuna vurgu yapıyor.
Rapor ayrıca çevreye zararı nispeten daha düşük olan ekstansif yani geleneksel hayvancılık sistemi ve geçimini bununla sağlayan milyonlarca insanın hayvancılık ve iklim değişikliği tartışmalarında görmezden gelindiğine işaret ediyor. Aynı şekilde pastoralizm olarak adlandırılan göçebe hayvancılıkla uğraşan çobanların da gelecekte iklim ve gıda tartışmalarına dâhil edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Rapor son olarak çevre dostu olarak nitelendirdiği göçebe hayvancılık gibi geleneksel hayvancılık yöntemlerinin, yaygın olan endüstriyel hayvancılık sisteminden ayrı bir değerlendirmeye tabi tutularak, iklim değişikliği ve gıda yetersizliği ile mücadele bağlamında başvurulması gereken önemli bir çözüm unsuru olduğuna dikkat çekiyor.
Geleneksel Hayvancılığa Dönüş Gıda Krizine Çözüm Sunabilir mi?
Kurak ve yarı-kurak bölgelerde iyi idare edilen hayvancılığın toprağın bakımı için en iyi yol olduğu görüşü mevcut. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar gibi otoburlar midelerinde bulunan mikroplar sayesinde lif bakımından zengin bitkileri kolaylıkla sindirebildiklerinden, dışkıları da bu bitkilerin atıkları ile mineral bakımından zengin bir içeriğe sahip. Böylece bu otobur hayvanlar bitkilerin bozunup toprağa karışma sürecine destek olarak ekosistemin sağlıklı bir şekilde işlemesine katkıda bulunuyor, üzerinde gezindikleri kurak arazilerin yüzeyindeki sert tabakayı zedeleyerek suyun toprağın derinlerine nüfuz etmesini kolaylaştırıyorlar. Eskiden çiftçilerin hasat edilmiş tarlalarında çobanlara sürülerini otlatmasına izin vermek sureti ile arazilerini en doğal yoldan gübreletmeyi seçtikleri biliniyor.
Arazilerin bir otlatma döneminden sonra uygun şekilde toparlanmasına izin verilen dönüşümlü otlatma (İng. “rotational grazing”) gibi uygulamaların kullanıldığı geleneksel hayvancılık metodu toprağın geviş getirenlerin sera gazı salımını dengeleyebilecek kapasitede olduğunu gösteriyor. Böylece hayvanların hayatlarını meralarda otlayarak ve bu suretle toprağı ve bitkileri besleyip gübreleyerek karbon döngüsüne katkı sağladıkları bir üretim sistemi iklim değişikliğini hafifletmede ve böylece gıda güvenliğini sağlamada önemli bir rol üstleniyor.
Gerek agro-ekoloji alanında faaliyet gösteren bilim adamları, gerek bitki bazlı et üreten şirketler, gerekse çevre duyarlılığı ile hareket eden sivil toplum kuruluşları, tarım ve hayvancılığın küresel ısınma, kuraklık ve açlık üzerindeki etkilerinden duydukları endişe ile meseleye bir çözüm sunmaya çalışsa da, sundukları çözümler birbirinden farklı olabiliyor.
Bitkisel et üretimi kısa vadede endüstriyel hayvancılığın diğer çevresel zararlarının yanı sıra gıda güvensizliğine de yol açan kuraklık, arazi tahribatı, su ve tahıl israfının önüne geçebilmek için en kestirme çözüm gibi görünse de, bitkisel etin standartlaşması hâlinde oluşacak yoğun talebi karşılayabilmek için geliştirilecek endüstrinin çevreye etkisini şu an kestirebilmek mümkün görünmüyor. Ayrıca uzmanlar gelecekte, uzun vadede hayvansal et tüketimine karşı bitki bazlı et tüketiminin insan sağlığı üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı olarak ele alacak araştırmalara ihtiyaç duyulacağı belirtiyor.
Bitkisel et endüstrisine temkinli yaklaşan besin uzmanları insanların çoğunun beslenme açısından omnivore sınıfına girdiğini ve bazı besin gereksinimlerini bitkilerden daha iyi edinirken, bazılarını ise hayvansal gıdalardan daha kolay karşıladıklarını, bitkisel ve hayvansal gıdaların insan sağlığı için bir nevi iş birliği içerisinde hareket ettiklerini savunuyor. Hem insan sağlığı hem de çevre düzenini bozmadan, agro-ekolojik, yani doğa ile uyum içerisinde ve sürdürülebilir yöntemlerle yetiştirilip üretilmiş hayvansal ve bitkisel gıdalardan oluşan dengeli bir diyetin insan sağlığı ve ekolojik döngü açısından en ideal seçenek olduğuna inanılıyor.
İnsan sağlığı ve çevre üzerindeki uzun vadeli etkileri tamamen bir soru işareti olan bitkisel et üretimi için yapılan milyon dolarlık yatırımlar ve oldukça yüksek masraflı araştırmalar düşünüldüğünde, geleneksel hayvancılık gibi sürdürülebilir ve hâlihazırda bilinen yöntemlere geri dönüş, devlet politikaları ve teşvikleriyle yeniden mümkün olabilir. Ancak tüketiciler olarak bizim de felsefesi hızlı, yüksek sayıda ve ucuz üretim olan endüstriyel et ürünlerini tercih etmeyerek, tüketim alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.